Türker Kılıç’ın “Yeni Bilim Bağlantısallık, Yeni Kültür Yaşamdaşlık” kitabı üzerine çok konuşuldu, çok tartışıldı. Kılıç’ın bu eseri en yalın ifade ile, “bağlantısal bütünsellik” kavramı ile bizi tanıştırıyor.
“Bağlantısal Bütünsellik ile kasttettiğim, yaşamın, onu oluşturan ağ yapılarının, içiçe kendini var etmiş, her bütünün, bir üst bütünün parçası olduğu, enformasyon ilişkilerinin bütünlüğü.”
Nörobilim dünyasının bu kavramı, beyin nasıl zihin üretiyor sorusuna yanıt ararken keşfettiğini söylüyor Kılıç. İlginç olan, eğer insanoğlu, yeni bir matematik anlayışı geliştirilebilir ve bir modelleme kurulabilirse; artık iktisat, kültür, yapay zekâ, karıncaların nasıl tek bir canlı organizma gibi davrandıkları, Covid 19 virüsünün ve kanser hücrelerinin yayılışı gibi pek çok bize pek karmaşık görünen sistem de anlaşılır, öngörülebilir hale dönüşecek.
Türker Kılıç bu kitabında, insan konnektom projesi, Autopoiesis, Laniakea ile de bizi tanıştırıyor; kaos ve canlılık gibi kavramlara daha modern tanımlar getiriyor.
***
Mert İnan ile birlikte hazırladıkları “Beyin Nedir”den “Yaşam Nedir”e Bir Hayat Serüveni adlı çalışmayı ise okuması çok daha kolay, ilk kitabın dilini ne kadar teknik ise bu kitabınki o kadar samimi; Türker Kılıç’ın otobiyografisini yazdığı italik bölümler hem duygu yüklü hem de ilham verici. Kendini bilime adamış ülkemizde ve dünyada saygın bir cerrah, bize çocukluğunu, arkadaşlıklarını, onu en çok etkileyen aile fertlerini anlatıyor; böylece bir anda gözümüzün önüne 1970’li yıllar Bursa’sı, bisiklet tamircileri, Muradiye’nin kagir evleri; ilkokul sıraları; mürekkep tozlu, kara tahtalar; idealist, paylaşımcı öğretmenler; özverili, çalışkan ebeveynler; lise arkadaşlıkları; yıllar süren dostluklar canlanıveriyor.
***
Eylül 2024’de ilk baskısını yapan Nasıl daha İyi Bir Yaşam Kurarız?, yine benim gibi tıp eğitimi görmemiş okurların zihnini açacak bir kitap. Yazar bu kez okura iyilik nedir, sorusunu sorduruyor. Yaşamın anlamı nedir? Kendimize faydalı olmaya çalışırken başka insanlara, doğaya, diğer canlılara ve hatta cansız saydığımız dağlara, denize, atmosfere zarar veriyor muyuz? Yoksa yaşamdaşlık zincirinin küçük bir parçası olduğumuzun bilincinde miyiz?
İçinde bulunduğumuz sosyo-kültürel şatlar, ekonomik yapı, insan odaklı olduğu için, tüm canlı ve cansızların bağlantısallığından bahsetmek ilk anda kulağımıza yabancı gelebilir. Aslında her şeyin her şey ile ilintili olduğunu ve pekâlâ daha büyük bir bütünü oluşturabileceklerini en iyi sanatçılar bilirler. Ingmar Bergman, Persona filminin senaryosunu, doğada gözlemlediği deri değiştirmekte olan bir yılandan esinlenerek yazmıştır. Dostoyevski’nin hapishanede iken (bilindiği gibi Ölü Evinden Anılar kitabında bu yılları anlatacaktır.) kendisine esin vermesi için kardeşinden bir fizik kitabı ve Kuran’ı Kerim istemiş olması ilginçtir. Pek çok fizik kanunu iktisat biliminde de kullanıldığı gibi insan ilişkileri için de geçerlidir.
“Sanatçının, sanatçı olmasının sebebi, anlamlandırmadan duyduğu hazdır.” diyor Türker Kılıç. Evet, sanatçılar, (çoğu kez diğer insanların yeterince üzerinde durmadığı meselelere) kafalarını takarlar ve zihinlerinde bu meseleyi gezdirirken anımsadıkları imgelerle bağlantı kurar, yeni, anlamlı bir bütün var ederler. Türker Kılıç bir de nöronların bağlantısallığından bahsederken “akış hali” ifadesini kullanıyor ki hemen aklımıza Mihaly Csikszentmihalyi geliyor. Macar asıllı ABD’li psikeatrist, Ona göre akış, bir noktada toplanmış motivasyondur. Kişinin tamamn dahil olduğu,kendini tamamen etkinliğe verdiği zamanki zihinsel durumdur. Bu tecrübenin “ototelik” deneyimlerle daha kolay kazanılabileceğini söylüyor Mihaly. Sporun, sanatın, sonunda bir hedef belirlenmiş eylemlerin, zanaatlarin hatta dini ritüellerin zihnimizde hep bir akış hali oluşturduğunu ve bu esnada mutluluğu biz farkında olmadan hissettiğimizi söylüyor. (Konuyu dağıtmamak adına burada kesiyor, Mihaly’nin Türkçeye çevrilmiş “Akış” adlı eserini meraklısına şiddetle öneriyorum.)
Kılıç, zekânın tanımını yaparken ezber bozuyor ve “enformasyon işleyen her sistemin eninde sonunda zekâ üreteceğini” söylüyor. Benim bu tanımdan anladığım sistemin olağan akışını değiştiren “hataların” zekâ olarak değerlendirilebileceği şeklinde. Türün avantajını sağlayan mutasyonlara da pekâlâ zeka diye bakabiliyoruz. Zaten Türker Kılıç da Covid-19 virüs genindeki mutasyonun nasıl sosya-ekonomik bir global felakete yol açtığına dikkat çekiyor. Bu haliyle virüs hem canlılık hem de zeka örneği sergilemiş oluyor.
1997’de asistanlığını bitirip ABD’ye giden Kılıç, Harvard Üniversitesi’nde Nöroşirurji Bölümü Başkanı Peter Black ile tanışacaktı. Kendisinin o labaratuarda geceli gündüzlü tek başına çalıştığını gören Black, “başarının tek başına elde edilemeyeceğini, ekip çalışması gerektiğini” söyleyecektir. (Türker Kılıç’ın bu çalışmaları, ürününü Glivec adlı ilaç olarak verecektir. )
Farklı disiplinlere, farklı konulara değiniyor Türker Kılıç. Sözgelimi Spinoza, Rembrant, Descartes, Huygens’in komşulukları, birbirleri ile etkileşimleri dikkat çekici. Goethe’nin 17,000 adet mineral taş koleksiyonu olduğunu da Türker Kılıç’dan öğrendim.
Taşlarla ilgilenen tanıdığım başka bir yazar da Feridun Andaç’tır. Peki yazarların nesnelere bu ilgileri neden kaynaklanıyor olabilir? Taşlar farklı mekânlardan bizzat toplanıyorsa şayet, o mekanla, anılarla daha kolay bağlantı kurmak için pek tabi… Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ni çalışırken nasıl antika dükkânlarını gezdiğini, Çukurcuma Sokakları’nı arşınladığı hatırlayalım.
Kitapta bir de insan konnektom projesi üzerinde duruluyor ki anlaşılan gelecekte üzerinde daha çok konuşacağız, insan beyinlerinde üretilen düşüncenin bilgisayara aktarılmasını, bu bilgisayarlar da birbirlerine bağlanarak bugünkü internetin yerini alabilecek zihin ağı kurulmasını amaçlıyor. Farklı zihinlerle beslenen zihin neye dönüşecek şimdiden kestirmek zor. Kılıç’ın dikkat çektiği başka bir nokta, “blockchain” benzeri her bir halkanın, zincirin bütünü içinde diğer halkalar ile denetlendiği bir mekanizma içinde kötülük yapmanın daha da zor olacağı. Kılıç, bağlantısallığın, yaşamdaşlık bilincinin bizi daha eşit, adil yepyeni bir dünya düzenine hazırlayacağının ipuçlarını veriyor. Burada akla gelen bir mesele kötülüğün artıp artmayacağı. Şöyle bir durum varsayalım. Ünlü ve saygın bir insan hakları savunucusunun zihnine bağlandığımızı düşünelim. Bir de görüyoruz ki kendisinin pedofili eğilimleri var, eşine evde şiddet uyguluyor ya da hayvanlara işkence yapmaktan zevk alıyor o halde ne olacak? Kötülüğün normalleşmesi kolaylaşacak mı? Kişi mahremiyeti ve düşünce özgürlüğü yeniden tartışma konusu mu olacak? Nasıl bir gelecek bizleri bekliyor? Matrix’de olduğu gibi helikopter kullanma becerisine ihtiyaç duyduğumuzda saniyeler içinde zihnimize yükleniverdiği olumlu bir senaryo mu? Yoksa Azınlık Raporu’nda olduğu gibi kişilerin düşüncelerinden ötürü potansiyel suçlu ilan edilip ceza aldıkları bir distopya mı? (Konunun uzmanı olmadığım için burada sadece anladığım kadarı ile varsayımlarda bulunduğumu hatırlatmak isterim.)
Yanlış anlaşılmasın, insanoğlunun binlerce yıldır biriktirdiği yaşam tecrübesine ben de güveniyorum. Ben de Kropotkin gibi, suçun önüne geçmenin en etkili yolunun devletin verdiği cezaların değil, toplumun vereceği cezalar olduğuna inanıyorum. Zira kimse, herkes tarafından dışlanacağını bilirse, suç işleyemez.
***
Belki de bu yeni kültürü ister istemez benimseyeceğiz. Yaşam bu yönde akıyor çünkü. İnternet ve yapay zeka bu süreci hızlandırıyor. Postmodernizm. Azınlıkların, kadınların, hayvanların hakları. Kripto para birimleri. Çok kültürlülük, çok seslilik. Demokrasi ve şeffaflık talepleri. Yapmamız gereken birbirimizi daha fazla dinlemek, farklılıklara saygı duymak, anlamaya çalışmak. Yepyeni dünya düzeninde kimsenin kimseye üstünlüğü olmayacak, zira doğanın önünde hepimiz eşitiz. Çoban da olsak, nükleer fizikçi de!
***
Türker Kılıç, bu yeni kültürü kendi hayatında da uyguluyor. İlkokul arkadaşları, Bursa’daki öğretmenleri, yirmi yıl önceki hastaları ile hala iletişim halinde; sıkı bir çevreci. Deniz ve doğa tutkunu, özellikle felsefe ve müzik, şiir, resim gibi sanatın pek çok farklı disiplini ile ilgileniyor; (şaşırtıcı ama) iyi bir sosyal medya kullanıcısı!
Bir de dilimizde unutulmaya yüz tutmuş “hazerfen” sıfatını bize hatırlatıyor ki bize Batı Literatüründen “Rönesans İnsanı” nı anımsatıyor. Türker Kılıç onu polymath, yani ilgi alanının yaşamın kendisi olma hali diye tanımlıyor. Biraz daha açıyor bu tanımı:
“Hayatla ilgili bir merak konusu olduğunda bu süreç içinde akış neyi gerektiriyorsa onu öğrenme, ne kadar gerekiyorsa o alanda o kadar derine gidebilme hali.” Sonra dünyaca tanınmış hazerfenlere örnek veriyor: Leanorda da Vinci, Alexander Von Humbondt, Hypaita, Bilgenli Azize Hildegart, Goethe, Atatürk, Lamarr, Benjamin Franklin, İbn-i Rüşt, İbn-i Sina gibi. Ülkemizdeki hazerfenleri saymaya kalksak en ön sıralara Türker Kılıç’ın kendisini de eklememiz gerek!
***
Türker Kılıç, hayata bakışımızda bize yeni bir pencere açıyor. Fotoğrafçılar bilirler, asıl marifet konuya başkalarının göremediği açıdan yaklaşabilmektir. Edebiyatta da benzer kural geçerlidir. Konudan çok sizin ona nasıl baktığınız nasıl ele aldığınız önemlidir. O halde Nasıl Daha İyi ve Güzel Bir Yaşam Kurarız’ dan bir alıntı ile bitirelim: “Perspektif, anlamı belirler.”
edebiyathaber.net (3 Ocak 2025)