Levent Cantek’in yazdığı ve Sefa Sofuoğlu’nun resimlediği “1951”i günümüzün propagandacılarını, ümidini yitirenlerini, idare edenlerini altmış yedi yıl öncesinde görmek ve Vedat’ın kederini paylaşmak için okuyun.
Dedemi kaybettiğimizin ertesi günü dayım odasına girip, verilecek ve alınacak olan eşyaları ayırmıştı. Üzüntü ile odadan odaya seğirten ben bir süreliğine odadan çıkan dayımın ardından içeri girmiş ve yatağına uzanmıştım. Yatağın üzerine bırakılan bir fotoğraf ve yüzük dikkatimi çekmiş dayıma neden bunları ayırdığını sormuştum. Dikkatli bakınca fotoğraftaki kişinin beni götürdükleri çocuk doktoru olduğunu ve yüzüğün içinde onun isminin yazılı bulunduğunu fark etmiştim. Bu dikkatim dedemin hiç bilmediğimiz bir başka yaşantısını ortaya çıkarmış ve yıllarca sürecek olan bir “acaba”yı getirip taziye evinin ortasına bırakmıştı.
Levent Cantek’in yazdığı ve Sefa Sofuoğlu’nun resimlediği “1951” grafik romanı da bir taziye evini biz okuyucuya açıyor. Nedim’in ölümünün ardından bilmediği bir kente, Ankara’ya gelen kardeşi Vedat’ın bu kentteki birkaç gününe ve onun “acaba”sına tanık oluyoruz.
Vedat hakikatin peşinde
1916 Yangın’ı ile başlayan Dumankara, 1950’li yıllarda geçen “bir yalancının, başarısız bir yazarın, Şekip’in” hikâyesini anlatan Emanet Şehir ve “Çalacaksın” diyen V’nin ardından “1951” bu defa kafası karışık bir ressamın ölümüne götürüyor bizi. Yine Ankara’dayız. Cantek bir taziye evini mekân seçip, 1951 tevkifatını arka plana alarak matemi ve kederi işliyor bu romanda.
Memleket için bir şey yapmazsa yaşamamış sayacak olan Nedim’in İstanbul’dan ayrılıp, Ankara’da yaşadığı mahalleye gidiyoruz. Kardeşinin intiharı ardından başkente gelen Vedat çok geçmeden bu ölümden şüphelenip, araştırmaya girişiyor. Ankara’ya geldiğinde kendisine yardım eden taksici Cemal, kardeşinin kaldığı odanın sahibi Nezihe hanım, Yanarateş Rezzan, evliya gibi komiser, mürteci Ekmekçi, mebus İhsan Yüce… Vedat’ın Ankara’da tanıştığı bu kişiler kardeşinin ölümü üzerindeki giz perdesini kaldırmak bir yana, Vedat’ın merakını ve kederini sıkı sıkıya kuşanmasına sebep oluyor.
Yas tutarak kavuşmak
Vedat yalnızca kardeşinin ölümünü değil, onunla mesafesini diğer yandan ona bağlılığını, aralarındaki uzlaşmaz karşıtlığı ve sevgiyi defalarca gözden geçirmek zorunda kalıyor. Tüm bunların muhasebesini koyu bir keder gölgesi altında yapan Vedat’ın, kardeşi ardından tuttuğu yastan okuyucu da sebepleniyor.
Robert C. Solomon “Duygulara Sadakat” isimli kitabında, kederin yalnızca bir travma olmadığını, onun önkoşulunun sevgi olduğunu söylüyor[1]. Yani keder, yitirdiğiniz bir sevgiyi hayatta tutmaya yarayan bir araç. Kederlenerek, yas tutmayı sürdürerek bir daha göremeyeceğiniz, yitirdiğiniz, o kişiyi/şeyi rüyalarda, anılarda tekrar tekrar bulabilir, geçici de olsa kavuşabilir, dokunabilir, kucaklaşabilirsiniz. Vedat da roman boyunca –kim bilir belki daha sonra da- sürdürdüğü yası ile kardeşi Nedim’le sağ olduğu günlerdeki gibi atışır, sarılır, ayrılır.
Vedat Ankara’da hakikatin peşindeyken aslında biraz da yitirdiği kardeşinin peşinde. Öldüğüne inanmakta ama intiharını sorgulamakta. Vedat bir taziye evinin avlusunda belirsizlik ve özlem içinde. Vedat’ın kederi roman ilerledikçe bir sis gibi Ankara’nın üzerine çöker. 1951 yılının karanlığı Vedat’ın öfkesi ve yasına karışır.
Hikâyenin kadınları
Gerek çizgi romanda gerekse grafik romanda kadın anlatısının eksikliği ortada. Bu eksikliğe Levent Cantek de birçok çalışmasında değindi. Çizgi romanlarda kadın karakterlerin heteronormatif erkek egemen sistemin talepleri doğrultusunda resmedildiği, genel ahlak kuralları ile idealize edildiği ya da aksine “kötü”, “ahlaksız” olarak çizildiği ve böylece “cinselliği” ve “bedeni” ile hikâyede var olabildiği bir gelenek mevcut.
1951’in kadın karakterleri ise Cantek’in deyimi ile “Sürekli her şeyi bilen, her konuya vakıf olan erkekler, 1951’in kahramanları gibi görünüyorlarsa da hayatta kalma taktikleri geliştiren, daha zeki ve direngen olan kadınlar.”
Hikâyenin kadın karakterleri Nezihe Hanım ve Yanarateş Rezzan, erkekler dünyasında idare etmenin yolunu bulmuş, sisteme başkaldırmayan ama sistemin içinde maraz yaratan kadınlar.
Sofuoğlu’nun kaleminden 1951 Ankara’sı
Sefa Sofuoğlu’nun kalemi ile kitap, Ulus’taki Zafer Anıtı, Büyük Sinema, Anafartalar Karakolu, Gar ve mahalleleri ile çizgili bir sete dönüşmüş. Vedat’ın ruh hali de mürekkeple, tıpkı kent gibi özenlice işlenmiş. Sofuoğlu’nun çizgileri, Ankara’ya gelişinden belki de yenilgiyi kabul ettiği avludaki son görüntüsüne dek Vedat’ın ne halde olduğunu anlatım kutularına ihtiyaç bırakmadan aktarıyor.
Kederi paylaşmak
Cantek, 1951’in siyasetle ilgili olduğunu ama asıl olarak bu romanda çözülmemiş bir muammayı anlatmak istediğini belirtiyor. “1951”i, günümüzün muammalarını, apaçık ama gizeme bürünen gerçeklerini, şüphelerini, propagandacılarını, ümidini yitirenlerini, idare edenlerini altmış yedi yıl öncesinde görmek, dönemin şarkılarını hatırlamak/öğrenmek ve Vedat’ın kederini paylaşmak için okuyun.
Aslı Alpar – edebiyathaber.net (23 Ocak 2018)
[1] Robert C. Solomon, Duygulara Sadakat: Hislerimi, Gerçekte Bize Ne Anlatıyor?, Çev. Funda Çoban, Nika Yayınevi, Haziran 2016, Sf. 122