Dünya denen yer, Tupac için hep bir savaş alanı oldu. 1971 yılında karaderili devrimci bir ailenin çocuğu olarak doğdu, ona kurban edilmiş bir İnka savaşçısının adı verildi. Bebek yaşta radikal politikaya bulaştı, yaşanması çetin mahallelerde, evsizlere ayrılmış barınaklarda büyüdü. Vaftiz babası, Kara Panter lideri Elmer “Geronimo” Pratt, yapmadığını söylediği bir soygun ve cinayetten 27 yıl hapis yatmış, savcılık makamının onun lehine delilleri sakladığı anlaşılınca salıverilmişti.
On parmağında on marifet, bir koltuğa on karpuzu sığdıran çocuklardandı.
Yıldız, karizmatik şahıs, yetenekli aktör, paratoner, durugörücü. Gangster-rapçı ve aktör Tupac Shakur, ikisinde de layık olduğu yere gelemeden 25 yaşında vurulup öldürüldü. Marjinal Kitap’ın özenle hazırlanmış Betonda Yeşeren Gül / The Rose That Grew from the Concrete”i, hem de ölüm yıldönümünde, onu bize bir kez daha hatırlattı. Unutmamıştık zaten. Ama artık aramızda olmayan kardeşimiz Sabri Kaliç ile Altay Öktem’in çevirdiği şiirler ve kapaktaki müthiş fotoğraf Eylül’de iyi geldi.
Tupac Shakur bundan on yedi yıl önce, Las Vegas’ta arabada öldürüldü. Direksiyonda rap müzik endüstrisinin ağalarından Marion “Suge” Knight vardı. Tupac’ın hayranları sokakları doldurmuştu, her yer polis kaynıyordu. Araba, BMW 750 Sedan’dı. Lüks arabalardan oluşmuş bir konvoyun öncüsüydü, yeni bir gece kulübüne gidiyorlardı. Cumartesi akşamıydı, hatta neredeyse gecesi; saat 23’tü. Gidecekleri yere yaklaştıkları sırada, araba dopdolu bir kavşakta durdu.
Tupac, bir araba dolusu kadınla flört ediyordu. Beyaz bir Cadillac’ın süzülerek, sinsice yanlarına geldiğinin farkında bile değildi. Cadillac’tan yarı otomatik bir tabanca tutan bir el çıktı. Sahibi, Shakur’a ateş etti. Şarkılarında söylediği gibi. İlk hitlerinden “Souja’s Story”de, ” Hızlı hayat pek de sana anlattıkları gibi değil” demişti. “Asla fazla yaşlanma, Souja’nın ayakizlerinden git.” Tupac Shakur da yaşlanmadı.
Kimin öldürdüğü bir türlü ortaya çıkmadı nedense. Bir ara, çocukluk arkadaşı ve rakibi, rapçi Notorious B.I.G.’in (Christopher Wallace) adı geçti. Öyleyse de eğer, hayrını görmedi. Kendisi de altı ay sonra vuruldu. Cinayeti Souhtside Crips adlı bir Compton çetesinin işlediği iddia olundu. Tupac, çete üyelerinden birini birkaç saat önce dövmüştü. Bu kişi, yanı Crips üyesi Orlando Anderson, polis tarafından ciddiye alınmadı. Ona ne oldu dersiniz? Bunlarla ilgisi olmayan bir çete kapışmasında öldürüldü. Belgeselci Nick Broomfield, “Biggie & Tupac” adlı filminde, cinayeti Suge Knight’ın hanesine yazdı. Belgeselinin “tanık”larından detektif Leonard Poole, iki sanatçının da “Suge” tarafından kiralanmış iki L.A.P.D. (Los Angeles Polis Örgütü) polisi tarafından vurulduğunu iddia ediyordu.
Şöyle ya da böyle, Tupac Amaru Shakur, altı yıl önce, zaten uzun süre kalacağına inanmadığı bu dünyadan ayrıldı. Mekândan pek de hoşnut sayılmazdı ne olsa, hatta hoşnutsuzluğunu dile getirdiği şarkılar sayesinde şöhrete erişmişti. Modern müziğin en belagat sahibi isimlerinden biriydi. Şehirlerdeki yabancılaşma üzerine anlattıklarıyla, farklı ırklardan gelme, farklı yetişimlere sahip gençlerin hayranlığını kazanmış bir getto şairiydi. Rap’in bir sanat biçimi haline gelmesini sağlayan, hip-hop’un önünü açan kişilerden biri.
Dünya denen yer, Tupac için hep bir savaş alanı oldu. 1971 yılında karaderili devrimci bir ailenin çocuğu olarak doğdu, ona kurban edilmiş bir İnka savaşçısının adı verildi. Bebek yaşta radikal politikaya bulaştı, yaşanması çetin mahallelerde, evsizlere ayrılmış barınaklarda büyüdü. Vaftiz babası, Kara Panter lideri Elmer “Geronimo” Pratt, yapmadığını söylediği bir soygun ve cinayetten 27 yıl hapis yatmış, savcılık makamının onun lehine delilleri sakladığı anlaşılınca salıverilmişti. Üveybabası Kara Panter önderi Mutulu Shakur, FBI’ın ilk 10 listesindeyken, 1980’lerin başında soygun ve cinayetten mahkum edilmişti. Annesi Afeni Shakur da bir Kara Panter’di. Onun payına da New York’ta süpermarketlerin olduğu bir bloku havaya uçurma planı kurma suçlaması düşmüş, Tupac doğmadan bir ay önce beraat etti.
Bu Kara Panter ikliminde büyüyen Tupac’ın küçükten beri sanata merakı vardı, çok da yetenekliydi. Annesi aileyi Baltimore’a taşıyınca, Baltimore Sanat Okulu’na girdi. Bale, şiir, tiyatro ve edebiyat okudu. Sonra annesi, şehirdeki çetelerden uzak kalsın diye onu bir dostlarının yanına, California’ya yolladı. Tupac Orlando’nun kuzeyinde belalı bir mahallede yaşamaya başladı. Derken rap grubu Digital Underground’a girdi. 1991’de solo albüm anlaşması imzaladı. Bu albüm, yani “”2Pacalypse Now” ortalığı karıştırdı. Şarkı sözleri tepki uyandırdı, hatta Başkan Yardımcısı Dan Quayle, Tupac’ın müziğine Amerikan toplumunda yer olmadığını söyledi. Hayranları öyle düşünmüyordu ama. Onun çetelerin şiddetini, uyuşturucu satıcılığını, polis zulmünü, genç yaşta hamile kalmayı, tek başına çocuk büyüten anneleri ve ırkçılığı deşen şarkılarıyla kendi duygularını dile getirdiğine inanıyorlardı.
Kısacık hayatında öyle çok iş yapmıştı ki. Dansçıydı, müzisyendi, yetenekli bir aktördü. İki TV dizisinde, yedi filmde oynadı. Özellikle Gridlock’daki (1997) oyununu unutamam. Devrin en iyi oyuncularından Tim Roth’un yanında onunla başabaş bir performans sunmuştu.
Şimdi de Marjinal Kitap bize onun şiirlerini sunuyor. Kişisel şiirlerden oluşan bir koleksiyon… Tupac’ı sevenleri onun dünyasına derinliklerine dahil etmek için birebir. “19 yaşındayken kendi el yazısıyla yazdığı bu yetmiş iki şiir, onun ruhuna, enerjisine ve umuda dair nihai mesajına sahip çıkıyor.” Altay Öktem, bir söyleşide “Betonda Yeşeren Gül”ü nasıl kapıdan kapıya dolaştırdığını, ilgilenen birini bulamadığını anlatıyordu. Sonra Marjinal Kitap’ın sahibi Mehmet Gözüpek’e söz etmiş. O da, “Hemen getiriyorsun, basıyoruz” demiş. Bu sayede Yeraltı Edebiyatı dizisi de Marjinal Kitap’ta kendine bir yuva bulmuş.
Kitabın tanıtımında, “Mirası direnmektir” denmiş. Elhak doğrudur, dört dörtlük asi… “Devlet Yardımı ya da Ruhum” şiirinde, “Açlıktan kırıldığım günler çok oldu / ama aç kalmam, sokaklarda sürünmem / çok daha iyidir Amerikan Hükümetine / ruhumu satmaktan” diyor. Hayranları, neyle suçlanırsa suçlansın, ne yaparsa yapsın, ondan vazgeçmezdi. Çünkü “gansta rap”çi olmasa bile, en hasından bir asiydi. Hayatını “stres ve dram” diye nitelendiriyordu. Evet, herkes ona haksızlık etmemişti, kendisi de hatalar yapmıştı ama toparlanmaya hazırdı. “Ben gangster değilim, asla olmadım. Ben çantanızı kapan hırsız değilim…. İşim var benim. Sanatçıyım.”
Sevgili Tupac, hayatta her şeyin güzel olmadığını, hayatın eğlenceden ibaret olmadığını söylerdin. Kusursuz albüm hem kötü, hem iyi şeylerden söz eder derdin. Çok sevdiğim bir müzisyendin, fevkalade doğal bir oyuncuydun. Ne yazık ki sevenin kadar sevmeyenin de vardı ve bu gezegen seni zaten pek uzun süre konuk etmeyecekti. Nasibimiz yirmi beş yılmış. Ancak, bu dünyayı terk ettikten sonra daha da güçlü bir sembol halini aldın. Sen öldükten sonra çıkan ilk albümünün kapağı, neler olacağına işaret ediyordu: Çarmıha çivilenmiş, kurban edilmiş bir hip-hopçu. Black Jesus!
“İnsanın kahramanı yenildiğinde / bozuluyor büyüsü peri masallarının” demişsin ama, bizim kahramanımız yenilmedi ki. O boyun eğmeyen bir şair. Sonuna kadar da dimdik ayakta kaldı. “Ölüp gittiğimde” diyor, “Şunu herkes bilsin ki, hep sevdim / Hayata olumlu bir şey katanları.”
Sevin Okyay – edebiyathaber.net (13 Eylül 2013)