Süreyyya Evren’in ilk romanı olan Postmodern Bir Kız Sevdim’den bu yana yirmi beş yıl geçmiş. Doğan Kitap’tan çıkan Yakınafrika yazarın dokuzuncu romanı. Süreyyya Evren’in roman, öykü, şiir gibi edebiyat alanındaki çalışmalarının yanı sıra radikal siyaset teorisi, güncel sanat üzerine çalışmaları da mevcut ve ilgilendiği her bir alana çeviri eserlerle de katkı sağlamayı sürdürüyor. Yakınafrika romanı da aslında Süreyyya Evren’in emek verdiği ilgi alanlarının bir bileşkesi gibi okumaya açık bir eser olmuş.
Sanatçının edebiyat alanındaki diğer eserlerinden de aşina olunan çağrışımlar dolayımıyla okuru düşündürmeye, birlikte keşfetmeye yaptığı davet Yakınafrika ismiyle göz kırpıyor. Bu bakımdan izini süreceğimiz ilişkiler için bir tema belirlemiş olalım: Afrika. Afrika’ya yaklaşalım.
Süreyyya Evren ile Afrika ormanlarında bir gezinti
Süreyyya Evren’in kurucuları arasında yer aldığı Siyahî dergisinde yayımlanan Frantz Fanon çevirileri, yayın yönetmeni olduğu Sıcak Nal dergisi için hazırladığı “Afrika Edebiyatı” dosyası ve başta doktora tezine dayanan Anarşizmler adlı kitabı olmak üzere üçüncü dünya anarşizmi hakkında yazmış olduğu makalelerde de görüleceği gibi Afrika rüzgârı onun kalemine oldukça tanıdık. Elbette Frantz Fanon’un Siyah Deri Beyaz Maskeler ve Yeryüzünün Lanetlileri kitaplarını okuyan herkes, Afrika tınısında kölelik ve sömürü çağrışımı yakalamaya çok yatkındır. Yakınafrika bu çağrışımları, çağın koşulları içinde yakalama imkânına müsait gibi.
Senegalli genç Boubacar Ba, Fransa’da eğitim görmüş ve ülkesine döndüğünde çağın preker iş koşullarında ne iş yapacağına da henüz karar vermemiş –Türkiye koşullarını düşündüğümüzde pek de yabancı olmadığımız– diplomalı bir işsiz. Hatta ilk altı ay işsiz olduğunun farkına varmayacak kadar işsiz. Sonra, Dakar Üniversitesi’nde Birinci Dünya Savaşı Tarihi dersi verme işini pek gönlü olmasa da kabul ediyor ama sigorta, ulaşım, yemek masrafları dahil değil. Boubacar Ba’nın iş bulması ve işe alınması bile katıldığı partide Patron’un onu mürebbi olarak aniden işe almasıyla başlıyor. Öyle ki işin tanımı, ne kadar kazanacağı gibi temel meseleler dahi muğlak. Boubacar, Mamadou’nun mürebbisi ama Patron’un yurt dışından gelen misafirlerine de eşlik edebiliyor ya da artık Patron’un malikânesinde ikâmet ettiği için evdeki orijinal bir sanat eserini yerinden kaldırıp kendi odasına götürüp duvarına asabiliyor. Patron ile Boubacar arasındaki patron–işçi ilişkisinin mesafesi bu sebeple farklı: Bu ilişkide Boubacar angaryalarla boğuşmuyor ya da evde kendini öteki hissetmiyor. Daha sonra Boubacar için bu mesafe, Patron’un kızı Adama ile olan duygusal ilişkisinin de etkisiyle derin ve hesaplaması zor bir muhasebeye dönüşüyor. Kitapta sömürü üzerinden ilişkisi kurulabilecek bir başka mesele de Adama’nın romandaki pozisyonu olabilir.
Bir siyasal düşünce geleneği olarak antikolonyalist tahayyülün gelişmesine katkı sağlamış olan Frantz Fanon’a, postkolonyal araştırmalar literatüründe kadını nesneleştiren bir tutum takındığı gerekçesiyle eleştiriler yöneltilmiştir. Bendeki çağrışımı üzerinden, Yakınafrika’yı okurken Adama’nın cinselliğinin, arzularının farkında –mesela BDSM merakı– bir kadın profiline sahip oluşundan “güzellik fetişi” hakkında bizzat konuşmasına kadar cinsel kimlik bakımından çarpıcı bir özne potansiyeliyle belirdiğini söyleyebilirim. Yakınafrika’da bahsedilen Boubacar’ın iş bulma macerası, Patron ile kurduğu ilişki, Adama ile olan fantezi evreni efendi–kölelik ilişkisini, kimin efendi kimin köle olduğunun belirsizleştiği bir boyutta kavrama imkânından söz etmektedir.
Boubacar ve Adama’nın İsveç’e gidişi anlatılırken Kürklü Venüs’e verilen referansın çağrışımıyla harekete geçip Evren’in güncel sanat üzerine yaptığı tartışmalar takip edildiğinde ufak bir kazı çalışması dahilinde görülecektir ki, Özgürlüğün Şantajı: Güvencesiz Hayat ve Depresif Sanat başlıklı bir mini kitap ve bazıları 2017 yılında sanatçının yazılarından derlenen Buluntu Kitap içerisinde de yer alan, bazıları internet erişimine açık birkaç çalışması şöyledir: “Güvencesiz SM, Türkiye Çağdaş Sanatında İş ve Anarkink”, “Güvencesiz İş Sosyal ve Kültürel Paradigmaların Yönünü Nasıl Değiştiriyor?”, “Paranın Oyuncul Kiri: Santiego Sierra, Burak Delier, Héctor Zamora”, “Bir İşveren/Girişimci Olarak Günümüz Porno Yıldızları ve Güvencesiz Çalışma Koşulları”
Evren’in diğer çalışmalarıyla birlikte okunduğunda Yakınafrika’nın, 1980 sonrası 20. yüzyılın piyasa organizasyonunu ve ulus-devletin kurgusunu etkileyen esnekleşmenin dönüştürdüğü sosyo-kültürel yapıya 21. yüzyılın gündelik hayatı üzerinden kalın bir mercekle yakınlaşmayı önerdiği düşünülebilir. Bu yakınlaşma aynı zamanda Evren’in bahsettiği –siyasal alanda çokça vaat edilen– özgürlüğün mutlak bir rahatlık sunmadığı ve sunmayacağı, bu bakımdan özgürlüğün yarattığı güvencesizliğin sürekli batıp rahatsız eden zorunlu özgürleştirici etkisiyle de beraber okunabilir.
Afrika’dan Türkiye’ye salınımlar
Fransız bir gazetecinin Senegalli bir sözlü tarihçi olan ve Dakar Canisi diye de bilinen Boubacar Ba ile Reubeuss Cezaevi’nde bir dizi söyleşi gerçekleştirmesi ancak Boubacar’ın ölümü sonrası söyleşileri kitaplaştırmaktan vazgeçip bir romana dönüşme öyküsü kaçınılmaz biçimde damakta sözlü tarih tadı bırakıyor. Boubacar’ın Karantinadakar’a getirilmesi bunun en çok hissedildiği bölümlerden birisi sanırım. Memlekete henüz geldiğinde Boubacar şehrin bir bölümünün karantinaya alındığını görüp acaba Ebola, cüzzam ya da bulaşıcı siyasi bir hastalık mı var diye düşünüp kaygılanırken daha sonra o karantinaya düşeceğinden de habersizdir.
Boubacar, Mamadou ve Adama Dakar Rallisi’ne katılmak üzere gittikleri Bolivya La Paz’da yaşanan izdihamın ortasında kalırlar. 16 Temmuz Meydanı denen bir yerde yaşanan izdiham sırasında tehlikeyi fark etmelerine rağmen insan çığına katılarak sürüklenmeleri, birilerinin üretip yaydığı korku prototipine kapılıp gitmeleri kitabı okurken panik duygusunun arttığı, aynı zamanda Boubacar’ın Dakar canisi olarak anılmasına sebep olan olaylar zinciri için de başlangıç noktasıdır. Senegal hükümetinin sacayağı, Sicilya mafyasıyla madencilik ve gece kulüpleri işletme üzerinden işbirliği içinde olan mafyatik figür Kılçık’ın ölmesi ve ardından polis teşkilatı içinde Kılçık’a bağlı uyuyan hücrelerin harekete geçmesi, komplolar ve şantajlar, offshore hesaplar tüm bu akış Boubacar’ın bir partide Çad diktatörü Gisséne Fabré’yi –ya da reel çağrışımıyla Hissène Habré– havuza itip karantinaya alınmasına açılıyor. Sözlü tarih tadı Türkiye siyasal/gündelik hayatını anımsatırcasına Boubacar’ın Karantinadakar’a gelmesinden sonra da devam ediyor: İşten atılmalar, formalite icabı işten çıkarılmalar, aslında salgın bir hastalığın olmadığı ve bunun siyasi bir komplo olduğu sanrısı/hakikati, linç, Karantinadakar’a ailece atılanlar ve onların dışarıdaki mallarının sistematik biçimde yağmalanması ve üstelik bunun şiddet ya da delilik rejimiyle değil hukuka bulanmış bir iç etme olarak kurgulanması.
Sözlü tarihçinin sesinin Boubacar’ın sesine karıştığı ve oradan da Süreyyya Evren’in kalemine dolandığı Yakınafrika Türkiyeli okura sadece Afrika imgesiyle değil farklı katmanlarda kendi yaşamıyla kurduğu mesafeyi de gözden geçirme imkânı sunuyor bir anlamda. Afrika’nın yakın olması ise zannımca, daha ziyade bir yanılsama ve daha çok okurken bir sarkacın üstüne atlayıp romanı hareket ettiren kuvvetin salınımlarına uyum sağlama hissi gibi. Diğer bir ifadeyle sabit bir yakınlık yok, çok yakın olduğunda algılanamayan bir ilişki sanki; ve bu okur için güvenceli bir masabaşı okuma anlamına gelmese de okur ve yazar arasında karşılıklı bir güven ilişkisinin gelişmesine zemin hazırlıyor denebilir. Okuyucunun takip repertuarına göre bu salınımlara izin veren titreşimleri duyması an meselesi. Tilkileri ve onların kuyruklarıyla oynaşmayı seven biri gibi düşünüp ilişkiler kurmayı, bazen o kuyrukları çözmeye bazen yeniden düğümlemeye niyetlenen bu bakımdan da tartışma odaklarının ve tartışma reflekslerinin dengesini bozmayı teklif eden bir roman Yakınafrika.
Yağız Alp Tangün – edebiyathaber.net (28 Mayıs 2018)