Söyleşi: Serkan Parlak
Buket Arbatlı’yla Sel Yayıncılık’tan çıkan ilk öykü kitabı “Erkeklere Her Şey Anlatılmaz” hakkında, öyküde kurmaca sorunları ve edebiyat üzerine konuştuk.
Buket Hanım, yaklaşık on yıldır atölyeler, dergiler, yoğun çalışmalar derken sonunda ilk öykü kitabınız yayımlandı. Bu yolculuğu bir de sizden dinleyelim ve sizi biraz tanıyalım.
Onlu yaşlarımdan beri bir şeyler yazmaya çalışırdım. Notlar, günlükler, denemeler ancak gerçek anlamda yazı üzerine yoğunlaşmam sizin de belirttiğiniz gibi son on yılda oldu. Kitaptaki öyküler yaşlı aslında. Aynı öyküyü defalarca yazdığım oldu, Abdullah Aşçı’yı Aramak gibi. Tek oturuşta yazdıklarım da. Remzi Beyi Evlendirmek, bunlardan biri. Kitabın gecikmesi benim yüzümden. Bir türlü hazır hissedemedim. Bir de çok yoğun bir iş yaşantım var. Kitap geri planda kaldı ne yazık ki. Sonra ya Allah bismillah deyip gönderdim dosyamı. Zaten ondan sonrası da bir süreç biliyorsunuz. Oldukça titiz bir editörüm var. Zarife Biliz’e de ayrıca teşekkür ederim bu vesileyle. Bir, Eskisi Gibi Olabilecek miyiz Madam? isimli öykümün dergide yayınlandığı o günün heyecanını bir de Zarife Hanım’ın kitabın yayınevinin yayın kurulunda kabul edildiğini bildiren mesajını aldığım anın duygusunu hiç unutamayacağım.
Yazı yazma konusunda size neler ilham verir, bir gününüz nasıl geçer, ritüelleriniz var mı?
Kulak misafiri olduğum bir konuşma, anlatılan ilginç bir olay, gördüğüm ve bana ilginç gelen bir yazı, görsel, bunlar öykünün tetikleyicisi olabiliyor. Geçenlerde arabada kırmızı ışıkta beklerken yanımdaki beyaz minibüsün üstünde, Kokulu Tespih yazısı, altında pembe renkli bir tespih gördüm. Çok ilginç geldi. Kokulu tespih diye bir şey duymamıştım o güne dek. Etraftan soruşturmaya, üzerinde düşünmeye başladım. Youtube’ta mevlit videoları derken zikir âlemlerine daldım. Öyle ki ev halkına gına geldi. Rüyalarımda bile mevlitleri görüyordum. Tabii her gün hastaneye gidiyorum, temposu çok yüksek, her an ne olacağı belli olmayan bir işim var. O süreçte öykü hiç aklıma gelmiyor. Hastaneden çıkar çıkmaz kahramanım artık benimledir. Uzun bir süre onu ve öyküyü düşünür, sonra yazmaya başlarım. Yazarken müzik dinlemeyi seviyorum ama her koşulda yazarım ben. Yanımda televizyon açıkken bile. Zamanım kısıtlı, her anı değerlendiriyorum.
Buket Hanım, öykülerinizin isimlerini, ilk ve son cümlelerini nasıl belirliyor, taslaklarınızı nasıl geliştiriyorsunuz?
İlk cümle kolay. Zaten öykü üzerinde uzun zaman düşündüğümden doğrudan, beklemeden giriş yapmayı seviyorum. Sonun beklenmedik olması zaafım var. Engel olamıyorum kendime. Bu bazen sonun aceleye gelmesine neden oluyor. Gelişmeye açık yönüm bu. İsim bulmak bazen çok zor, bazen de öykünün içinden çıkıp geliyor. Erkeklere Her Şey Anlatılmaz’da olduğu gibi.
Öykülerinizin merkezinde kadınlar var. İlişkiler, iletişimsizlik, geleneksel-modern çatışması benim dikkatimi çeken temalar. Temalarınızı kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor?
Olaydan yola çıkıyorum, bu nedenle kurguya dönüşmesi kolay oluyor. Ya da kahramanın kendisi olayları sürüklüyor. Kumrular öyküsünde olduğu gibi. Kuşları severken severken öldürüveren bir kadın duymuştum. Neden öldürdüğünü bilmiyorum. Üzerinde epey kafa yordum. Utandığından öldürsün dedim. E neden utanır? En çok cinselliğimizden utanırız. Kurgu böyle oluştu.
Yalnızca kişiler, hikâye ve kurgu değil, dil için de özenle çalıştığınızı düşünüyorum, ilk kitabınızda üslubunuza dair izler belirgin…
Evet, sözcükler kimliğimizi ele veriyor. Bilinçaltımızdakilerin istemsiz dışavurumu bazen bir sözcük hatta heceyle oluyor. Kim, neyi, nasıl, hangi vurguyla söyler? Buna kör bir insanın sese odaklanması gibi çok önem veririm. Yazdıklarıma yansıtabilmişsem ne mutlu.
Kişilerin duygu, davranış ve diyaloglarının mekânla ilişkisinden hareketle atmosferin oluştuğunu ve öyküde atmosferin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ne dersiniz?
Kesinlikle katılıyorum. Aşina olduğum mekânlar, sınıflar, coğrafyalar hakkında atmosfer oluşturmak daha kolay geliyor o nedenle. Çöp toplayan insanların, seks işçilerinin hayatını yazmak, o atmosferi inandırıcı kılmak çok isterdim ama yapamam. Anlattığım okuyucuya inandırıcı gelmez. Okuyucuyu kandıramazsınız.
Dergiler, dijital mecralar, sosyal medya, filmler… Yazarların, yayıncılığın ve okur kitlesinin geldiği son noktayı da göz önünde bulundurarak sizin hem dünya genelinde hem de Türkiye özelinde öykünün bugününü ve gelecekte neler olabileceğini değerlendirmenizi istesem…
Yirmi yaşında bir oğlum var. Okumaya ve edebiyata düşkün. Klasikleri de okuyor mangaları da. Online binlerce kişinin ortaklaşa yazdığı bitmeyen bir metnin yazarlarından biri de. Onun takip ettiklerini okumak ve anlamak istiyorum zira gelecek onlar. Basılı kitapların yerini online kitaplar, storytel gibi sesli kitapların alacağı aşikâr. Etrafımda hayret ettiğim sayıda insan literatürü orijinal dilinde okuyor. Buna özeniyorum ama yapamam, iyi çevirmenlere minnettarım. İleride teknoloji sayesinde dil öğrenmeye gerek kalmadan kitapları yazıldıkları dilde okuma ya da dinleme şansımız olacak. Dünya edebiyatında muazzam bir üretim var ama öykü her daim romanın gerisinde. Öykü yazıncaya dek aslında öykü okumanın ne büyük keyif veren ve hayatı kolaylaştıran bir şey olduğunun farkında değildim. Roman neden öykünün önünde gidiyor anlayamıyorum. Bizde okunma oranıyla uyumsuz bir öykü kitabı basımı var.
Buket Hanım, son dönemde neler okudunuz, neler yazıyorsunuz?
Carys Davies in Kuytu isimli öykü kitabını bitirdim. Yüz Kitap ve Notos Yayınevi’nin kitaplarını takip ediyorum genellikle. Şimdi Valeria Luiselli’nin Dişlerimin Hikayesi isimli kitabına başlıyorum. Bir morg görevlisinin başına gelen olayı anlattığım öykü üzerinde çalışıyorum.
edebiyathaber.net (28 Nisan 2020)