2013 yılını geride bırakmak üzere olduğumuz şu günlerde BirGün‘den Alkan Avcıoğlu, yılın en iyi beş filmini seçti.
2013’ü geride bırakmak üzereyiz. Ödüller, eleştirmenlerin yıl sonu listeleri bir bir açıklanıyor. Bu sene Türkiye’de 325 film gösterime girdi. 2013 sineması adına yurtdışında ses getiren bazı filmler ise henüz burada vizyona girme şansı bulamadı. BirGün, Türkiye’de vizyona giren filmler arasından yılın bence en iyi beş filmini hatırlamaya davet ediyor.
1- Mavi En Sıcak Renktir (Blue is The Warmest Colour) (Yönetmen: Abdellatif Kechiche)
Cannes’dan itibaren 2013’ün sinema gündemine bomba gibi oturan film yılın fenomenlerinden biri. Ve de ‘aşık olmak’ üzerine sinema tarihindeki en iyi büyüme filmlerinden biri. Çokça tartışılan meşhur sahnelerine, yönetmenle oyuncular arasındaki saçma polemiklere takılmayın. Lezbiyen ilişki filmi etiketiyle yaklaşmayın. Bu özel filme yapılabilecek en yanlış muamele tek özelliğine takılıp onu dar bir alana hapsetmek. Sinemanın kalbi olan ‘bakış’ üzerine oluşturulmuş kusursuz kadrajlarla, müthiş yönetmenlikle dolu. Bir büyüme filmi; ilk aşk ve ilk heyecan üzerine bir güzelleme ‘Mavi En Sıcak Renktir’. Hem de meramını sinemasal araçlarla nasıl yansıtabileceği üzerine kafa yoran türden. Abdellatif Kechiche’nin usta işi yakın planlarla bezeli anlatımı, kör göze parmak yapmadan hikâyeye yerleştirdiği sınıfsal göndermeleri, filmi değerli kılan öğelerden. Filmin sayısız artısı veya eksisi sayılabilir. Ancak sinemasal anlamda zirve yaptığı (bardaki tanışma, okuldaki kavga sahnesi) birkaç sahne var ki sinema tarihinin en iyilerine özgü bir çıtaya yükseliyor. Ve o çıta artık günümüzde kolay kolay karşımıza çıkmıyor. Uzun yıllar karşımıza kolay kolay bir benzeri daha çıkmayacak bir başka şey ise Adèle Exarchopoulos’un tek kelimeyle eşsiz oyunculuğu.
2- Tepelerin ardında (Dupa Dealuri) (Yönetmen: Cristian Mungiu)
‘4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’ün yönetmeni Cristian Mungiu’nun ilk katıksız başyapıtı. Bir önceki sene Cannes’da En İyi Aktris ve En İyi Senaryo ödüllerini kazanmış olan Romanya yapımı film, Türkiye’de vizyon programının ağır toplarından biriydi. Kompleks mevzuları, tinselliği gündelik hayatın çamuruna bulamayı çok iyi bilen yönetmen burada da kolay ve kategorik bir bakış açısı vaat etmiyor. Basit ama detaylara açtığı alanla çok katmanlı ve son derece zeki bir yönetmenlik gösterisi ‘Dupa Dealuri’. Sadece finalindeki kamera hareketi üzerine bile ‘Master Class’ düzenlenebilecek film, Mungiu’nun şimdilik en olgun ve en iyi işi.
3- Frances Ha (Yönetmen: Noah Baumbach)
Noah Baumbach’ın siyah beyaz harikası ileride en iyi ‘New York filmleri’ arasında yer alacak. Filmin senaryosuna da katkısı bulunan yıldızı Greta Gerwig, filmi adeta tek kişilik bir şova dönüştürecek kadar başarılı. Her nüansı, her tavrı ile filme damga vuruyor. Ancak yönetmen Noah Baumbach’ın incelikli yönetmenliği de unutulmamalı. “Frances Ha” hem bu ana ve belli bir şehre ait olsa da filmin kendisini zamansız kılan klasiklere özgü bir kalitesi var. Damaklarda günümüzden değil de 1960’lardan kalma bir klasik tadı bırakan “Frances Ha” yılın en iyi bağımsızı.
4- Zafere Doğru (Rush) (Yönetmen: Ron Howard)
Zanaatkarlık anlamında yılın zirve filmi. Tür filmlerinin şablon yapısını takip etse de bu filmin görsel ve işitsel anlamdaki işçiliği yılın pek çok filmini geride bırakmaya yetiyor. Gerçek olayların sinemasal inşasını gerçekleştirmekte ise teknik anlamda ders niteliğinde bir film. Filmin başından sonuna Ron Howard’ın her planı fikirlerle dolu. Lakin filmin yönetmenliği o kadar üst düzey ki filmin yavanlaşan senaryosunun handikaplarını aşmayı başarabiliyor. Bir yarış filmi olarak bu alt-türün çok uzun zamandır en iyi örneği.
5- Mavi Yasemin (Blue Jasmine) (Yönetmen: Woody Allen)
Woody Allen’ın son filmi ustanın en iyi yaptığı şeylerden birini yapıyor: Başka bir yönetmenin elinde filmi yapılmayacak kadar sıradan durabilecek bir hikâyeden şaşırtıcı derecede iyi bir film çıkarmayı. Sıkı gözlemlenmiş detaylar ve hikâyeye bakış açısındaki taze fikir formda bir oyuncu kadrosuyla hayat buluyor. Günümüzün tartışmasız en yetenekli oyuncularından biri olan Cate Blanchett’in performansını ve karakterine getirdiği yorumu ise layıkıyla anlatmak mümkün değil. Oscar heykelciği Cate Blanchett’e verilmezse diyeceğimiz tek bir şey var: Bir daha oynamıyoruz!
edebiyathaber.net (30 Aralık 2013)