Queer kelimesini Türkçeye “garip” ve “tuhaf” olarak çevirmek mümkün. Bu “garip” ve “tuhaf” olma durumu, queer teori bağlamında düşünüldüğünde toplumda “norm” olarak belirlenenin dışında kalana/bırakılana işaret ettiği söylenebilir. Yine de queer kavramı hâlâ tartışılan ve muğlâk bir kavram.
Muğlâk olma durumu olumsuz olmanın aksine queer kavramının doğasını oluşturuyor. Pek çok kavrayışa ve anlayışa potansiyel oluşturma ve yoruma/değişime açık olma bakımından ele alınabilir muğlâk olma durumu.
Temelde queer kuramı heteronormatifliğe karşı çıkar, cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri ile ilgili kalıp yargıları sorgular, bu yargıların “kurgusal” olduğuna, dolayısıyla “doğal” olmadığına vurgu yapar. Dolayısıyla daha çok LGBT hareket ile ilişkilendirilir. Ancak queer kuramı aslında farklı okumalara açık. Postmodern bir anlatıyla ele alınırsa queer kavramı bir “kimliksizleşme”, yani var olan normatifliklerin sorgulanması ve yıkılması anlamına geliyor. Bu yalnızca cinsel kimlik ile ilgili değil. Aynı zamanda etnisite, ırk ve sınıf bağlamındaki normatifliklerin de sorgulanması demek oluyor.
Sibel Yardımcı ve Özlem Güçlü tarafından derlenen, Sel Yayıncılık’ın yayımladığı Queer Tahayyül kitabı, queer teorinin farklı bir okumasını sunuyor. Kitabın giriş kısmında yazarlar, queer okumalarını kimliksizleşme boyutuyla ele aldıklarını ifade ediyorlar. Onlara göre queer kavramının “ana soruları cinsel kimliğin inşası, bu kimliklerin nasıl düzenlendiği ve bu kimliklerle özdeşleşmelerin bizi nasıl mümkün kıldığı ya da kısıtladığı etrafında yoğunlaşır” (s. 18). Birçok farklı yazarın eserlerine yer vererek queer kuramı konusunda farklı konular ve anlayışlara alan açıyor. Bu noktada en önemli olan, queer teori konusunda Türkçeye çevrilmiş metinlerin azlığı dolayısıyla kitabın Türkçe literatürde önemli bir boşluğu doldurması.
QuEErAge’in “Queeriz-Buradayız!” isimli bildirisine ilk olarak yer verilmesi, Queer bedenlerin seslerini duyurmaları için önemli bir kapı aralıyor. Bu farkındalık, kitabın gelecek bölümlerinde farklı konulara bir temel oluşturuyor.
Françoise Travelet tarafından kaleme alınan “Dünyanın Bütün İşçileri Oynaşınız”, queer karşılaşmalara açık alan yaratılmasının politik bireyler yaratmasının önemini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda devrimci mücadele içindeki cinsel kimlik/yönelim konusundaki körlüğe de bir gönderme yapıyor. Mario Mieli’nin “Gey Bir Komünizme Doğru” yazısı da devrimci hareket içindeki hegemonik erilliği eleştiriyor. Eşcinselliği “burjuva toplumundaki bozulmanın ve çöküşün” (s. 72) bir tezahürü olarak değerlendirip dışlama ve baskı yoluna gidildiğine işaret ediyor. Böylece farklı bedenlerin özgürce karşılaşma olasılığı azalıyor. Dolayısıyla özgürleşme olasılığı da… Bu durumu Mieli şöyle ifade ediyor: “Devrimci özgürlük bireysel değil fakat karşılıklıdır; benim eşcinselliğim senin eşcinselliğindir” (s. 72).
Judith Butler’ın “Kritik Queer” adlı makalesi, queer kavramı ve kuramını anlamak açısından kitabın en önemli makalelerinden biri. Butler, queer kavramının “müşterek bir mücadele sahası” olması tahayyülü varsa bunun queeri “her zaman yeniden tertiplenebilen, bükülebilen, çarpıtılabilen” (s. 127), yani dinamik bir kavram olarak ele almaktan geçtiğine vurgu yapıyor. Queer kavramının dinamikliği, politik mücadelenin bir gerekliliği olan farklı karşılaşmalara olanak sağlar. Queer kavramı, kendisine olumsuz özelliklerin atfedildiği durumdan sıyrılıp bunu yeniden düzenleyerek siyasi ve toplumsal mücadelenin bir nesnesi haline getirir. Kavramın ters yüz edilmesi bir mücadele pratiği doğurur.
Kamusal alandaki queer aktivizm* (teatral ve siyasi olan), farkındalık yaratmakta başarılı oluyor ve heteronormatifliği sorgulanabilir hale getiriyor. Örneğin, Queer Nation’ın toplu öpüşleri dışlanan ve görünmez kılınmaya çalışan eşcinseller için “Biz de buradayız!” demenin bir yolu. Dolayısıyla heteronormatifliği ve eşcinsel körü toplumsal düzeni eleştirmek için de bir çıkış noktası olarak görülebilir (s. 134). Toplumsal düzen eleştirisi de Michael Warner’a (s. 172) göre yalnızca toplumun davranış anlamındaki dışlayıcı fikirlerin eleştirisini içermez queerler tarafından. Aynı zamanda “normal” kavramı da eleştirilir, yapı-söküme uğratılır ve darmadağın edilir.
Kitap queer kavramı ve queer politik tartışmalarının yanı sıra farklı konularla queer teorinin ilişkiselliğini de inceliyor. Jasbir K. Puar ve Amit S. Rai tarafından yazılan “Ucube, Terörist, İbne: Terörle Mücadele ve Uysal Vatanperverlerin Üretimi” makalesinde queer kavramının “öteki”ni, “düşman”ı tanımlamakta nasıl bir araç/yöntem olarak kullanıldığını gösteriyor. Terörist-ucube tanımı bedenlerin ortadan kaldırılması için bir neden olarak öne sürülüyor. Tıpkı queer bedenlerin dışlanması ve ortadan kaldırılmasının istenmesi gibi. Bu noktada LGBTlere yönelik nefret suçlarına ve artan şiddet olaylarına referans verilebilir.
Kitaptaki mutlaka okunması gereken makalelerden biri de “Transfeminist Manifesto”. Makale, feminizm ile transfeminist hareketin karşılaşması ve çarpışmasının dönüştürücü/değiştirici etkisini anlamak açısından önemli görüşler öne sürüyor. Makalenin yazarı Emi Koyama, bunu ifade ederken şu sözleri kullanıyor: “Transfeminizm, var olan feminist kurumları ele geçirmek değildir. Onun yerine kendi özgürlüğümüz ve diğerleriyle ortak çalışmalarımız vasıtasıyla bir bütün olarak feminizmi genişletir ve ilerletir. Hem trans kadını hem de trans olmayan kadını savunur” (s. 364). “Transfeminist Manifesto” makalesinin bir tamamlayıcısı olan “Amargi’deki Erkek” makalesi de feminist mücadele içinde trans erkeklerle karşılaşmanın nasıl gerçekleştiği ve bu karşılaşmanın kapsayıcıdan daha ziyade dışlayıcı olduğu üzerine bir tartışmayı içeriyor. Yine de bu karşılaşmanın ve “birbirine değmenin” (s. 375) yeni tartışma olanakları ve olasılıkları barındırdığı da bir gerçek.
Görüldüğü kadarıyla kitaptaki makalelerin ortak noktası queer pratiklerinin bir karşılaşma, dönüşme, dönüştürme alanı yaratması. Bir trans kadınla karşılaşan natransın,** feminist mücadele içindeki trans erkekle karşılaşmanın, gündelik hayatta LGBT bireylerle karşılaşmanın önemi, kitabın ana vurgusu gibi görünüyor. Kimliksizleşmekten daha ziyade her şeyin yapı-söküme, yeniden ve yeniden değişime/dönüşüme uğradığı bir olasılıklar ilişkisi yaratılıyor. “Farklı kimliklerin birbiriyle oynaşması”*** olarak tanımlanıyor bu durum. Bu yüzden Queer Tahayyül tarafından sunulan gelecek hayali; kamusal ve özel alanda daha çok karşılaşma, bedenlerin çarpışması sonucu normatif tahakkümleri sorgulamaktan geçiyor gibi.
Not: Queer kavramının Türkçede birebir bir çevirisi yok. Ancak gündelik kullanımda “kuir” olarak yazımı söz konusu. İlk kez 2011 yılında Pembe Hayat Derneği sinema festivalinin adını “KuirFest” olarak belirledi. Seda Ergül, Queer Tahayyül kitabındaki makalesinde bunu “günlük hayattaki kullanımı yazıya döküp resmileştirerek queerin kuir olarak” (s. 384) kullanılmasında önemli bir gelişme olarak görüyor. Geçiş aşamasında “kuir” olarak kullanılabilir. Ancak yine de kavramın getirdiği politik ve tarihsel anlamlar tartışılmadıkça bu şekilde kullanmanın bir anlamı olmayacağı, kelimenin içini boşaltacağı şeklinde de düşünülebilir. Dolayısıyla bu yazıda, kitaptaki kullanımın orijinaline sadık kalındı.
* Queer kamusal ve özel alan arasındaki ikiliği yıkar. Dolayısıyla kamusal ve özel alandaki tüm performatif pratikler politik bir söylem içerir. “Queer aktivizmin kamusal ve özel alan arasındaki dolaba kapatıcı (closeting) ayrımı altüst etmiş olmasına aracılık eden teatral ‘dışardalık’ (‘out olma’) kamusal alan boyunca siyasileşme ve AIDS farkındalığı konularında sahalar üretmiştir” (Butler, s. 133).
** Aligül Arıkan tarafından üretilen bu kelime “trans olmayan beden” anlamına geliyor.
*** Begüm Başdaş, Amargi Feminizm Tartışmaları kitabında böyle bir tanım kullanıyor.
Mine Egbatan – edebiyathaber.net (27 Haziran 2020)