260. haftanın hemen öncesinde bir şeyler söylemem gerekir artık diye düşündüm. Dile kolay tam 260 hafta. Bir çarşambayı bile sektirmeden. 5 koca yıldan bahsediyorum. Dışarıdan bakan biri olsaydım şunu rahatlıkla sorabilirdim. 5 yılınızda hiç mi olumsuzluk olmadı? Sanırım birçok kişinin aklına da bu soru gelecektir. İşte bu yazı o 5 yılın da bir özeti aslında. Bir iç döküş belki de. Yani, demem o ki, “değişmeyen 4 soru” diyerek bu çalışmanın aşağılanması bir haksızlık olur.
2018 yılının Ocak ayının sonuydu. Genel Yayın Yönetmenimiz Emrah Polat, elinde iki soruyla önerdi projeyi. İki soru az olur 4 yapalım dedim. Öte yandan Ocak ayının sonu sömestre tatili demek bizim için. Çocuklarım ve benim için okuldan uzaklaşma dönemimiz. Bu konuşmayı yaparken, akşamına uçuş için hazırlanıyorduk Ankara istikametine. “Acele etme dönüşte başlarız” dese de yönetmenim, duramadım. Eldeki 4 soruyla Aytül Akal’ın kapısını çaldım. Neden Aytül Akal diye düşünüyorum bugün. Yanıtı olmayan bir soru bende. Sonrası kendiliğinden ilerledi işte. Bu kadar uzun süreceğini o günlerde kestirmem olanaklı değildi.
Peki, benim 5 yılım. Ankara dönüşü Şubat’ın 3’ünde canım babamın beyin kanaması geçirerek hastaneye düşmesi. 48 gün kesintisiz süren hastane günlerimiz. Öte yandan yaşam da olağan akışında gitmek zorundaydı. Çarşambalar da saymaya başladı durmaksızın. Bu zor günlerde gücümü edebiyattan alayım diyerek tutundum, çalıştım. Esas zor günler daha gerideymiş, bilmiyordum. Aynı yılın 6 Temmuz’unda babamı kaybettim. Yakıcı Temmuz sıcağının bir Cuma günüydü. Çarşambalar ise olağan şeklinde devam ediyordu. 2019’un 29 Mart’ında ise yol arkadaşımın babasını, kayınpederimi kaybettik. Çarşambalar yine durmadı. Geldik 12 Mayıs’a… Bu defa da annem babasını kaybetti. Yani benim için dört büyük olarak ifade edeceğim insanlardan sonuncusunu, dedemi… Diğer üçünü zaten hiç tanımadım. Çarşambalarsa dönüp duruyordu ve ben hiçbir mazeret sunmadan 4 sorunun yanıtlarını yayınlatıyordum. Peş peşe üç cenazenin altına girdim artık bize daha bir şey olmaz diyordum ki; 2020 çıkageldi. Dünyayı etkisi altına alan bir salgına karşı evlerimize kapandık. Ama yaşam durmadı, her şey olağanmış gibi zaman akmaya devam etti. Çarşambalar da… 30 Ekim büyük İzmir depremini yaşadık. Hemen ardından Covid pençesine düştüm. 14 gün bir odada yalnız başıma yaşadım. Bunun ne demek olduğunu sadece yaşayanlar bilir. Henüz aşının olmadığı bir ortam, her gün yüzlerce, binlerce ölüm haberi. İki çocuklu bir babayım ben de. Psikolojimi anlatmaya sözcükler yetersiz. Uzun salgın döneminde çocukların ruh sağlığını korumaya çalışmak da var bir yandan. Küçük bir kız çocuğunun babasını kapı arkasından merak etmesi, karantina bitişinde korkudan sarılamaması… Bunların ne demek olduğunu herkes anlayabilir mi, bilemiyorum. Bunlar en ağır travmalarım ve paylaşabildiklerim. Tüm bu yangının içinde bir hafta bile sektirmeden 260. Haftaya gelebilmek. Başka örneği var mı, bilmiyorum. Her hafta yazmak da zordur tabii fakat başka birine bağımlı olarak bunu gerçekleştirebilmek başka bir şey. Sonuçta yanıtı verenin de zamanında davranması gerek. O taraftaki bir aksaklık bu tarafı da bozardı çünkü.
Öyle böyle uzun bir süreci bugüne getirdik, hep birlikte yaptık. Yanıt veren yazar, yazarla köprü olan yayınevinin basın sorumlusu arkadaşlarım, edebiyathaber yönetimi, editörleri… Hepinize sonsuz teşekkür ve minnetle.
Değişmeyen 4 soru da olsa güzel bir iş başardık. Alana katkı sağladıysa ne mutlu bana.
Yazın yaşamımı sadece bu çalışmadan ibaret olsa bile, bu gurur bana yeter.
edebiyathaber.net (16 Ocak 2023)