I
2013 yılının Mayıs ayında başlayıp tüm Türkiye’yi etkisi altına alan Gezi Parkı protestoları hiç kuşku yok ki Türkiye tarihindeki en önemli olaylar listesinde üst sıralarda kendisine çoktan yer buldu. Aradan bir buçuk yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bu toplumsal kalkışma hakkındaki yorumlar ve değerlendirmeler hız kesmeden yapılmaya devam ediliyor. Hiç kuşkusuz, toplumsal hafızamıza kazınan bu önemli olay, kendisine sanatın tüm alanlarında da yer bulmaya devam edecek. Bu kapsamdaki ilk örnekleri müzik alanında görmüştük. Aradan zaman geçtikçe sinema ve edebiyat alanında da kendisine Gezi’yi referans alan birçok eser ortaya çıkmaya başladı.
Bu kapsamda, Ahmet Ümit’in yazdığı “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi” ve Emrah Serbes’in “Deliduman”ı Gezi Parkı protestolarından doğrudan bahseden iki çok satan roman oldu.
Ümit’in romanını okuduğumda zaten yazılan bir romana Gezi olaylarının sonradan eklendiğini hissetmiştim. “Deliduman”ı okuduğumda ise biraz daha kısa tutulsaymış çok daha iyi bir roman olurdu, diye düşünmüştüm.
Geçtiğimiz günlerde Mehmet Eroğlu da Gezi Parkı protestolarının en ateşli günlerinde, olaylara uzaktan bakan bir kahramanın yer aldığı son romanını yayımladı. “9,75 Santimetrekare”, Gezi Protestolarının patlak verdiği günlerde başlayıp, parkın işgali ile devam eden süreci arka plana alan bir roman.
II
“9,75 Santimetrekare”de hikâyesi anlatılan kahraman, kendi sözlerine kulak verecek olursak “Ruhu bereli ve kimsesizin teki”dir. (s. 249)
Bu tanım, Mehmet Eroğlu’nun önceki romanlarını okuyanların aşina oldukları bir roman kahramanını işaret ediyor. Eroğlu, romanlarında, sol değerler uğruna mücadele etmiş ama aradan geçen yıllarda yenilmiş, yalnız kalmış ve içine kapanmış erkek kahramanları en iyi anlatan yazarlarımızdan.
“9,75 Santimetrekare”nin kahramanı Ahmet’i de bu kapsamda değerlendirebiliriz. Roman boyunca Ahmet’in “eski solcu” kimliği satır aralarında bir iki ufak anekdotla dile getirilse de Ahmet’in yukarıda formüle edilmeye çalışılan yapıya üç aşağı beş yukarı uyan bir karakter olduğunu söyleyebiliriz.
Ahmet, Cihangir’de yaşayan, alkol kullanımıyla ilgili sorunları olan, geçimini dizi senaryolarındaki diyalogları yazarak sağlamaya çalışan bir kentli yarı aydın olarak sunuluyor romanda.
Ahmet, ayrıca, bir türlü sonunu getiremediği romanı üzerinde çalışmaktadır. Ahmet’in yazmaya çalıştığı roman, Zinar isminde bir Kürt gencini anlatmaktadır. Zinar, uzun metrajlı bir film çekmeye çalışan yetenekli bir yönetmen adayıdır, yazdıklarını değerlendirmesi için tecrübeli bir edebiyatçıya sunmuş ve edebiyatçının soruları ışığında kendi yaşamını anlatmaktadır.
“9,75 Santimetrekare”nin içinde, Ahmet’in yazdığı fakat bir türlü sonunu getiremediği Zinar’dan bölümler de okuruz.
Bu açıdan bakıldığında, “9,75 Santimetrekare”yi, roman içinde roman barındıran bir kitap olarak tanımlayabiliriz.
Bu noktada Mehmet Eroğlu’nun detayları vermedeki ustalığı hemen göze çarpıyor. “9,75 Santimetrekare” boyunca Ahmet fırsat buldukça geçmişe dönmekte ve ruhunu zedeleyen olayları bir bir anlatmaktadır. Ahmet’i yaralayan olaylar zinciri, Zinar’da da kendine yer bulmakta ve bu sayede Eroğlu’nun yarattığı karakter tüm derinliğiyle okurlara anlatılmakta. Ahmet’in romanı için bulamadığı son, aynı zamanda Ahmet’in yaşamındaki en büyük travmayı arayışının da öyküsü olarak sunulmakta roman boyunca.
Ahmet, yazmaya çalıştığı romanı için bilinçaltına gömdüğü gerçeklerle yüzleştikçe “9,75 Santimetrekare”yi oluşturan çember kapanacak ve bu sayede yalnızca Ahmet’i değil vicdanlı her insanı ilgilendiren, bugünümüze de ışık tutmamıza yarayabilecek olaylar zincirinin bir diğer halkası aydınlığa kavuşacaktır.
III
“9,75 Santimetrekare”ye ilişkin daha fazla detay vermek, kitabın barındırdığı sürprizlere zarar verebileceği için konusunu anlatmayı burada sonlandırıyorum.
Bu noktada, İletişim Yayınları’nı iki noktada eleştirebiliriz:
Birincisi, kitaptaki dipnot kullanımıyla ilgili. Kurgu yapıtlarda dipnot kullanımı oldukça dikkat edilmesi gereken bir konu. Okur, sayfaları çevirdikçe, kurmaca yapıtın derinlerine daldıkça yazarın yaratmaya çalıştığı alternatif gerçekliğe kendini kaptırır ve romanı/hikâyeyi okuduğu süre boyunca metnin yarattığı alternatif gerçekliğin içinde var olur. Dipnotlar, okuru kısa bir süreliğine de olsa bu alternatif gerçekliğin dışına iterler. Bu nedenle romanla ilgili çok önemli bir detayı belirginleştirmeye yaramadıkları sürece kullanılmamalarında fayda olduğunu düşünenlerdenim.
“9,75 Santimetrekare” içinde de özellikle, Kürtçe ve Lubunca sözcüklerin, cümlelerin dipnotlarla açıklanması son derece yerinde bir kararken, ortalama her okurun anlamlarını bilebileceği, MR, yetim, öksüz gibi kelimelerin dipnotlarla açıklanmasını kendi adıma gereksiz bulduğumu söylemeliyim.
Yayınevine yönelteceğimiz ikinci eleştiri de kapak tercihiyle ilgili olabilir. Kurmaca metinlerde, metinlerdeki kahramanların tasvirinin kapaklarda yer almaması gerektiğine inanıyorum. Bu tutumu okurun hayal gücüne yapılmış önemli bir müdahale olarak değerlendiriyorum.
Örneğin, “9,75 Santimetrekare”nin kapağında oldukça belirgin bir biçimde yapılan Ahmet tasviri benim tüm okuma tecrübemi etkiledi. Eroğlu’nun Ahmet’in fiziksel özellikleriyle ilgili olarak yaptığı tüm anlatımlar dönüp dolaşıp kapaktaki çizime taşıdı beni. Bu tercih olmasaydı, kitabı bitirdiğimde aklımda kalan Ahmet, hiç kuşku yok ki daha bana özgü bir Ahmet olacaktı.
Kapaktaki çizimi kitapla ilgili Eroğlu’nun tüm roman boyunca özenle sakladığı gizemi ifşa ettiği için de eleştirebiliriz.
İletişim Yayınları’nın kapak tercihi nedeniyle, daha kitabın ortalarında Ahmet’in ulaşmaya çalıştığı ve kitabın sonunda açıklanan gizemi tahmin ettiğimi söyleyebilirim.
Umarım kitabın sonraki baskıları benim gibi düşünen okurlar düşünülerek tekrar gözden geçirilir.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (28 Kasım 2014)