Futbolun ateşi hâlâ yanıyor mu? | Serkan Parlak

Şubat 11, 2019

Futbolun ateşi hâlâ yanıyor mu? | Serkan Parlak

“On bir yaşında bir çocuğun ayrı yaşadığı babasıyla iletişim kurma yollarından biri olarak gittiği bir futbol maçı nelere kadir olabilir? Bir futbol oyunu bir insanın hayatını ne kadar belirleyebilir? Kendisini entelektüel olarak tanımlayan bir insan bir oyuna yakasını ne kadar kaptırabilir? Alt tarafı bir oyun olan futbolla aşk ilişkisine girmek ne derece mantıklı olabilir? Futbol tutkusu bir insanın diğer tutkularını ne kadar etkileyebilir?”

Nick Hornby, Futbol Ateşi adlı otobiyografik romanının ilk bölümünde çocukluk ve ergenlikte futbol taraftarlığının nasıl oluştuğunu anlatır. Yazara göre biraz abartılı da olsa futbol aşkı yalnızca çocuklara bulaşan bir hastalıktır. Bu ilişki belli bir süreçte zorunluluklara bağlı olarak değil, kendiliğinden oluşur. Başlangıçta takımın maçı televizyondan izlenir, radyodan dinlenir, sonunda sahaya maça gidilir. Futbolla birlikte çocuk kahramanımızın önüne yeni bir yaşam alanı açılır: futbol sahası, tribünler, yol kıyısı mekânları… Tribün kültürü de çocuğun dikkatinden kaçmaz. Sigara, küfür, kalabalık insan topluluklarının bir arada olma halleri gözlerinin önüne serilir. İnsanlar tiyatroya para verip eğlenmeye giderler. Stadyumda ise acı çekerek eğlenilir, çünkü sonuç ne olursa olsun maç bitimlerinde küskün bir düş kırıklığı söz konusudur. Çocukluk aslında hüzne yer vermez, sebepsiz gülme krizleri gelir. Her yerde eğlenilir ama maçlar üzer, sıkar; üzüntü, keder ve endişe duyguları dışa vurulur.

Çocukluk ve ergenlikte taraftarlık acı, gözyaşı ve mümkün olduğunca çok sayıda maça gitmeyle özdeşleşir. Kale arkasının kırgın ve kızgın insanlarından nasıl öfkelenileceği öğrenilir. Taraftar topluluğuna katılımda 70’li yılların İngiltere’sinde maça girişlerde çocuk taraftarlara dağıtılan “Futbol Yıldızları Albümü” önemlidir. Futbol sayesinde okulda sohbet edeceği yeni arkadaşları, okul hizmetlileri olur. Kıyafet, yaş, sınıf içi başarıdan kaynaklanan sorunlar futbol bilgisiyle aşılır. Erkeklerle iletişimi kolaylaştıran futbol kadınlar ve çocuklarla tam tersine sınırlandırır.

Taraftarlık kültürü çocukluk ve gençlik günlerinde düzenli maç izleyerek oluşur. Günümüzde ise bilet fiyatlarının, deplasmana gidiş-dönüş maliyetlerinin yüksekliği buna engel olmaktadır. Annesi harçlığını kitap, plak ya da sinema biletine ayırmasını değil de maçlarda harcamasını ister, çünkü o da günün nasıl geçtiğinin paylaşıldığı klişe orta sınıf sohbetlerini yaşamak istemektedir. 70’li yıllar İngiltere’sinde maçlara özel futbol trenleri vardır. Deplasmana giden holiganların arasında kendinden kurtulup gövdeye karışır. Maçlar ve spor sayfalarından yer adlarını, holigancılık sayesinde sorgulamaksızın bir topluluğa ait olmanın değerini, sonucunu değiştiremeyeceği şeylere vakit harcamayı, kalpten ölmüş bir taraftarın cesedini gördüğünde ölümü öğrenir.

Kahramanımız maçları stadın öğrenci mevkiinden izler. Öğrenci mevkii güvenli bir sığınak, ideal bir mekândır onun için. Aynı zamanda yoksul ve bıçkın çocukların, geleceğin holiganlarının beslendiği bir yataktır da. Düzgün kıyafetleri, elinde maç kitapçıklarıyla ayrıksıdır. Stat çıkışında omuz yer, çıkan kavgada atkısını çaldırır, yanından geçip giden yetişkinlerin umarsızlığına şahit olur. İyi niyetli bazı rakip takım taraftarlarının maç sonunda fanatiklerce dövüldüğünü görmek korkularını artırır. Bazı insanların futbolu gerçekten doğal amaçlarla sevmediğini anlıyordur artık. Her şeye rağmen tribünlerinde taraftarıyla birlikte maçını izlediği takıma yani Arsenal’e abayı yakmıştır bizimki.

Taraftarlık fanatikliğe evrilmeye başladığında maç günleri gerginlikten kaynaklanan mide bulantıları başlar. Maçtan iki saat önce hava soğuk da olsa statta olunmalıdır. Kaybedilen maçlardan sonra takım futbolcularının alkışlanmasını ihanet gibi görmeye başlar. Yenilgi sonrası sınıfta alay ritüellerine katlanır. Yalnızlık ve farklılık duygusu inek ya da ispiyoncu öğrenci psikolojisine benzer, kazanıldığında yaşanacak sevinçten mahrum olma durumu kötüdür. Belli periyotlarda bunu yaşamayı göze almak cesaret gerektirir. Sonraki haftalarda önemsiz bir maçta alınan bir galibiyet ise her türlü yas ve üzüntüyü unutturur, çocuksu sevinç geri döner. Taraftar bir çocuk için asla unutulmayan, tatmin edici bir maç şöyledir: Babayla gidilen, maç öncesi kimseyle paylaşmak zorunda olmadığın balık-ekmeğin yendiği, tribünün sahayı iyi gören bölümünden izlenen, takımın sahaya çıkışının herkesten önce kutlandığı, sezon şampiyonuyla oynanan, iyi oyun ve iki güzel golle kazanılan, karşı takımın önemli olduğunu ispatlar biçimde taraftarın tribünleri neredeyse ağzına kadar doldurduğu, günün maçı için değil büyük maç için televizyona çekilen, sonuçta gerçek hayatta olması çok zor sıra dışılıkların bir araya geldiği bir maç.

Gazetelerde futbol haberlerinin azaldığı sıkıcı yaz tatillerinde imdada milli takım ya da Dünya Kupası yetişir. Futbolda takımına sadakat insanın sırtında çıkan bir kambur ya da sivilceye benzer; ama milli maçlardan keyif alınır, eğlenilir, takım taraftarlığının sorumluluklarından kurtulur insan. 70’li yıllarda tüm dünyada canlı yayınların başlamasıyla futbolun tüketimi farklılaşır. İzlediği ilk kupada Brezilyalı futbolcuların ayak oyunları, Pele’nin varlığı, gol sonrası takım sevinçlerinin orijinalliği ufkunu açar. Futbol hayalperestleri kendine çeker. Arsenal’de ünlü olup da medyatik olmayan futbol yıldızları vardır hâlâ, onlara hayran olunur, rakip takımın taraftarını tahrik edip her türlü şiddete maruz kalınmasına neden olsalar bile. Tuttuğu takımın bir futbolcusuyla konuşmak “Bugün oynayacak mısın Bob?”sorusuna “Evet!” yanıtı almak ya da “Bacağın nasıl, bir imzalı resminizi alabilir miyim?” diye sormak nasıl da havaya sokar bir çocuğu. Futbolcularla barda buluşup takımdaki öteki futbolcuların dedikodusunu yapma hayalleri kurulur, final maçlarına yetişememe kâbusları görülür. Takıntılı insanlar küçük görülür ama ileride bir oğlu olursa ona takımın popüler futbolcularından birinin adını koymak ister.

15 yaşına geldiğinde öğrenci mevkiinden ateşli taraftarın olduğu kale arkası tribününe geçişi hayatının dönüm noktalarındandır. Yükselen sesler, tezahüratlar, kimliksiz olma, fark edilmeme duygusunu sever. Zamanla şiddete eğilim konusunda onlara benzemeye başlar. Deplasman takımlarının attığı gollerde yeni yetme holiganların komik kendini gösterme biçimlerine katılır: “Dışarıda gününüzü göstereceğiz. Evinize bir Londra ambulansıyla döneceksiniz. ” Seçimleri geleceği görme konusunda sınırlıdır. Futbol taraftarlığı da, ona bağlı olan aptal, kör ve vahşi öfke de kendiliğinden gelişir, aynen kadınların erkeklerin karakterleri hakkında futbol üzerinden genelleme yapmalarındaki gibi. Hafızası tuttuğu takımın maç fikstürü üzerinden şekillenir. İlk gerçek aşk ilişkisinin bitişini hayal kırıklığı yaratan maçlarla çakıştırır. Hayatta ve futbolda talih adaletsiz dağıtılmıştır. Ayrılık mağlubiyetle eşdeğerdir. Ergenlik döneminde bir kız tarafından terk edilmek onu takımın mağlubiyetinden daha çok üzer, kulüple arası açılır. Hayatının gidişatıyla maç sonuçları, takımın genel durumu nasıl da uyumludur birbiriyle. Aslında takımdan kopuşu ergenlikle başlamıştır. Liseyi bir yıl uzattığı yıl okul çıkışlarında, cumartesi günleri eskiden maç bilet parasını çıkarmak için çalıştığı mağaza stoklarını düzenleme işine tekrar girer. Çalışanlar arasında liseli kızlar da vardır, maç bileti parasıyla artık kızlarla sosyalleşebileceği ortamlara girer. Çocukluk ve ergenlik döneminde hayatının odak noktası Arsenal maçlarının olduğu cumartesi günleridir, hayatının merkezinde futbol vardır, futbol aslında hayatın ta kendisidir. Kaybetmenin acısı, sevinç, hırs, aşk, can sıkıntısı, yeni arkadaşlıklar futbol üzerinden yaşanır, ama sevgilisinin onu terk etmesi takımın değil onun başına gelen bir şeydir.

Üniversitede arkadaş grubu değişir. Çocuklukta edindiği Kurbağa, Caz, Fare gibi lakapları olan arkadaş grubu yerine daha entelektüel kaygıları olan edebiyat, müzik ve politikaya ilgi duyan yeni bir arkadaş grubu edinir, maçları televizyondan izlemeye başlar, futbolun ruhu için değil sanat olarak izlemesi gerektiğini öğrenir. Kitapların zorlaştığı, kızlarında hayatının merkezinde olmadığı ergenliğin ilk yıllarında kendini ancak futbolun içinde kaybedebiliyordu ama artık Highbury’e, Arsenal’e ihtiyacı yoktur, zaten stattan ayrılmadığı çocukluk yılları belki de hayatını kurtarmıştır. Kahramanımız futbolu daha az karmaşık, az gelişmiş zevklere sahip insanlara bırakırken akademik ve romantik potansiyellerini hayata geçirmeye yönelir.  Sessiz sedasız kendi halinde süren çocukluğundan, ergenliğinden kurtulmak, yeni bir hayata başlamak için Arsenal taraftarlığına veda etmek zorundadır. Zorunda mıdır gerçekten?

Serkan Parlak – edebiyathaber.net (11 Şubat 2019)

Yorum yapın