7/24 gözetlenip azmettiriliyoruz | Havanur Taflan

Temmuz 24, 2023

7/24 gözetlenip azmettiriliyoruz | Havanur Taflan

“Evet, gece oldu ve başka bir dünya doğuyor. Sert, alaycı,
okuma yazma bilmeyen, unutkan, sebepsiz dönen… Yayılmış, düzleştirilmiş, sanki perspektif ve kaçış noktası ortadan kalkmış gibi…
Ve garip olan şu ki, bu dünyanın yaşayan ölüleri önceki dünyaya dayanıyor.”
Philippe Sollers   

Çalış, tüket ve sergile… Yaşamımızın yeni döngüsü artık. Zaman ise farklı adlarla hayatımızı gasp ediyor. Çalışma zamanı, tüketim zamanı, pazarlama zamanı… En kötüsü ise tüm bu zamanların boş zamanımızın üzerine çöreklenmiş olması… Amerikalı akademisyen Jonathan Crary de 7/24 çalışan bir toplum haline geldiğimizi (getirildiğimizi) ve boş zamanlarımızda bile aktif olmamızın istendiğini söylüyor Yeryüzü Yakılıp Yıkılırken adlı kitabında. 1967’de ‘Gösteri Toplumu’ adlı eserinde “gösteri”yi, insanları izin verilen bir dizi rutinin tuzağına düşürmeyi amaçlayan sosyo-kültürel-ekonomik güçler ağının adı olarak tanımlamıştı Guy Debord. Bugün bu ağlar o kadar çok gelişti ve yaygınlaştı ki… Gelecek yeni cihazları nasıl satın alacağımız ve hayatımızı nasıl bunlara göre inşa edeceğimiz üzerine indirgendi. Metalara ve insanlara sürekli erişim sağlamakla övünen bir dünyadayız artık. Ve günümüz kapitalizminin eskisinden daha fazla paraya ihtiyacı var.

Geçmişe göre daha modern evlerde ve daha çok çeşitliliğin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Oysa gerçekte… Sıkışık yerleşim yerlerinde kötü beslenmiş sağlıksız, doğadan kopuk, birlikte yaşama ve dayanışma ruhumuz körelmiş durumdayız. Kapitalizm ise eskisinden çok daha sert davranıyor bize. Geçmişteki tüm sömürü sistemlerinden gelen yoksulluklardan ve aşağılanmalardan bile daha fazla… Bizler de ne sahip olduğumuz teknolojik aletleri çok uzun saatler ve düşük ücretlerle çalışarak üreten o emekçi kesimini… Ne sahip olma dürtümüzle sürekli çalışmaya zorlandığımız ve borçlanan hayatlarımızı… Ne de kesintisiz bir üretim ve tüketim için kaynak çıkartırken dünyaya verdiğimiz hasarları sorguluyoruz. 

Sürekli hikâyeler anlatıp duruyoruz fakat o hikâyelerin öznesi değiliz. Elimizde tutunabilir hiç bir şey yok… Anılarımız bile bulut sistemlerinin içinde uzayda salınım halinde.   Eşitsiz ilişkiler ağındaki bu eşitsiz toplumda bolluk algısıyla yaşamaya devam ederken bizleri gözetleyen neyi yapıp neyi yapmamız gerektiğini söyleyen o akıllı teknolojiler hayatımızın başköşesini işgal ediyor. Günümüz endüstrisi kendi rahatlığı için çeşitli nedenlerle(ki bu nedenlerin yaratıcıları da onlar) kendi bölgelerinden uzağa taşınan insanları köklerinden kopmuş kendileri için tasarlanan dünyanın içine sokuluyor. En kötüsü de bu insanların bunu kendi rahatlıkları için olduğuna inanmaları… Bu çağ hem toplumsal parçalanmanın hem de çevresel çöküşün çağı… Bizler de onun çevrim içi hizmetkârları… Ve bu çağı uzatmak uğruna gezegenimizi kapitalizm yamyamına teslim etmeye devam ediyoruz. 1955’de Aime Cesaire’ın Avrupa sömürgeciliği ile ilgili tespitleri hala geçerliliğini koruyor. “Onlar ilerlemeden tedavi edilen hastalıklardan, inşa edilen otoyollardan, geliştirilen hayat standartlarından bahsediyorlar bana. Bense özleri boşaltılmış toplumlardan, ayaklar altında çiğnenen kültürlerden, tahrip edilen kurumlardan, yok edilen dinlerden, imha edilen sanat eserlerinden, silinip giden imkânlardan bahsediyorum.”

Tarih boyunca peşine düştüğümüz o amaç ve hedefler… Artık seçtiğimiz amaç ve hedefler olmaktan çoktan çıktı.  Bugün hayatımızı kolaylaştırmak için yaptığımız her şey… Yaşanabilir hayat sahamızı her geçen gün daha fazla kirletiyor. Ve yaptığımız yeniliğin süreklilik istediğine inandırıldığımız için de ihtiyacımızdan fazla kaynak tüketiyoruz. Duraklamadan işleyen, yenilenme veya toparlanma olasılığı olmayan, ısısı ve israfıyla boğulan bir dünya burası… Yaratılan dijital ağlar ise bağımlılığın, yalnızlığın, boş umutların, hafızanın aşınmasının ve toplumsal parçalanmanın amansız motoru… Gezegenimizi iklim değişikliği gibi büyük bir tehlike ile karşı karşıya. Bu çağın patronları bu tehlikeyi ya önemsemiyor, ya da önemsermiş gibi gözüktüklerinde ise gerçekçi çözümler üretmiyorlar. Elektrikli arabaların iklim değişikliğine çözüm olduğunu söylüyorlar fakat bunun için gereken kaynağın dünyaya vereceği zarardan hiç bahsetmiyorlar.  Siyaset artık bu çağın akıllı teknolojileri tarafından belirleniyor. Yapılan anketler ve yaptıkları algı yönetimiyle halk uyuşturuluyor. Özgürlük alanı diye sunulan dijital platformlarda biz de tepkilerimizi dile getirdiğimizi zannediyoruz. Oysa… Sadece kendimizi avutuyoruz. Burada devrimci özneye yer yok çünkü. ’Twitter kullanmıyorum artık Threads kullanıyorum.’ Zuckerberg ve Elon Musk’ın ideolojileri düşünmemize ket vurarak pürüzsüz yüzeyler istiyor tüm diğer ideolojiler gibi… Bu sistemin devamlılığı tepkilerin kontrol altına alınmasına bağlı… Bilinçli yaşamak için yola çıkan, varoluşunu arayan o insana ne oldu peki? Tarih boyunca aklıyla övünen… O şimdi… İcat ettiği aletlere akıllı diyor. 

Ya geleceği bırakacağımız gençlerimiz? Onlar ise siyasi eylemlilikten uzak, teknolojik uyum ve tüketim taleplerinin yığını altında ezilmiş durumda. Ya ekonomik sıkışmışlığın içinde iş bulamayıp, emeğin sömürdüğü düzende harcanıyorlar. Ya da nasıl kısa sürede para kazanabileceklerini kafalarına dolduran sistemlerle, ağın içine katılıp düzenin devamına yardımcı oluyorlar. Ana akım medyada bize sunulan o mutlu gezegen… Nedense büyük çoğunluğumuza gülümsemiyor. ‘Dünya biziz, her şey güzel olacak’ deniliyor sürekli… Gerçek hiç de öyle değil… Teknoloji okuryazarlığı eğitimleri okullarımıza ders olarak konuluyor. Aslında alışveriş yapma, oyun oynama, dizilerin bölümlerini peş peşe seyretme ve diğer parasallaştırılmış davranışları kazandırmak için ortaya atılan örtmece bir tabir bu Cary’e göre. Kısaca yapılan her şey bu sistemin işleyişinin devamı üzerine kurgulu. Ve hiçbir şey bizim yararımız düşünülerek yapılmıyor. Facebook kurucusu Zuckerberg bile Instagram’da paylaştığı aile fotoğrafında çocuklarının yüzlerini kapatırken kendi tasarladığı sosyal ağların gizlilik politikasına güvenmediğini gösteriyor. Ya bizler… Birbirimize bağımlı olmadığımızı, hayatlarımızın özerk yöneticileri olduğumuzu zannediyor; ilişkilerimizi, çevrimiçi hesaplarımızı nasıl kontrol ediyorsak öyle idare edebileceğimiz inancını taşıyoruz. Ve bir avuç tirana hizmet etmek için yaratılmış bu sahte dünyada art arda takılan görüntüler arasında gezinirken her şeyi silip süpürüyoruz. Doyumsuzluk oburuyuz her birimiz. Ve ulus ötesi şirketler tarafından tasarlanan ve yönetilen sistemlerle hayatlarımızı sürdürebileceğimize inancını devam ettiriyoruz. 

Dijital teknolojiyi aynı şekilde kullanmaya devam edebileceğimize inanmak… Çok tehlikeli bir fantezi. Tüm bu teknolojileri eleştirsek de(ki çoğumuz bunu yapmıyoruz) bunları üreten şirketler bizi ‘teknolojiye karşı’ olmakla suçluyor. Bu teknolojilerin dünyada kalmak için zorunlu olduğunu ve sürekli bir şimdiki zaman olan, bir gelecek fikrini kabul etmemizi istiyorlar. ”İnternetin hâkim olmadığı bir dünya kurmak demek,  her şeyi değiştirmek demek olacaktır.”  Ha şunu bileydiniz! 

O nefes alıp veren, içindeki her şeyi ruhunun ritmik nabzıyla birleştiren gezegenimiz… Onu duyarsızlığımızla çoktan ölüme terk ettik. Ama unuttuğumuz ve göz ardı ettiğimiz bir şey var ki… Onun ölümü bizim de sonumuz olacak… Artık yapısal değişikliklere ihtiyacımız var. Hem de hemen… Bir an önce farklı yaşam biçimleri hayal etmek zorundayız. Eğer bunu yapamazsak bu çağın ortaya çıkardığı en büyük sorun olan iklim değişikliği zaten sonumuz olacak.  Yapmamız gereken şey çok basit oysa… Yaşanan zamanı zaman olarak iadesini istemek ve kolektif ihtiyaçlarımızı yeniden keşfetmek… Bunu yapabilmek için öncelikle birbirimizle bağ kurmanın, birbirimize dokunmanın sıcaklığını yeniden hissetmek zorundayız. İnsan olmamızı sağlayan unuttuğumuz o duygularımızın… Anlayacağınız fabrika ayarlarına geri dönmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor. Eğer bunu yapmazsak (yapamazsak) kendi kendimizin azmettiricisi olarak hepimiz bu dünyanın katili olacağız.

Bağımsız özerk kendilik olarak hayattır vazgeçilen.

Böylece özne kendini, kendisine yabancı varoluşsal güçlere teslim eder.

Ludwig Binswanger

Kaynak:

Jonathan Crary, Yeryüzü Yakılıp Yıkılırken, Çev. Tuncay Birkan, Metis Yayınları

https://hazlitt.net/feature/guy-debord-life-death-and-afterlife-brilliant-crank

https://electramagazine.fundacaoedp.pt/en/editions/issue-20/jonathan-crary-practices-radical-refusal

edebiyathaber.net (24 Temmuz 2023)

Yorum yapın