Ceren Ceran: “Kendini ‘çirkin’ hisseden kadınlar için değil bütün kadınlar için yazıldı romanım”

Temmuz 9, 2024

Ceren Ceran: “Kendini ‘çirkin’ hisseden kadınlar için değil bütün kadınlar için yazıldı romanım”

Söyleşi: Nur Oğuz

Ceren Ceran, Masa Yayınları’ndan çıkan son romanında güzelliği, günümüzün güzellik anlayışını eleştiren çarpıcı bir hikâyeye imza atmış. Yazarla son romanı üzerine konuştuk.

Ceren Hanım, ikinci kitabınız Çirkin Kadınlar İçin Hayatta Kalma Rehberi çıktı. Her ne kadar adı kurgu dışı bir kitabı çağrıştırsa da bu kitap aslında roman. Bu roman “çirkin kadınlar” için mi yazıldı? Kim onlar?

Önce kitabın oldukça cüretkâr bulunan ismine ilişkin bir şeyler söylemek istiyorum. Kitap kendini çirkin bulan bir kadının hikâyesi ve mevcut şartlarında en iyi şekilde yaşayabilmek için gerçekten bir yol haritası oluşturup kendini bulma mücadelesini anlatıyor. Kitabın ismini hem içeriği en doğru şekilde yansıttığı için hem de kadınların iyiliğine gibi görünse de aslında kadınlara haksız bir yük yükleyen “bütün kadınlar güzeldir” klişesine nanik yaptığı için çok seviyorum.

Kitapta kişisel bakım/güzellik sektörüne yönelik eleştirilerin ciddi yer tuttuğunu göz önünde bulundurursak kitabın sadece kendini çirkin hisseden kadınlar için değil bütün kadınlar için yazıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz çünkü bu sektörlerin açık değilse bile örtülü zorbalığından nasibini almayan kadın sayısı artık pek az. Özellikle genç kadınların ve şehirlilerin bu baskıdan kaçabilmesi neredeyse imkânsız.

İlk romanınız İstanbul’un Bodrum Katları’nda Ömer karakteri üzerinden bir İstanbul hikâyesi anlatmıştınız. Çirkin Kadınlar İçin Hayatta Kalma Rehberi’nde bir kadın karakter üzerinden toplum içinde tüm kadınlara dert olan bir konuyu işlediniz. Bir erkek karakteri yazmakla bir kadın karakteri yazmak arasında nasıl bir fark var?

Romanın bileşenlerini göz önünde bulundurduğumuzda sanırım benim en iddialı olduğum konulardan biri tip ve karakter kurgulamak. Bu konuda ciddi antrenmanlıyım çünkü kendimi bildim bileli yeni, farklı insanlar tanımaya, gözlem yapmaya tutkunum.

İstanbul’un Bodrum Katları’nı yazarken ilk romanımda Ömer gibi iddialı bir erkek karakter kurgulamanın ne kadar doğru olduğu konusunda ciddi endişelerim vardı ama Ömer erkek okurlar tarafından da erkekliği yönüyle tek bir kötü eleştiri almadı hatta çok sevildi. Nedenini kendi içimde bir türlü bulamıyorum fakat erkek karakter oluşturmayı sanırım biraz daha seviyorum. Kafamda bir romanda ete kemiğe bürünmeyi sabırsızlıkla bekleyen harika erkek karakterler var. İkinci kitaptaki güçlü kadın karakterimi yazmak bir erkeği yazmaktan daha farklı, kolay veya zor değildi.

Peki, yazım sürecinde karakterlerde kendinizden bir parça eklediniz mi?

Eklememek mümkün olmuyor fakat okurlar sizden izleri genellikle ana karakterde arıyor. Peri’yle kafa sesinin yoğunluğu dışında pek ortak noktam yok. İkinci kitapta fikirlerimi Narin seslendirdi. Yazma süreci bitip kitabı baştan okuduğumda hayata bakışı ve ağzının bozukluğuyla Narin’de kendimden çok şey buldum.

Bu roman için masa başına oturmanızı sağlayan şey neydi?

İlk kitaptan sonra verdiğim bir röportajda ikincinin kadınlara borcum olarak gördüğüm bir kitap olacağını söylemiştim. Gerçekten de artık mantığın sınırlarını zorlayan, kadınları hayatın olağan akışının dışına iten, enerjilerine, zamanlarına, paralarına göz diken bu güzellik zorbalığına tepki vermek istedim. Herkese dokunmak mümkün değil ama süslü şeytanımıza minik bir taş atmak bile bence kıymetli, belki bundan güç alıp taşı eline alan başka kadınlar da olacaktır.

Peri karakterinin mücadele ettiği şeyler zor… Psikolojik olarak baş etmesi gereken pek çok unsurla baş başa kalıyor. Annesi, babası, iş yeri, arkadaşları, toplum… Peri’den yola çıkarak bu tür zorlukları yaşayan insanlar için bu kitabın sunduğu rehber kısaca nedir?

En kısa haliyle; derdinden azat olmak veya hafiflemek için hayata karışmak, insanlara dokunmak, sana dokunulmasına da izin vermek gerek. Hayatta her şey kas mantığındadır; çalıştırırsan gelişir, çalıştırmazsan yağa dönüşür. Bu, ilişki kurmak için de giyinip kuşanmayı öğrenmek için de eğlenmeyi öğrenmek için de böyledir.

Kitabınızın en çok sevdiğiniz yanı nedir?

Kitabımın üzerinde uzun süre düşündüğüm önermesini seviyor ve çok doğru buluyorum. Genel olarak kitabımın derdini seviyorum dersem yanlış olmaz.

Yazar olarak ilk kitap ve ikinci kitap arasında değiştiğinizi ve yazın açısından geliştiğinizi düşünüyor musunuz?

İlk kitapta söylemek istediklerim ve üslubum konusunda oldukça inatçı hatta bayağı bayağı tutturukçuydum. İkinci kitabı yazarken özellikle üslubu hikâyeye hizmet edecek şekilde kullanmaya daha çok dikkat ettim. Ama neticede yazdıklarım konusunda her zaman kontrollüyüm. Her iki kitaba başlarken de elimde hikâyenin geniş özeti vardı ve son cümlede ne söyleyeceğim belliydi, ipleri elimden hiç bırakmadım.

Romanlarınızı evlatlarınız gibi görüyorsunuz. Bu bağı kurma süreciniz nasıl oldu? İlk kitabınızla ikinci kitabınızın basım sürecindeki hisleriniz nelerdi, arasında fark var mı?

Bu evladı gibi görme mevzusu kreatif işler yapan insanların sıkıcı klişesi gibi görünüyor farkındayım ama bu klişeye saplanma pahasına tekrarlıyorum, kitaplarım da benim evlatlarım. Bir anne olarak söylüyorum ki “acaba hayatta tutunabilecek mi?”, “hak ettiği kadar sevilecek mi?”, “onda benim gördüğüm cevheri başkaları da görebilecek mi?” benzeri pek çok kaygı çocuk evlatlarla kitap evlatlar için ortak, hüzünlü…

Annelik ve yazmak hayatta en iyi bildiğim konulardan. Belki zoraki bir bağ kuruyor kalbim bilmem mümkün değil ama ben tüm evlatlarıma burun direğimi sızlatan bir sevgi beslediğimden çok eminim.

İki kitabımı da elime aldığımda herkes gitsin kitabımla biraz yalnız kalayım istedim. Kahkaha atıp neşeyle kutlamak isterdim ama kutlamak yerine “biz neler yaşadık be!” duygusuna girmek sanırım bizim toprakların armağanı. İki kitabımı da elime aldığımda aynen öyle oldu, gözlerim dolarak sayfalarına fısıldadım: “Biz neler yaşadık be!”

Biliyoruz ki üç çocuklu bir annesiniz, ilk romanda olduğu gibi bunu da üç çocuğa bakarak yazdınız. Bu konuda sizi en çok zorlayan şey ne oldu?

Mümkün olduğu kadar sorumlulukların eşit paylaşıldığı, demokratik bir evlilik yürütmeye çalışıyorum ama tekrar belirteyim “mümkün olduğu kadar!” Ne kadar farkındalıklı olursam olayım hâlâ içimden atamadığım öğrenilmiş çaresizlikler, evliliğin erkek tarafının ne kadar farkındalıklı olursa olsun almayı akıl edemediği sorumluluklar ve ne kadar kaçmaya çalışırsak çalışalım toplumun üzerinize dikili pörtlek gözleri tam demokratik bir evliliği yani sorumlulukların eşit paylaşımını mümkün kılmıyor.

Hal böyle olunca kafanızın içinde her an kaçabilecek, yazılmayı bekleyen harika cümlelerle okuldan aç gelecek çocuklara pilav pişirme mevzusu sık sık kapışıyor. Kazanan neredeyse daima pilav oluyor.

Onun dışında üç küçük çocuğun olduğu, oldukça gürültülü ve hareketli bir evde yazmak zorunda olan biri olarak yazarken en ufak bir sese tahammül edememe durumum da beni oldukça zorluyor. Maalesef konsantrasyonumu hemen kaybediyorum. İkinci kitabı saat 04.30-07.30 saatleri arasında, alarmla düzenli olarak uyanarak yazdım, bunu yapabilmiş olmaktan bir küçük gurur duyuyorum.

Aynı zamanda mesleğiniz gazetecilik. Haber bulma tutkusunun etkisiyle karşılaştığınız olayları kendi içselleştirdiğiniz şekilde anlatmayı mı tercih ettiniz, nasıl başladı yazarlık süreciniz?

Kendi yaptığım haberlerden malzeme çıkaramadım ama gazetecilik gibi çok ve çeşitli insanla muhatap olduğunuz bir iş en basitinden tip ve karakter kurgulamaya çok yardımcı oluyor.

Vazgeçemediğim anlatma biçiminin ironi olduğunu düşünürsek üçüncü sayfa haberleri ve gündüz kuşağı programları benim için tam bir hikâye madeni.

Yazmaya başlamakla ilgili bir miladım yok. Yapmak eyleminin neredeyse hemen her zaman yapabilmekle ilişkili olduğuna inanırım. Bir şeyi iyi yapabiliyorsanız onu bir gün mutlaka fark edersiniz ama devam ettirip ettirmemek tercihe bağlıdır. Ben de hayatımın bir yerinde iyi bir anlatıcı olduğumu keşfettim ve devam ettim.

Mesajlar vermek, insanlara bir yol göstermek, derdi pay etmek sizde rastladığımız özelliklerden biri. Siz bir yazar olarak edebiyatın neresinde duruyorsunuz?

Çirkin Kadınlar İçin Hayatta Kalma Rehberi’nde Peri diyor ki: “Sanat elimizdeki mikrofon gibi, daha geniş kitlelere sesimizi duyurmamızı sağlıyor…” Ben aynen böyle düşünüyorum. Yani bir kere geldiğim şu hayatta elime etkisi henüz çok geniş olmasa da bir mikrofon almayı başarmışım; tamam gülelim eğlenelim hatta hakkımızdır, delirip saçmalayalım ama biraz da bu imkânı insanların faydasına kullanalım. Kitaplarım dışında etkin kullandığım bir Instagram sayfam var ve yolum orada nedense pek çok sosyo ekonomik ve kültürel olarak toplumun daha alt katmanlarından kadınla kesişti. Bazılarının kendine bir yol açmak için teşvik edilmeye ihtiyacı olduğunu gördüm, bazılarının benim de bir zamanlar kafamı kurcalayan ama sonradan çözümünü bulduğum sorunlarla boğuştuğunu gördüm. Hazır elimde mikrofon var ki bu bir yönüyle ülkeyi de dünyayı da daha yaşanabilir bir yer haline getirme fırsatı demek, neden birilerine dokunmayayım?

Ben de pek çok yazar gibi hayatı kitaplardan tanıyan çocuklardandım, mümkün olabilse hep öyle kalsın isterdim. Artık benim kitaplarımdan da hayata dair ipuçları toplayan insanlar var; edebiyatı, anlatmayı, iyi anlatmayı ne kadar seversem seveyim dünyaya tek bir tuğla koymadan sonlandıracağım bir kitabım olmayacak.

Çirkin Kadınlar İçin Hayatta Kalma Rehberi’ni yazmakla okura neyi kazandırmayı amaçladınız?

Bir yanlışın çok yaygın veya baskın olması onun yanlış olduğu gerçeğini değiştirmez. Bir yanlışın bizim boyumuzdan çok büyük olması onunla kendi cüssem kadar da olsa mücadele edebileceğim gerçeğini değiştirmez. Kitap genel itibariyle güzellik endüstrisine sert bir eleştiri niteliğinde olsa da genelinde bu çok önemli mesajları taşıyor.

Kitap henüz çok yeni ama öte yandan ilk aldığım tepkilerden bile görüyorum ki birilerine yalnız olmadığı, yanlış olmadığı mesajını vermiş. Bunu yapabilmeyi çok istiyordum.

Kitapla ilgili beklentiniz, ulaşmasını istediğiniz nokta nedir?

Başta kendini bu hayat karşısında iyi hissetmeyenler olmak üzere keşke tüm kadınlara ulaşabilsem. Hatta erkeklerin kadınların dertlerini ciddiye aldığı, bu dertlere çözüm bulmayı önemsediği bir dünya olsa da erkeklere ulaşabilsem. Ben kitaplarımı “kız kardeşlikle” diye imzalarım. Kız kardeşin iyisi eğlencelidir, anlayışlıdır, suç ortağıdır, tatlı tatlı muzırdır yani neresinden bakarsanız hayatı daha çekilir hale getirir, keşke o kız kardeşliği herkese hissettirebilsem…

edebiyathaber.net (9 Temmuz 2024)

Yorum yapın