Destanlarda kahramanlar hep erkektir. Kadınlar sadece anne, eş veya sevgili olarak yer alır. Bu anlayışı tersyüz eden bir kitap var elimde: Kadın Destanı.
Çağdaş Türk edebiyatının öncülerinden olan Ayla Kutlu okurların hafızalarında yer edinecek bir eser sunmuş. Bir manzume olan Kadın Destanı, klasik destan yapısı ve koşuk biçiminde kaleme alınmış. Mitolojik zamanlardaki kadınların hikâyesini günümüze taşıyan bu eser, tarihin her anına tanıklık eden ancak yok sayılan kadını ön plana çıkardığı için oldukça önemli. Kadınlar burada figüran değil, hayatın başrolünde yer alıyor.
Yazar bu eserinde eril bir dille yazılan Gılgameş Destanı’na meydan okuyor. Kadını yok sayan Gılgameş Destanı’nın aksine Kadın Destanı’nda bambaşka bir perspektif kullanılıyor. Gılgameş’teki ana konu olan ölüm korkusunun yerini korkusuzluk alıyor, çünkü burada ölümsüzlüğün sırrı çözülmüştür. Asıl mesele dünyaya iz bırakmaktır. Yazar bu mesajı destanın başında Liyotani’nin gözünden şu şekilde aktarıyor: “Yenilmemek ve unutmamak için ölmem gerekiyor. Gerçekleri yarınlara ancak bu yolla iletebilirim. Bunu yapıyorum. Yürümekten başka hiçbir şey bilmeyen tarihin bir molasında kadınlara ulaşmayı umuyorum. Onların beni anlayabilecekleri bir molaya kadar beklemesini bilirim. Kaç bin yıl olursa olsun… Beni anlayacak olanlar: Kadınlar! Ey yazar, anlat onlara! Onlara kadının diliyle anlat!”
Bizlere bambaşka bir dünyanın mümkün olduğunu gösteren bu eser, görülmeyeni görünür kılıyor ve dile gelmeyeni yüksek sesle haykırıyor: Kadınlar vardır ve yaşamın her anına ortaktır! Beş bin yıl öncesini bugünün kadınlık hikâyesine bağlayan yazar, kadınların yok sayılmasına karşı duran bir destan yaratmış. Yazar kadınların gücünü vurgulayarak, “Kadının yenilgisi ve yengisidir Nippukir’in öyküsü. Yenilmeyi kabullenen yerde olursan, yenilirsin. Yengiyi görürsen önünde, yerin zafer tahtının yumuşak minderidir.” diyor ve sadece Liyotani’nin Nippukir olma sürecini anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda olumsuzluklara karşı mücadele etmemiz için hepimizi cesaretlendiriyor.
Eserin başkahramanı Nippukir/Liyotani “tapınak yosması ve başrahibe” olarak iki kimlikle anlatılıyor. Küçük bir kız çocuğu olan Liyotani, Tanrılar Tapınağı’na getirilir ve kendisine bir seçim hakkı verilmeden sadece tek bir yol gösterilir. Kral Gılgameş Uruk halkının çektiği sıkıntıları yok saydığından Kırlar Tanrıçası Aruru, Gılgameş’e engel olması için bir avuç topraktan Engidu’yu yaratır. Liyotani’ye bu vahşi yaratığı ehlileştirme, olgunlaştırma görevi verilir ve sadece Liyotani değil, Uruk halkı için de büyük değişimler başlar.
Sümerlerin toplumsal yapısının da irdelendiği bu eserde aynı zamanda toplumsal bir eleştiri ve isyan da var. Kadının arka planda tutulmasına, köleliğe ve yoksulluğa karşı bir başkaldırı…
Kadını, doğayı, yoksulluğu, cinselliği yani hayata dair ne varsa her şeyi şiirle buluşturan Kutlu, eril zihniyeti ifşa ederek okurları mitolojinin büyüsüyle donatıyor.
Neredeyse her cümlesi alıntılanmaya değer olan Kadın Destanı’nda çok uzatmadan son sözü “Anlatmayı seviyorum” diyen yazara bırakalım:
“Anlat…
Hakimliğindeki ikiyüzlülüğünü erkeklerin.
Kapalı odalardaki zavallılığını…
Aklını erkeklere önce ödünç, sonra temelli veren kadınların acısını anlat.
Öyle kadınların hiçbir şeyi yenemediklerini
Ve değiştiremediklerini, dünyayı.
Böyle durdukça acıların tütsüler gibi uzayacağını,
Uzak dumanlara benzeyeceğini,
Yaşamlarının, asla içine girilmeyeceğini.
Anlat bunları Nippukir, seni zamanın ötesine taşıyalım.
(…)
Liyotani’yi anlat. Neler yaşamış, nasıl Nippukir olmuş?
Ben, deme artık. Anlat tarafsız öyküsünü iki kadının.
İki ayrı insan gibi yaşayan…
Süt emenin ve ırzına geçilenin,
Hor görülenin…Bugün ve binlerce yıl sonra…
Ve yüceltilenin… Aynı bedende saygınlığın doruğuna yükselenin:
Anlat hikâyesini…”
Anlatılan kadınlığın hikâyesidir…
Gönül Ekici – edebiyathaber.net (9 Mayıs 2018)