Sümer Hayvan Masalları (Yabanöküzü Boynuzlu Tilki), Yapı Kredi Yayınları tarafından “4000 Yıl Önce Kil Tabletlere Yazılan İlk Masallar” olarak okura sunuldu. “Fabl Nedir?” sorusunun cevabıyla açılıyor “Önsöz”. Bir çocuk kitabı gibi görünse de gençler ve yetişkinler için de ibretli hikâyeler içeriyor kitap.
Fabl, Latince bir sözcük: “Öykü, masal” anlamına geliyor. Çocuk edebiyatına ait bir yazım türünün adı aynı zamanda. Fabl masallarının sonunda okurun alması istenilen bir ders vardır hep.
Yalvaç Ural, kitabın girişinde yer alan ön sözünde fabl kavramıyla ilgili epeyce geniş bilgiler vermiş. İÖ 1. yüzyılda yaşamış Latin şairi Phaedrus’un, Latin edebiyatının ilk fabl yazarı olduğunu öğreniyoruz mesela. Phaedrus, hem Aesop masallarını derlemiş hem de özgün fabllar yazmış. Phaedrus, bu masallar için şöyle der: “Fabl, insanların yanlışlarını düzeltmeye yaramalıdır.” Fabllar, erken dönem masallarıdır ve sözlü anlatım geleneği aracılığıyla insanlara erdemli kişi olabilme ilkelerini hayvanlar yoluyla öğretirler.
Ural, ayrıca “Önsöz”de şunları söylüyor: “Günümüzde de Sümerologlar ve tarihçiler, Nippur’da bulunan çivi yazılı tabletlere dayanarak, ilk fabl hayvan masalları geleneğinin Aesop’la değil, günümüzden 4000 yıl önce, Sümer’de başladığına işaret ediyorlar. Sümer’in erken dönem edebi metinleri içinde yer alan bu çivi yazılı kil tabletler arasında bulunan masalların çoğu, bugün bizim müzelerimizde bulunuyor.”
Önemli bir ilke imza attığı iddiasıyla yayımlanan kitapta metinler kadar resimlerin de üzerinde durulmuş. Sümer figürleri ve hayvan formlarından oluşan yüzlerce görsel incelenmiş. Erdoğan Oğultekin, sayısız eskizden sonra dönemi yansıtan tarzıyla desenler çizmiş. Onları kil tabletlerin rengine boyayarak kitabı okurla buluşturmuş.
“Birlikten güç doğar”
Adına ister ‘hayat tecrübesi’ dersiniz ister başka bir şey! Sümer Hayvan Masalları’ndan öğreneceğimiz birçok şey var. “Derler ki Tanrı Enlil,/ Şöyle yanıt vermiş tilkiye:/ ‘Ben herkesi, kendisiyle uyumlu yarattım./ Ne bir fazla ne bir eksik bıraktım./ Ama sen verdiklerimle yetinmeyip-/ Boynuzu olanı senden güçlü sandın./ En büyük gücün,/ Akıl olduğunu anlamadın!”
“Fil ile Çalıkuşu”nda anlatılmak istenen tevazunun güzelliği sanki: “Çünkü ben, senden daha özel yaratılmış biriyim;/ Ötüyorum, şarkı söylüyorum./ Sen yalnızca homurdanıyorsun./ Ben uçuyorum, sen hantal hantal yürüyorsun./ Üstelik bir de bu kısa yaşamımda,/ Ne yazık ki, dünyayı senin gibi övüngen,/ Kendini beğenmiş biriyle / paylaşıyorum” dedi./ Çalıkuşu yuvasına giderken,/ Fil sessizce gözden kayboldu.”
“Dokuz Yabanıl Kurt ile Açgözlü Başkurt”ta şöyle der mesela: “Kurtlar yalnız dolaşmaz./ Bilirler güçlerini;/ Birlikten güç doğar,/ Verirler el ele,/ Kaçırmazlar avlarını.”
“Yabanöküzü Boynuzlu Tilki”de ise: “Tilki kurnaz olmasına kurnaz,/ Kibirli, oyunbaz, kandırıkçı;/ Bir o kadar da korkak bir hayvandı./ Çünkü onun, başka hayvanlar gibi,/ Güçlü silahları yoktu.”
Düş olan masal, masal olan düş
4000 yıl önce yazılmış fabllar sözümüze konu olan. Ancak güncelliğini korumuş gibi duruyorlar. (Onlara atfedilen niteliklerin güncelliğini korumasındandır belki de bu!) Değişen pek bir şey yok: Tilki yine ’tilki’, öküz yine ‘öküz’, ayı yine ‘ayı’…
“İnsanlık tarihin ilk yazılı fabl masalları” olarak sunulan bu kitabın üzerine birkaç kelam daha etmek isterim. Dura dura, düşüne düşüne okudum ‘Sümer Masalları’nı. Kâh bir sütlü kahve eşlik etti kelimelerin yanına. Çocukluk kokularıyla birlikte, düşe daldırdı beni. Kâh eski bir zaman şarkısıyla birlikte okudum. Ninni gibi geldi. Bir zamansızlık duygusuyla düş olan masaldı belki, masal olan düş…
“Uyusun da büyüsün ninni!” derken anneler, dizlerinde yatar ya çocuklar… O kadim zaman bilgeliğiyle gelip yoklayıverir ya uykudan önce; kurtlar, aslanlar, tilkiler, öküzler, kediler, gelincikler, keçiler, serçeler… Her birinin dilinde başka bir hikâye –adına fabl demişiz bazısının– uykuya uğurlar.
Bazen sorarız ya kendimize: “Uyuyan bendim de düşü gören kimdi?”. Düş/ü gördüğümüzde onun ‘düş’ olduğunu anlayamayız ya bazen. (Bir okur-yazar için kelimeler denizinde yüzmekten daha büyük düş var mıdır sahi!)
Hikâyesiz, masalsız ve rüyasız kalsaydık ne olurdu? Hiç düşündünüz mü bilmem, ama Sümer Hayvan Masalları’nı okurken bunu düşündüm ben.
Hadi, gökten üç elma düşsün başımıza: Biri anlatıcıya, biri yazara, biri okura…
Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (13 Ekim 2016)