Muzaffer İzgü’nün Ökkeşleriyiz! | Mehmet Özçataloğlu

Eylül 5, 2017

Muzaffer İzgü’nün Ökkeşleriyiz! | Mehmet Özçataloğlu

Bazı yazıları yazmak zordur. İşte bu yazı da onlardan biri. Çünkü bir gün böyle bir yazıyı yazacağımı hiç düşünmemiştim. Yaşamı boyunca yazdıklarını bize güldürerek okutan bir insanın ardından ağlayarak yazı yazmak da kaderin bir cilvesi, yaşamın gerçeği…

Muzaffer İzgü ile tanışıklığım 80’li yılların sonuna denk gelir. Kaba bir hesapla yaklaşık otuz yıl önceye…  “Ökkeş Denizde” adlı kitap da Muzaffer İzgü adıyla tanışıklığıma aracılık etmiştir. Aradan geçen bunca yıla rağmen hâlâ hatırımdadır o kitabı okurken aldığım keyif ve gülümsemelerim. Ökkeş’le benzer yaşta olmamız, çocukluğumuzun o saflığı ve yaşadığım coğrafyanın benzerliğinden olsa gerek kendime çok yakın hissetmiştim Ökkeş’i. Sonrasında “Ökkeş Bahçıvan”, “Ökkeş Lunaparkta”, “Ökkeş Balık Avında”, “Ökkeş Maçta” ve dizinin diğer kitapları…

Aradan yıllar geçti. Eğitim hayatım bitti. Eğitimci günlerim başladı. Adıyla çok önceden tanıştığım yazarın kendisini de tanıma olanağı buldum. Onu öğrencilerimle de tanıştırmak boynumun borcuydu. Çünkü şu sözleri kulağımda küpeydi: “Ben çocuklara düş kurdurmayı seviyorum. Düş kuran insan düşünüyor demektir, düşünen insanın beyni çalışıyor demektir. Beyni çalışan soru sormaya başlar, soru sordu mu o kişi bireydir!” Karşımızdaki kitlenin nitelikli bir birey olması için çalışıyorsak çocukları mutlaka buluşturmalıydık Muzaffer Dedeleriyle. Telefon açtık, okulumuza davet ettik. O yaşına, onca meşguliyetine rağmen bizi kırmadı. “Beni şu saatte buradan alın” demedi. “Adresi verin, okulunuzu tarif edin gelirim çocuğum” dedi. Telefonda şaşkınlık yaşadım bir süre. Ne diyeceğimi şaşırdım. Karşımdaki insan Muzaffer İzgü’ydü ve ulaşımı bile talep etmiyordu okulumuza gelmek için. Tüm ısrarlarına rağmen onu evinden kendimiz almayı başardık. Arabaya binip de hal hatır ettikten sonra söz eşine geldi. O günlerde eşini yitirmemişti henüz. Gözleri parladı bir anda ve tereddütsüz söyledi: “Çocuklar, ben hayatta en çok karımı sevdim.” Uzun yıllardır rahatsızdı eşi. Muhakkak ki fiziksel olarak da psikolojik olarak da yorulmuştu yazar fakat hiçbir iz yoktu bakışlarında bu yorgunluktan. O küçük gövdesinde dev gibi bir yüreği taşıdığını anlamıştım o anda. Sonra çocukların karşısına çıktı. Onlardan daha şendi, daha coşkuluydu. Hayranlıkla izliyordum her anını. Aralarda sohbet etme olanağımız da olmuştu o gün. Yaşamından çok kısa kesitleri o denli keyifli anlatıyordu ki her anımız kahkaha her anlattığı bir hikâyeydi.

“Çocuk okuru olmayan bir toplumun yetişkin okuru da olmaz” demişti. Öylesine haklıydı ki, edebiyat dünyasının içerisinde kendime yön vermemde etkisi büyüktür bu sözünün. Madem bugünün çocuk okurları geleceğin yetişkin okurlarını oluşturacaktı, o zaman daha fazla nitelikli kitabı çocuklara duyurmak gerekirdi.

Yazdıklarıyla, anlattıklarıyla bizleri kahkahaya boğsa da yaşam hikâyesi öyle bir dramla örülüdür ki! Öylesine bir fakirlik, öylesine yoksunluk. Film olarak izlense ağlamaktan boğazı şişer insanın. “Zıkkımın Kökü” adlı kitabı da yazarın yaşam öyküsünü anlatan kitabıdır zaten.

Muzaffer İzgü adını duyunca  hatırıma bir de “Dayak Birincisi” düşer. Ne zaman okursam okuyayım ilk defa okuyormuş gibi aynı keyfi alırım, kahkahalarıma engel olamam. Şimdi bunları düşününce de bir Muzaffer İzgü’nün daha gelmeyeceğini düşünüyor ve kahroluyorum.

Bir “Anneannem” dizisi vardır ki; herkesin kaleme aldığı kuşak çatışmasının aksine kuşakları barıştırmıştır bu kitaplarda. Dizide yer alan tüm öykülerde unutulan geleneklerimizi, aile içi paylaşımı, aile büyüklerine gösterilen özen ve saygıyı dile getirmiştir. Bu kitaplardaki anneanne, kafalarımızda canlanan, çocuklara çizgi filmlerde sunulanın aksine modern, dinamik, yeniliğe açık, meraklı, çocukla çocuk, büyükle büyük olabilen tutumlar sergileyen sevimli bir karakterdir. Çocuklar onunla birlikteyken hem eğleniyorlar hem de birçok konuda bilgi sahibi oluyorlar.

Onun eserlerini tek tek burada anlatamam tabii şimdi. Belki ilk anda çocuk kitapları yazarı olarak anımsansa da edebiyatımızın önemli bir mizah ve hiciv yazarıydı o. Kendi deyimiyle “Doğdu, okudu, düşler kurdu, yazdı ve gitti.” Bize kalansa güzel anılar, eşsiz kitaplar. Bir de çocukların okuması, düş kurması, düşünmeleri için gayret gösterme ödevi.

İzmir Tüyap Kitap Fuarı’nın hemen girişinde onu görmeye alışıktı gözlerimiz. Bu yıl eksikliğini hissedeceğiz. Bu dünyadan bir Muzaffer İzgü geçti. İyi ki yaşadı, iyi ki yazdı. Sayesinde düş kurmayı, düşünmeyi öğrendik. Okumayı sevdik. Bu yüzden diyorum ki Muzaffer İzgü’nün Ökkeşleriyiz!

Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (5 Eylül 2017)

Yorum yapın