Şahsiyeti geniş kitlelerce bilinen kişiler için yazılan monografi denemeleri her zaman meşakkatli olur. Bir de bu şahsiyetin anlamlandırılması konusunda bir yerlerden ihtilaf hasıl olmuşsa bu meşakkat, köküne uygun bir şekilde insanın şakaklarındaki damarların sızısına benzer. Bahsolunan şahsiyet için yapılan araştırma ve yorum birikiminin üstüne özgün bir halka eklemek, kendine özgü vizyonlarıyla yolan çıkan yazarı oldukça çetin bir savaşın içine sokar. Bu savaşın galibiyet ihtimali ise sadece yazarın araştırma ve yorum gücünde aranmaz, içinde bulunduğu çağın insana ve topluma bakışına göre belirlenir. Durmadan değişen zaman’ın ruh’ları üzerinde nesne olmayı peşinen kabullenen yazar, söyleyeceği sözü farkında olmadan o güne değil, geleceğe bırakma umuduyla tarihin kendisine vereceği yargıyı bekler durur.
Tarihçi Samet Altıntaş, 2021 yılında yayımladığı Ben Şeyh Bedreddin, Derviş – Devlet – İsyan kitabıyla bu yargının haklı namzetlerinden biri olarak karşımızda duruyor. İsyanını gerçekleştirdiği 15. yüzyılın karmaşık günlerinden bugüne tarihimizin netameli noktalarından birine 21. yüzyıldan bir ses ekliyor. Bedreddin’in sesindeki edebiliğe pek tabii hepimiz aşinayız. 20. yüzyılda Bedreddin’in sesine ses ekleyen büyük şairler, ona çağına uygun bir libas giydirmekte pek sakınca görmemişti. Samet Altıntaş, Şeyh Bedreddin’in 20. yüzyıldan kalma parkasını çıkarıp ona yeni bir palto dikiyor, hepimizin içinden çıkacağı şekliyle.
Bedreddin ‘Evet İsyan’ mı diyor?
Yazar, bütün çözümlemelerinde eski Bedreddin kimliklerini bir an olsun ihmal etmezken Bedreddin’in sesine daha önce hiç eklenmedik bir ses eklemeyi de ihmal etmiyor. Klasik Osmanlı kaynakları ve 20. yüzyılda yazılmış Şeyh Bedreddin külliyatına hakimiyeti ile tarihçiliğinden ödün vermezken kendi duyarlılıklarıyla filizlenen edebi formasyonunu da metnine ustaca yerleştiren Altıntaş, bu yönüyle tarihçilik ve deneme yazarlığının tam ortasında durmaktaki ince iftiharını da okuyucusuna samimiyetle sezdirmekten geri kalmıyor. Bu duyarlılığın merkezinde ise daha önce Bedreddin ile hiç bağdaş(tırıl)mamış bir isim duruyor: İsmet Özel.
Fikir dünyasındaki sarsılmalarına rağmen şiir dünyasının bunda pek nasiplenmediğine hemen hemen emin olduğumuz bu şair üzerinde beyaz edilen düşünceler de aslında bugün Bedreddin üzerinde durulan ihtilafların bir simülasyonu gibidir. Daha da açık hale getirirsek, isyan çıkartmamış alim-sufi bir Bedreddin Osmanlı tarihyazıcılığında ne kadar muhabbet ve hürmet görecekse politik düşüncelerini beyaz etmemiş şair bir İsmet Özel de günümüz entelektüel cenahlarında o kadar sevgi ve saygı görecektir. Bu iki kader arkadaşlığı, yüzyıllardan uzanan bir bağla Samet Altıntaş’ın kaleminde birleşiyor. Bu noktada da İsmet Özel, Bedreddin’e çok yakışıyor.
Tarih Tasarımı…
Bir yandan Bedreddin gibi muğlaklıktan muhtelifliğe uzanan bir evrimi takip ederken bir yandan da “isyan” kavramına odaklanan yazar, bu kavramın tarih ve toplum nezdindeki yerinden Bedreddin’ini asla kopartmaz. Bedreddin’den yaklaşık 180 sene evvel bu sefer Rumeli’de değil de Anadolu’da çıkan Babailer İsyanı’na benzerliğine pek vurgu yapmasa da Şeyh Bedreddin’in isyanının altyapısının dolu olduğunun bilincindedir ve bütün değerlendirmelerini buna göre yapar. Babailer İsyanı ile Şeyh Bedreddin İsyanı arasındaki heterodoksi-ortodoksi çatışması, merkez çevre çatışması ve halk-yüksek zümre çatışması gibi sorunsallar ile Şeyh Bedreddin’in (ve Baba İlyas’ın) kimliği meselesi, Şeyh Bedreddin-Börüklüce Mustafa ilişkisi ile Baba İlyas – Baba İshak ilişkisi, iki önderin de torunlarının dedelerini aklaması gibi benzerlikler günümüz için özgün bilgiler değilse de karşısında hayreti gizlenemeyecek hakikatlerdir. Yazar da bu hayreti tarihsel süreci genişleterek yatıştırır. Nitekim -Cemal Kafadar’a sonsuz saygılarımızla- “huruc” kavramının derinliğini bu şekilde veriyor. Toplumun ve memleketin kodlarını ararken asla es geçilemeyecek bir kavram olan “huruc”, Altıntaş’ın kitabında yeni bir özgünlükle üretiliyor.
Bedreddin’in gerisini göz ardı etmeyen yazar, ilerisine de el atmaktan çekinmiyor. Metafizik gönderme olarak tanımladığı Börklüce “Mustafa” ve Torlak “Kemal”in isyanlarının ardından Anadolu’da ortaya çıkan bir büyük “Mustafa Kemal”i de selamlamayı ihmal etmiyor. Modern bir “huruc” olarak niteleyebileceğimiz bu durum, Altıntaş’ın yukarıda bahsettiğimiz tasarımının başarılı bir ifadesidir.
Yekunu hallince bir Bedreddin monografyasından şeyhini sıyırıp 20. yüzyıla münasip bir Bedreddin hediye eden Nâzım Hikmet ve ince işçilikle onun tezyinatını yapan Hilmi Yavuz’dan geçen yıllar sonra Bedreddin ile yeniden buluşmak Samet Altıntaş’a nasip olmuş. Zira pek de “mono” olmayan bir “grafya” bütünlüğünden sonra yazdıklarıyla Bedreddin külliyatının bir parçası olmak da tarihin ona verdiği bir meyvedir. Sabrın meyvesinin “acı” mı yoksa “tatlı” mı olduğunu anlamak için geçecek yıllara ihtiyacı var.
Samet Altıntaş’ın Bedreddin’ini anlayınca, geçmişteki tüm Bedreddin’ler de kendini ele verir. İsmet Özel’i bilmek şartıyla…
edebiyathaber.net (25 Mayıs 2022)