Arkadaş Zekai Özger, “Pencereyi kapama gök dolabilir İçeri” diyordu, “Pencereler”[1] adlı şiirinde. Bu dizenin ifade ettiği çok şey var aslında çünkü pencere anlam yüklü bir kelime. Evlerin yaşayanlarının, dışarıyla, doğayla, bulunulan yerin diğer sakinleriyle göz teması kurmasını sağlayan, yalnızlık duygusunu azaltan, bulutu, güneşi içeri çağıran, kuşun göçünü, ağacın renk değişimini gözlememizi sağlayan kısacası iç mekân ve dış mekân arasındaki bağlantıyı koruyan bir kelime pencere. Hayatın normal akışı içerisinde varlığını çok da aklımıza getirmediğimiz bir sözcük bu aynı zamanda ve benim aklıma da durup dururken gelmedi.
Belleğin izinde
Eduardo Galeano’nun Sel Yayıncılık tarafından, Bülent Kale çevirisiyle yeniden basılan, “Yürüyen Kelimeler”ini okurken, Galeano’nun devamlı kullandığı bir kelimeydi, “pencere”. Yazar, söze, kelimeye, türlü öyküye, insana, doğaya ve hayvana dair farklı farklı hâllere, öteki olana, kente, kadına, çocuğa pek çok ayrıntıya en çok da belleğe “pencere” açıyordu. Bu sefer pencereden yalnızca gök değil, bir sürü hikâye doluyordu odaya. Galeano, ben de hep bir bilgeyi çağrıştırır, onun anlattıkları insana ve dünyaya dair öğreticiliğinin yanında, tuhaf bir tat bırakır. Çünkü yazar, hikâye ettiği her şeyde bellek izi sürer. Böylece, sömürge halkların, yok edilmeye çalışılan kültürlerin, bitkilerin, hayvanların, yaşlıların, yerel hikâye anlatıcılarının, çeşitli mesleklerin, unutulması muhtemel olanın ya da anımsanması istenmeyenin sesi olur, onlara yaşam verir. Hikâyeleri aktarır, unutulmanın önüne geçer, insan hafızasına can suyu olur. Bu nedenle Galeano’nun anlattıkları hepimize dokunur ve bizi dünya halklarının her renkten sesiyle buluşturur.
Kelimelerin ruhu
Galeano “Yürüyen Kelimeler”de önce kitabın hikâyesiyle açıyor pencereyi, Borges çizimlerini yapıyor metnin ve hikâyeden hikâyeye görsellerin büyülü anlatımı eşliğinde, bir okuma deneyimine çıkıyor okurun yolu. “Söze Açılan Pencere (III)” de şöyle anlatıyor Galeano; “Guaraní dilinde ňe’ē hem “kelime” hem de “ruh” anlamına geliyor. Guaraní Yerlileri yalan söyleyenin ya da boş konuşanın ruha ihanet ettiğine inanır.” Her kelime kendine yüklenen anlamı taşır değil mi? Ve bu anlam kolayca ortaya çıkmamıştır. Çünkü kelimeler, kendilerine verilen anlamı bulana kadar dünya içerisinde, insanların dilinde başka şekillerde söylenmiş, dil döndüğünce farklı şekillerde ifade edilmiş, ağızdan ağıza dolaşarak içerisinde bulunduğu son anlama ulaşmıştır. İşte bu nedenle ruhları vardır kelimelerin çünkü aklımıza gelen ilk anlamı çağrıştırana kadar geçmişte birçok ölüm birçok yaşam bırakmışlar, onların ruhunu üzerlerine sindirmişlerdir. Bundan dolayıdır ki her kelime üzerine düşününce, öylesine olmadığını anlatır kullanıcılarına. Yalan söyleyenler veya boş konuşanlar bu nedenle ihanet etmiş olurlar kelimeye, çünkü onun dilden dile taşıdığı hikâyeyi, üzerine sinmiş ruhu akıllarına getirmezler. Belki bu nedenle hep düşünerek konuşmak salık verilir insan denen türe çünkü kelimelerin ruhu vardır ve onları çarçur etmemek gerekir. Guaraní Yerlileri’nin dilindeki anlamın belki böyle bir karşılığı vardır ama her kelime, her tanım başka yorumlara gebedir elbette, metnin okuyanları buradan kendi yorumlarına ulaşabilirler, kelimelerin ruhunu ve anlamını çoğaltabilirler.
Her köşede bir diktatör
Gündelik hayat, iktidar ilişkilerinin kol gezdiği bir yerdir aynı zamanda. Sizin için endişelendiğini söyleyen arkadaş, gösterdiği lütuf ile sizin üzerinizde baskı kurmaya, sizi yönlendirmeye çalışabilir. Hayırsever olduğunu iddia eden kişi aslında yardımlarının karşılığında size borç taktığını hatırlatıp durur, düşünmene izin verdiklerini söyleyenlerin asıl meselesi onlar gibi düşünmendir, evet özgürsündür ancak onlar gibi düşünürsen, “senin adına düşündüklerine” boyun eğersen, bunun için çok uzağa gitmeye de gerek yok sanki. Seçme özgürlüğü ise oturamadığın masalarda, sana dair kararlar alınmasını seçmendir çoğunlukla. İşte Galeano, “Görünmez Diktatörlüklere Açılan Pencere” ile bunları düşündürüyor ve şöyle ifade ediyor durumu:
“Fedakâr anne, hizmet diktatörlüğü kurar.
Endişeli arkadaş lütuf diktatörlüğü kurar.
Hayırseverlik, borç diktatörlüğü kurar.
Pazar özgürlüğü, sana dayatılan fiyatları kabul etmene izin verir.
Düşünce özgürlüğü, senin adına düşünenleri dinlemene izin verir.
Seçme özgürlüğü, hangi sosla yenmek istediğini onu seçmene izin verir.”
Yüzün işareti
Orhan Pamuk’un “Gizli Yüz”ünde şöyle bir cümle geçer: “Anlamlı bir yüzün hep bir hikâye anlatacağını söylerdi babam…”[2] Kitabın başında (ki bir senaryodur) yüzlerin hikâyesinin peşine düşmüş bir kadından bahsedilir. Bu metinde de Galeano, “Görünmez Yüze Açılan Pencere” ile bu konuya değiniyor ve Mayalar’ın bu konudaki inançlarını aktarıyor: “Herkesin yüzü ve işareti vardır, hepimizin var. Köpeğin, yılanın, martının, senin ve benim, biz yaşayanların, önceden yaşamış olanların ve bütün yürüyenlerin, sürünenlerin ya da uçanların. Hepimizin yüzü ve işaretleri vardır. Buna inanır Mayalar. Ve işaretin, görünmez olanın, görünenlerden daha fazla yüzün varlığına inanırlar. Seni işaretinden tanıyacaklar.” Yüzümüz bizi gösterendir. Bedenimizin haritası gibidir çünkü onun tüm yaşanmışlıklarının ifadesi yüzde toplanır. Neşenin, kederin, yasın, acının, tatlının, tuzlunun kısacası duyumsadığımız ve duygulandığımız her şeyin işareti yüzde taşınır. Ayrıca bedenimizin ayırt edici yeridir yüzümüz, bizi başka kılandır. Bünyesinde barındırdığı her kırışık bir ânın izini taşır. Her leke bir yaradan kalmadır, her yara da bir yaşanmışlıktan. Mayalar’ın inandıkları gibidir yani senin işaretindir. Galeano’nun bu penceresinin ve Mayaların bu inancının, bize mesajı, yüzümüzün işaret ettiği hikâyelerdir belki de, taşıdığımız hayat yükünün göstergelerinin gizlediğine şöyle bir yakından bakmaktır.
“Beden karnavaldır”
Baştan beri işaret etmeye çalıştığımız gibi Galeano kitap boyunca bir sürü hikâye ile sesleniyor okura. Metin boyunca, birçok öykü ile birlikte, üzerine düşünebileceğimiz, kendi yorumumuzu katabileceğimiz pek çok konuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bedenimize dair şu söylenenler de olduğu gibi:
“Kilise beden suçtur, diyor.
Bilim beden bir makinedir, diyor.
Reklamlar, beden ticari bir iştir, diyor.
Beden, ben bir karnavalım, diyor.”
Beden insanın somut hâlidir. Ruhuyla bütündür. Bedeni bir makine olarak görüp onu ikiye ayıran anlayış, bedene sadece kadavra anlamı yüklediğinde ona sadece nesne muamelesi yaptığında insanı “öldürür”, “kumlara çizilmiş suretler gibi” der ya Foucault kast ettiği biraz da bununla ilgilidir. Reklamlar için de başka bir açıdan nesnedir beden, kapitalizm bedeni bir obje, bir süs eşyası gibi pazarladığında yine bedeni aşındırır ve onu ticari bir metaya indirger. Oysa beden “karnavaldır”. İnsanın yükünü taşır, bazen direnmeye vesile olur, bazen sevinç çağırmaya, bazen son çare olarak söze dönüşür. Dünya bedenini yakarak, intihar ederek, sesini duyurmaya çalışan onlarca olaya sahne olmuştur. Yani beden ne ticari, ne bilimsel bir nesnedir, ne de suçtur, insanı var kılandır. Bu nedenle bedenimizin penceresi hep açık olmalı ve karnaval sürmeli, burada kısaca anlatılanın, düşündürdükleri aklımızın bir köşesinde yer bulmalı fikrimce.
Galeano’nun “Yürüyen Kelimeler”i, dünyaya pencereler açıyor, hikâyeler etrafa saçılıyor, hayata karışıyor, çıkardığımız dersler kalıyor geriye ve insana dair yorum çoğalıyor. Bu nedenle bugünlerde pencereyi kapamayın, Arkadaş’ın dediği gibi, bazen kuş, bazen gök dolabilir içeri. Belki bir de Galeano’nun hikâyeleri vardır, camın önünde bekleyen.
Emek Erez – edebiyathaber.net (15 Ekim 2018)
[1] “Sevdadır”, s. 220, Mayıs Yayınları.
[2] Pamuk, O., “Gizli Yüz”, s. 18.