İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., 19′uncu yüzyılın sonlarıyla 20′nci yüzyılın başlarında yazılan 25 Türk romanındaki unutulmaz İstanbul tasvirlerini tek kitapta topladı.
“Türk Romanından Bir Demet İstanbul” adlı kitap, aralarında Namık Kemal’in ”İntibah”ı, Recaizade Mahmud Ekrem’in ”Araba Sevdası”, Halit Ziya Uşaklıgil’in ”Mai ve Siyah”ı, Ahmed Hamdi Tanpınar’ın ”Huzur”u ve Peyami Safa’nın ”Canan” isimli romanının da bulunduğu Türk edebiyatının en seçkin 25 romanından derleme yapılarak hazırlandı.
İskender Pala’nın yayın danışmanlığını, şair ve yazar olan Ekrem Kaftan’ın editörlüğünü yaptığı bu seçkiyle okuyucunun, bir zamanların İstanbul’unu zihninde canlandırması amaçlanıyor.
Kitapta, kimi zaman Boğaz manzaraları, kimi zaman sosyal ilişkileri, kimi zaman da mimarisiyle romanları süsleyen İstanbul’un unutulmaz tasvirlerinden bazı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ”Mahur Beste” adlı eserindeki cümleleri şöyle:
”Ah, eski İstanbul! İçten içe kaynayan hayatıyla, durmadan çarpışan ihtiraslarıyla, kin ve sevgileriyle, birdenbire coşan nefretleriyle, kaynayan sular gibi içten dönen ve derinleşen dolaplarıyla, daima kızdırılmış bir kaplan gibi atılmaya, parçalamaya hazır ocaklarıyla, tekkeleriyle, esnafıyla, o kadar dağınık dağınık, parça parça göründüğü halde istediği gün sokakta, çarşıda, meydanda birdenbire birleşen, acayip ve korkunç bir mahluk gibi halka halka büyüyen, genişleyen, okyanuslar gibi homurdanan, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkan, devirip alt üst eden… Kadınını, erkeğini tamamlayan halkıyla her türlü canlılığın üstünde canlı şehir.”
-Kağıthane’de bir Hıdırellez günü-
Halide Edip ise ”Sinekli Bakkal”da Kağıthane’de bir Hıdırellez gününü şöyle anlatıyor:
“Hıdırellez günü göğün altında bugün hiçbir şehir bu kadar cümbüşlü bir kalabalıkla kaynaşmaz, hiçbir sokak bu kadar başka sesleri birbirine karıştıran böyle bir uğultu çıkarmaz. Ahalisi bu kadar kuzu kızartıp helva pişirmez. İstanbul, gümüş, sisli bir sabah rüyası görüyor. Kağıthane’de, yeşil çayırlarda şimdi öbek öbek toplanan halk arasında darbuka, zilli maşa, tef, zurna sesleri arasında kara göbeğini çalkalayan çingene Pembe…”
Peyami Safa ”Canan” adlı eserinde şu cümlelere yer veriyor:
“Araba güzeller yollardan geçiyor. Bedia buralarını çok sever. Buraları Kadıköy’ün sımsıkı şehir hayatından uzak, ama yine medeni yerleridir. Güneşli, az insanlı, tozlu bir yol. Küçük büyük bahçeler içinde zarif binalar. Bazılarında belli ki vaktiyle saltanat sürülmüş. Bahçede uşaklar için ayrı daireler, araba ahırları, emekle yetiştirilmiş ağaçlar…
Ne yazık ki buraları da birkaç sene sonra ya tamamıyla zengin Hristiyanların eline geçecek, Boğaziçi’nin Anadolu tarafı da harabeye dönecek.
Yakup Kadri’nin gözünden, Kiralık Konak” adlı romanında anlattığı Şişli’nin ”yeni usül” apartmanları ise şöyle:
“Şişli’nin yeni usul elektrikli, banyolu apartmanları, Servet Bey’i gittikçe çekiyordu. Vakıa bu apartmanların merdivenlerini çıkarken ‘Ne yazık, asansör yok’ diye hayıflanıyordu, fakat Türkçe ve Frenkçe numarası yazılmış, zil düğmesi parıl parıl parlayan kapılardan içeri girip de burnu boyanmış parke kokusunu alır almaz adeta içi açılıyor, ocağı çini taklidi Frenk tuğlalarla döşenmiş mutfakta dakikalarca kalıyordu. Sonra balkona çıkıp caddeye bakıyordu, cadde genişliği, gürültüsü, telgraf, telefon, tramvay telleri, otomobilleri, ortasından geçen rayları, duvarlarındaki ilanları ile onun beyninde tamamıyla bir Avrupa şehri manzarasını canlandırıyordu.”
-“Üç taraftan billur çerçeve ile çevrilmiş İstanbul üçgeni!’
Mizancı Mehmed Rauf ise ”Turfanda mı Turfa mı-” adlı eserinde, İstanbul’u şöyle anlatıyor:
“Her şey göz önündeydi. İşte üç taraftan billur çerçeve ile çevrilmiş İstanbul üçgeni! Bulutlara doğru alemlerini kaldırmış minarelerden dolayı bin direkli muhteşem bir gemi şeklinde azametle duruyordu.
İşte binlerce deniz taşıtını arkasına yüklenmiş ve iki büyük çemberle kuşanmış ‘Altın Boynuz’ yani Haliç! İşte tatlı bir duman için keyif süren Adalar. Daha arkada Yalova, Mudanya tepeleri.”
Hüseyin Rahmi Gürpınar da ”Şıpsevdi” adlı eserinde şunları söylüyor:
“Aksaray tramvay durağında Nalıncı ve Şekerci sokaklarının başlarındaki ızgaralar yağmur sularını toplamak ve uzaklaştırmaktan daha başka hizmetler görerek de dikkati çekiyorlar. Bu baca ağızları fakir halkın adeta bülbüllü, sümbüllü hoş kokulu bir havuz başı eğlence yeridir. Yaz günü uçan haşeratın her çeşidi buralarda vızıldar. Rutubetten etraflarında yosunlar, çimenler yetişir. Bu has bahçenin güzelliğinden en çok faydalananlar tramvay işçileridir. Yazın insanı kesen sıcak günlerinde, Eminönü’nden Aksaray seferini tamamlayınca, o beş altı dakikalık hizmet arası sırasında tramvay ispirleri bu sokakların başlarındaki sıra ağaçların yahut çeşmenin kısa gölgesine sığınırlar. Bu ferahlatıcı havuzların hemen yanına iskemleyi atıp acele bir dinlenme kahvesi içerler.
Akşama doğru bu sokakların ağızları balıkçı tablaları, yemişçi, sebze küfeleriyle, birer yiyecek sergisi halini alır.”
edebiyathaber.net (18 Nisan 2012) Kaynak: aksam.com.tr