Karanlıktaki umut | Havvanur Taflan

Haziran 23, 2024

Karanlıktaki umut | Havvanur Taflan

Gelecek, diğer insanların onu nasıl değerlendireceğiyle, ona nasıl katılacağıyla ve tüm bunların bizim geleceğe dair deneyimimizi nasıl etkileyeceğiyle ilgili…  Değişmeyen bir ve sorun yumağında debelenip duran duyarsızlaşmış bu dünyada… Bir umutsuzluk sarmalındayım.  Geleceği tanımlamaktan tereddüt ediyorum. Onun varlığından bile emin değilim artık. Tüm siyasi ve kurumsal çıkarlar içinde yaşanabilir, insani bir geleceğin olacağına olan inancımı kaybetmek üzereyim. Güçler ayrılığının, ifade özgürlüğünün, dini hoşgörünün tüm o tartışmasız olan sivil özgürlüklerin gasp edildiği bu ortamda… Güç ve iktidar sarhoşluğundakilerin aldıkları kararların neden olduğu tüm bu zararların içinde ne yaparsak yapalım geleceğe müdahale edemeyeceğimizi hissediyorum.

Her tarafımız acı ve yıkımlarla dolu… Her şey daha da kötüye gidiyor gün geçtikçe. Tüm yaşadıklarımıza rağmen yeni bir siyasi ideolojik tavır geliştirmek yerine derin bir “körleşme” içindeyiz hala. Geçici çözümlerle kandırıyoruz kendimizi… Metalaştırılmış mutluluğun o yanıltıcı ideallerinin sarhoşluğundayız. Oysa Toni Morrison’un dediği gibi; bu etiketleri kabul etmek zorunda değiliz. Herhangi bir tanımlayıcı kategoriye razı olmamıza yalnızca vergi mükellefi, tüketici, azınlık veya çoğunluk olmamıza gerek yok. Morrison gençlere seslendiği konuşmasında kendi hikâyelerine sahip çıkmalarını ve tüm o eski paradigmaları reddetmeleri gerektiğini söylüyor. “Sizler kendi hikâyelerinizsiniz ve bu nedenle zenginlik olmadan insan olmanın ne demek olduğunu hayal etmekte ve deneyimlemekte özgürsünüz. Başkaları üzerinde tahakküm kurmadan, pervasızca kibirlenmeden, sizden farklı olanlardan korkmadan, kum havuzunda öğrendiğiniz nefretleri döndürmeden insan olmanın nasıl bir his olduğunu anlamak zorundasınız.” Ya biz? Neden onca deneyimimize rağmen yapamıyoruz bunu…

Geçmiş ‘saygıya ve aktarılmaya değer’ değerlerle dolu olarak belleklerdeydi bir zamanlar… Ya şimdi… Tanıklık ettiğimiz (…) onca kötülüğü geçmişin hanesine yazmakla meşgulüz. Oysa tüm bu çarpıklıkları ve yalanları tespit etmeye ve geçmişin sırlarını açığa çıkarmaya istekli olsak (olabilsek)… Hayal ettiğimiz (…)  gelecekten daha özgürleştirici olmaz mı bu bizim için?

Takıntı haline getirdiğimiz güç ve iktidar olma isteği… Sonu var mı bunun? “Delhi sultanı Muhammed Bin Tuğluk, geceleri hakaretler içeren mektuplar bulur. Bunun üzerine Delhi’de taş üstünde taş bırakmamaya karar verir. Kentte yaşayanların tümünün evlerini satın alır onlara başka bir kenti başkent yapmak istediğini ve oraya gitmelerini emreder. Bazıları bu buyruğu dinlemezler. Birkaç kişi evlerinde saklanır. Sultan kenti arattırıp bunları buldurur. Sokakta biri topal biri kör iki adam bulurlar. Sultan topalın mancınığa bağlanıp fırlatılmasını, kör olanın da uzak kente götürülmesini emreder. O tarihlerde bu yolculuk 40 gün sürer ki kör, yol boyunca parça parça olur ve kente sadece bir bacağı gelir. Bu olaydan sonra kentte kalanlar korkudan her şeylerini bırakıp Delhi’yi terk ederler. Yıkım o kadar kötüdür ki kedi köpek dahi kalmaz şehirde. Bir gece sarayın damına çıkan kral hiçbir yaşam belirtisi görülmeyen şehre bakar, ‘şimdi öfkem yatıştı’ der. Sonrada şehri yeniden canlandırmak için başka kentlerde yaşayanlara buraya gelmeleri için haber gönderir.” Sultanın içinin rahat olmasının nedenini gözünün görebildiği yerde kendisine karşı çıkabilecek bir insanın kalmamasına ve tüm bu insanlardan sonra hayatta kalmış gibi hissetmesine bağlar Canetti. Tek, biricik olma, güce sahip olma olgusuna… Bugünden bakınca…  Her şey aynı değil mi sizce de?

Hayatımız üzerinde tam bir hâkimiyete sahip değiliz. Bunu anladık anlamasına da… Ama her zamankinden daha çok kendimizi bilmeye ihtiyacımız var bugün. Kendimizi, gölgemizi görmeye ve tanımaya… O karanlık yüzümüzle yüzleşmeye… Bunu başarabildiğimizde ancak onu kontrol edebilir ve dünyada yapılan tüm kötülüklere, katlanmak zorunda olduğumuz adaletsizliklere, acılara (o en sondaki gölgemiz karşısında) çaresizlikle teslim olmayız. Unutmayalım ki… Kim olduğumuzu ne demek istediğimizi söyleyecek o dili icat etme gücümüz elimizde… Ve hepimiz Morrison ‘un iyimserliğine inanmak zorundayız. “…insan kalbinin etik eğilimine inanan biriyim, zihnin sahtekârlıktan tiksinmesine ve hakikate olan iştahına inanan, güzelliğin vahşiliğine inanan biriyim. Yani benim bakış açıma göre ki (bu da bir hikâye anlatıcının bakış açısına göre) hayatınızı zaten sanatsal ve onu sanata dönüştürmeye hazır olarak görüyorum.”

Gerçekliği yeniden tanımak ve onu değiştirmek için neyi bekliyoruz o halde? Yapmamız gereken ise Saramago’nun Nobel konuşmasında dediği gibi; “…Dünyaya hükmeden çok uluslu ve çok kıtalı şirketlerin tartışmasız bir şekilde anti-demokratik olan güçleri, ideal demokrasiden geriye kalan her şeyi yok etti. Biz vatandaşlar da kendi görevlerimizi yerine getirmiyoruz. İnsan haklarının gerektirdiği görevler simetrik dağılmadan bu haklar varlık gösteremez. Bunun için sesimizi yükseltmek zorundayız. Haklarımızı talep ederken nasıl coşkunsak, yine aynı şekilde, görevlerimizin sorumluluğunu almalıyız.”  İşte bunu başardığımızda… Dünya biraz daha iyi bir yer haline gelebilir.

Umut bizim tek gücümüz. Değişim için ona ihtiyacımız var.  Tarih boyunca yaşanan tüm o değişimlerin geçmişteki derin köklerden, uzun süredir uykuda olan tohumlardan doğduğunu hatırlayalım.  Onlara yaratan gücün gölgelerden ve kenarlardan geldiğini… İşe bu yüzden umudu sahnenin ortasında aramayalım artık. Çünkü o kenarlardaki karanlıkta bekliyor bizi.

Ve bu sefer… Zaferin ya da sadece kötülüğün ortadan kaldırılması için değil… İyiliğin kurulması için kullanalım onu. Ama bunun için önce…

       Tan ağarsın istiyorsak bütün gece uyanık kalmak zorundayız.

Kaynak:

https://www.themarginalian.org/2015/07/21/toni-morrison-wellesley-commencement/

https://www.themarginalian.org/2016/03/16/rebecca-solnit-hope-in-the-dark-2/

https://oggito.com/icerikler/canettinin-sozcuklerle-ask-cinayeti/65394

https://www.edebiyathaber.net/yeni-bir-dunya-yaratmak-elimizde-havanur-taflan/

Yorum yapın