En komik anların altında en ağır dramların var olduğunun farkındayız değil mi? Sinemada, tiyatroda örneklerini çokça izledik. Edebiyatta da durum değişmiyor. Keyifle, gülümseyerek hatta kahkahalarla okuduğumuz kitapların temelinde hep aynı dram yatıyor. Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı örneğin. Ya da Aziz Nesin’in kitapları. Roald Dahl’ın Charlie’si… Ve bir başka örnek de edebiyatımızın küçük devi Muzaffer İzgü’nün kitapları. Kendisini tanıyabilmiş, kendisiyle sohbet edebilme şansını yakalamış biri olarak yazıyorum bu satırları. Öylesine babacan öylesine sevimli bir insandı ki… Keşke biraz daha yaşayabilseydi biraz daha yazabilseydi bizim için. Bugün hâlâ kitaplara yakınsam bunun temelinde tuğlası olan bir isimdir. Çünkü onun Ökkeşleriyle okumayı sevdim ben. Sonrasında nice kitabını okudum. İçimde en çok yer edense Dayak Birincisi ve Gecekondu’dur.
Öyle bir dramdır ki yaşadığı, bir sohbetimizde anlattığı, gecekondularına her yaz başka bir taraftan açtıkları pencere anıları, açlıktan kıvranırken yaşadıkları hayalî mangal ziyafetleri, insanın içini yakan, yakarken de kahkaha attıran sahnelerdi.
Muzaffer İzgü’nün adını ne zaman okusam ilk olarak bu anlattıkları gelir aklıma. Gözlerimi yaşartırken tebessüm de ettirir aynı zamanda. Tebessüm ediyorsak bu dramlara neşeyle anlatmasındandı. İşte benzer bir örnek de “Çizmeli Osman”da çıktı karşıma. İnsan elinde olmadan düşünüyor böyle ağır dramları, yoksunluğu, yoksulluğu nasıl gülmeceye çevirebiliyor diye. Ve yanıtı yine kendim veriyorum kendime: Muzaffer İzgü, bu yüzden Muzaffer İzgü’ydü.
Kitabın sunuş yazısında şöyle seslenmiş yazar. Her ne kadar sevgili çocuklar dese de o, aslında hepimize. “Sizler için yazdığım bu romanda, sizlerden birini anlattım. Varsılların giydiği o güzel ayakkabıları giyemeyen, bir lastik çizme alınınca da uçarcasına sevinen Osman’ı… Osman’ın yaşadığı çevreyi, onun kalabalık ailesini, gecekondularını anlattım. Bir lastik çizmenin başından geçmiş gibi, o lastik çizmenin ağzından anlatılanları ilgiyle okuyacağınız ve Çizmeli Osman’ın sevinçlerini, üzüntülerini yüreğinizde duyacağınız inancındayım.”
Kitabın ilk basım yılı 1980. Elimdeki on ikinci ve şimdilik son baskının ise Ekim 2017. Otuz yedi yıllık bir zaman söz konusu. Ve bunca yıla rağmen eskimeyen bir kitap. Eskimiyor çünkü her ne kadar yaşadığımız kentler yenilense, plazalar, kuleler inşa edilse de Osmanlar hep var oluyorlar. Dün o kulelerin yerinde yaşıyorlardı belki, bugünse kulelerin hemen ardında. O plazalara, gökdelenlere girip çıkarken görmek istemeyenler görmese de Osman orada. İnanmayan uzatsın başını ve arka sokağa bir baksın.
Osman orada ve hâlâ bizden biri. Otuz yedi yıldır var bu kitapla. Öncesinde de vardı. Ve tahmin ediyorum ki bir otuz yedi yıl sonra yine olacak. Belki bugünkü yerinde olmaz ama bir yerlerde mutlaka olacak.
Osman üç kardeşi, annesi-babası ile birlikte altı kişilik bir ailenin çocuğu. Bir bayram arifesi babası ona alıyor bize hikâyeyi anlatan çizmeyi. Ve sonrasında o çizmenin ağzından dinliyoruz Osman’ın sevincini, heyecanını, çocuk yüreğinin içine nasıl sığmadığını. Kitabın sonunda ise Osman’ın lastik çizme gibi bir kaderi yaşadığını görüyoruz. Sinemada film olarak izlense peçetenin yetişmeyeceği bir sahne. Osman’ın bütün saflığı gözler önünde. Annenin isyanı, babanın çaresizliği… Kitabı okuyacak çocukların inanmakta zorlanacağı bir gerçeklik. Zülal Öztürk’ün çizimleri kitabın diliyle ve anlattığı çevreyle müthiş uyumlu. O kara mizahı güzel yansıtıyor.
Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan Çizmeli Osman, “iyi ki bu dünyadan bir Muzaffer İzgü geçmiş” dedirtecek kitaplarından biri ustanın.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (25 Aralık 2017)