Zaman, geçmişin ve geleceğin şimdide yaşamayı sürdürmesidir. Şimdiyi yaşarken, geçmiş peşimizden gelir, yol boyu topladıklarıyla bir yumak gibi geleceğe doğru büyüyerek ilerler. Geçmişte yaşadıklarımızın anı haline gelebilmesi için dile getirilmesi gerekir. Eski fotoğraflara bakarak ya da eski objelerin sergilendiği mekânlarda gezerek yitirdiğimiz tarihselliği belleğimizde yeniden canlandırmak isteriz. Romantizmi nostalji duygusuyla birleştirerek tarihimizden ve köklerimizden kopuşunun yarattığı gerilimi ortadan kaldırmaya çalışırız. Gardıroplarımıza aldığımız farklı dönemlere ait kıyafetler ve bilgisayarlara kaydettiğimiz eski müzikler de aynı şekilde değişen postmodern dünyada güvenli bir liman arayışıdır.
Geçmişin şimdi içinde yaşadığı yer, bellektir. Sanatın temel özelliklerinden biri toplumsal bellekte tetikleyici rol üstlenmesidir. Anlamlı olan ve örnek teşkil eden tüm insan eylemleri çeşitli araçlarla kaydedilirler ve tekrar kullanılmak üzere saklanırlar.
Konu bellek olunca aklımıza ilk gelen isimlerden biri “dünyanın vicdanı” olarak tanıdığımız Eduardo Galeano’dur. Ona bu adın verilme nedeni, yazdığı metinlerle okurun kafasında bir vicdan muhasebesi yaratıyor olmasıdır. Kitaplarındaki gazete haberini andıran kısa metinleri, insancıl bir bakış açısıyla kaleme alır. Dünyanın neresinde olursa olsun, her türlü insana kucak açar, her koşulda özgürlüğü ve adaleti savunur. Bütün bunları yaparken, tarihçi titizliğiyle çalışır. Galeano, toplumsal bellek oluşturmanın sadece tarihçilerin değil, sanatçıların da görevi olduğunu düşünür.
Eduardo Galeano’nun Sel Yayıncılık tarafından çıkarılmış Kadınlar* adlı kitabı, Boş Gezegen ve Diğer Öyküler (1973), Ateş Anıları (1982), Kucaklaşmanın Kitabı (1989), Yürüyen Kelimeler ( 1993), Tepetaklak / Tersine Dünya Okulu (1989), Aynalar: Neredeyse Evrensel Bir Tarih (2008), Ve Günler Yürümeye Başladı (2012) adlı kitaplarından derlenmiş kadına dair bir arşiv niteliğindedir
Onlar, her dönemden, her yaştan, her sınıftan, bakış açılarıyla, düşünceleriyle, yönelimleriyle, eylemleriyle tarihin akışını değiştiren kadınlardır. Sömürgeciliğe, senatoya, kiliseye, faşizme, erkek egemenliğine karşı çıkmışlar, yazmış, hikâye anlatmış, şarkı söylemiş, dans etmiş, resim yapmış, büyüyle uğraşmış, kehanette bulunmuşlardır. Ama en önemlisi, severken, sevişirken, savaşırken, acı çekerken, ağlarken ve gülerken, her halleriyle erkekleri şaşırtmışlardır.
Galeano’ya göre hayatın belleğini tutan, onu yöneten ve yönlendiren kadındır. “…En yaşlı dişi fil. Sürünün en yaşlısı ve en bilgesi. Sürünün en önde yürüyeni.” (s.18)
Kadın, bilge olduğu kadar, tehlikelidir de… “O kadın gizli bir ev. Her bir köşesinde sesler ve hayaletler saklıyor. Kış gecelerinde dumanlar tüttürüyor.” (s.117) Yine de bütün bunlar erkeğin cesaretini kırmaya yetmez. “Ben bir kadının yanı başında uyuyorum. Ben bir uçurumun yanı başında uyuyorum.” (s.127)
“Hatırlamak”, kadın için çok önemlidir. Bu onun içgüdülerinden kaynaklanır. “Korint Körfezi’nde yataklardan birinde yatan bir kadın, odun ateşinin ışığında, uyumakta olan aşığının profilini seyrediyor. Adamın gölgesi duvara vuruyor. Aşığı şu anda kadının yanında yatıyor ama gidecek. Duvardaki gölgesi, yolculuk arkadaşı da, onunla birlikte gidecek ve onunla birlikte ölecek. Şu anda henüz gece. Kadın, korların içinden, yarısı yanmış bir odun parçası alıyor ve duvara gölgenin konturlarını çiziyor. Bu çizgiler gitmeyecek. Kendisini kucaklamayacaklar, bunu biliyor. Ama en azından gitmeyecekler.” (s.19)
Bellek, çekilen acıyı zamana sabitler. Bu yüzden kadın, ömrünün sonuna dek acı çekmeye mahkûmdur. Akinolu Aziz Thomas’a göre “Kadın, doğanın bir hatasıdır, düşük nitelikli bir spermden doğar.” (s.174)
Arjantinli bir genç kız olan Cecilia, askeri diktatörlük döneminde yapılan işkencelere dayanamayarak en iyi arkadaşını ele vermiştir. 2008 yılında generallerin yargılandığı bir mahkemede bütün olup biteni anlatır. Mahkeme çıkışında biri yanına yaklaşıp sorar: “Peki bu olaylardan sonra, yaşamaya nasıl devam edebildiniz?” Kadının cevabı düşündürücüdür. “Yaşadığımı size kim söyledi?” (s. 164)
Toplulukların anadillerini belleklere kazıyan, yaşatan ve devamlılıklarını sağlayan, annelik rollerinden dolayı yine kadınlardır. “Dünyanın bir ucundaki Tierra del Fuego’daki (Ateş Toprakları) Onas yerli kabilesinin son temsilcilerinden biri olan Angela Loij 1974’de öldü; böylece o dili konuşan son kişi de. Angela, tek başına şarkı söylerdi; artık kimsenin hatırlamadığı o dildeki şarkıları, başka kimse için değildi: O gitmiş olanların, ayak izlerini takip ediyorum. Yitik bir haldeyim.” (s.20)
Belleği harekete geçirmek için yeri geldiğinde objelerin yerine geçen küçük simgeler bile yeterli olabilir. İdeolojik fikirlerinden dolayı mahkûm olan Uruguaylı Didasko Peres adlı öğretmenin beş yaşındaki kızı Milay’ın hikâyesi bunun en bariz örneğidir. “Milay babasına önce bir kuş resmi getirir. Muhafızlar resmi, cezaevinin kapısında yırtarlar. Çünkü içeri kuş resmi sokmak yasaktır. Ertesi pazar, bir ağaç resmi yapar. Ağaçlar yasaklı olmadığından resim içeriye alınır. “Didasko resmi överken kızına ağaçların yaprakları ve dalları arasındaki rengârenk küçük yuvarlakların ne olduğunu sorar: “Bunlar portakal mı? Meyveler mi?” Küçük kız onu susturur: “Şşşişttt.” Ve kulağına sessizce fısıldar: “Şaşkın. Onların göz olduğunu göremiyor musun? Sana gizlice getirdiğim kuşların gözleri.” ” (s.85)
Sanat eserleri, kahramanları, göçleri, soyağaçlarını sergileyerek zamanın ve mekânın birer parçasına dönüştürür ve onlara meşruluk kazandırırlar. Bellek, göçmenler ve soyu tükenmekte olan topluluklar için, kimliklerini koruma aracı olarak özellikle önemlidir.
Galeano, dünyanın dört bir tarafındaki, göçlerle ve katliamlarla, soyu tükenmekte olan toplulukların belleğini tutma rolünü üstlenir. Mayalar da bu topluluklardan biridir. Ona göre, “Mayalar sabırlı insanlardır. Beş asırdır süren bir katliama rağmen, hayatta kalmayı başardılar. Onlar zamanın tıpkı örümcek gibi ağını çok yavaş ördüğünü bilirler.” (s.22)
“Alice 1686’da köle olarak doğdu ve köle olarak yüz on altı yıl yaşadı. 1802’de onunla birlikte, Amerika’daki Afrikalıların belleğinin bir kısmı da öldü. Alice okuma yazma bilmiyordu, ama uzaklardan gelen efsaneleri ve yakın civarda yaşamış hikayeleri anlatan seslerle dopdoluydu.” (s.21)
Sonuç olarak, bu kitaptaki “her kadın, tüm kadınları temsil…” (s.7) eder. Kendi deneyimlerini, diğerlerinin deneyimleriyle birleştirerek kadın belleğini oluşturur. Kadını tarihe eklemek ve zamanın akışı içerisinde görünür kılmak gibi önemli bir görev üstlenir.
*Galeano, Eduardo; Kadınlar, Çev. S. Doğru, Sel Yayıncılık, İstanbul, Şubat 2016
Ayşe Korkmaz – edebiyathaber.net (25 Nisan 2019)