Edebiyatın çok satanlar seyri edebiyat okuru, yazarı ve düşünürü için önemlidir. Ve Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı yaklaşık 4 yıldır çok satanlar listesindeyse düşünmek gerekir.
Nitelikli bir edebiyatçının romanlarına olan satış ilgisini belirleyen en temel özelliğin, edebi değer olduğunu söylemek boşboğaz cesareti olmaz. Sabahattin Ali’nin 1907’de başlayıp, siyasi cinayete kurban gittiği 1948 yılları arasındaki ömrüne sığdırdığı üç romanından ilki olan Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan romanlarına kıyasla konu, kurgu, roman iklimi bütünlüğü bakımından yazarın ayakları yere en sağlam basan eseri. Böyle olduğu için de günümüzden kısa süre önceye kadar Sabahattin Ali romancılığından söz edildiğinde, aynı zamanda Kuyucaklı Yusuf’tan bahsedildiği düşünülerek ağırlıklı yorum bu roman üzerine yapıldığını, Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan’ın incelemelerde üzerinde pek durulmadığını görüyoruz.
Kuyucaklı Yusuf’un en iyi Sabahattin Ali romanı olduğuna dair varılan bu tarihsel uzlaşının, yıllar boyunca satış rakamlarına da yansıdığı biliniyor. Elbette Sabahattin Ali, edebiyatının kalitesi ve Türk edebiyatının ilklerinden olması nedeniyle klasik Türk edebiyatının temeli sayılan eserleri okurun her zaman ilgisini çeken, öğrencilere 100 Temel Eser listesine alınmadan önce de öğretmenlerinin ödev ve edebiyatı sevsin diye verdiği yazardı ve çok sattı. Sabahattin Ali’nin hangi romanını okuyalım sorusu yazarın hepi topu üç romanı olduğu için yanıtı lüzumsuzlar arasında yer alsa da, edebiyatı önceleyenlerin düşünceleriyle okuma listesi yapanlar Kuyucaklı Yusuf’a yöneldi. Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan, Kuyucaklı ile tanınan Sabahattin Ali romancılığının konulmasa da olur sosları gibi kullanıldı.
Peki, ama ne oldu da Sabahattin Ali’nin kırık dökük bir aşk öyküsünü anlattığı özeti yapılabilen Kürk Mantolu Madonna’sı yaklaşık 4 yıldır çok satanlar listesinde kısa ihlaller dışında adını yazdırdı? Mademki yazarların kitaplarının edebiliği onu seçimimizde ilk sıradaysa ve Kuyucaklı Yusuf bu tercihte edebi nitelikleri nedeniyle haklı bir ilk tercih edilişi yaşamışken, Kürk Mantolu Madonna, ondan da büyük bir ilgiyle ilk Sabahatin Ali romanı oluverdi?
Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali’nin cumhuriyetin ilk yıllarındaki (1930’lar) ‘Torpili olamayanın iş bulamadığı Ankara’yı’ hicvederek çatısını oluşturduğu; bu yönüyle de mahkemelerinin şiir okudu diye hakkında hapis cezası verdiği Türkiye’ye büyük siyasal göndermelerle doludur. Roman, bir bakıma Sabahattin Ali’nin toplumsalcı yazar sıfatını kazanmasında o dönemin fotoğrafını çekmesiyle en önemli hamlesinin ürünüdür de denilebilir. Kürk Mantolu Madonna’nın okuyucuyla buluşmasındaki aslan payınsa sahip Rasim adlı karakterin uzun iş arayışları ve kapıların suratına çarpılmasının öyküsü, Sabahattin Ali’nin de kendi yaşamındaki zorluklara yapılan göndermeleri nedeniyle Rasim, Sabahattin Ali’dir, önermesini ister istemez gün yüzüne çıkartıyor. “Sabahattin Ali’nin bunu yapmasında bunca dil dökülecek ne özellik var” diyenler, yazarın bir toplantıda iktidarı yerdiği öne sürülen şiiri okuduğu gerekçesiyle hayatının hapisler, sürgünler, işsizlik ve parasızlıkla nasıl zindan edildiğini edebiyat tarihçilerinden öğrenebilir. Hikâyeyi bilince de, belki de Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’nın baş bölümündeki bu toplumsalcı kısmı bu denli uzatmasının altında, romanı bir aşk öyküsü ile zırhlayarak bir Türkiye eleştirisi yazmak istediği; kendinden söz etmeye çalıştığı görülebilir…
İşte romanın bu özelliği nedeniyle; yani cumhuriyetin ilk yıllarının dokunulmazlığını ihlal eden bir roman da olduğu için yıllarca Kürk Mantolu Madonna’nın edebiyat eleştirmenlerinin hakkını yemeyelim, ama devletin eğitim sistemi içinde yok hükmünde bulunduğunu daha iyi anlıyoruz. Belki de bu niteliğinden ötürü Türk sineması tarafından Kürk Mantolu Madonna, ulaşabilecekleri en nitelikli senaryolardan birine sahip iken, filmin bütünlüğünden Rasim’in (siyasal eleştiri ve yasak konusu olmasın diye) çıkartılmasının imkânsızlığından ötürü sinema eseri olarak da yaşamımıza girmedi…
Zaten bugün de Kürk Mantolu Madonna’yı okuyanların, Sabahattin Ali’nin toplumsalcı yazarlığının eseri olarak Rasim’in hikâyesini anlattığı bölümlerle pek ilgilenmediğini söylemek mümkün. Çok satanlar listesine bir demir atışla karşılaştığımız Kürk Mantolu Madonna’ya ilginin altında yatan bambaşka bir neden olmalı. O zaman da geriye sadece, romanın dokusu gereğince aşka bakışımızla ilgi değişen düşüncelerimiz kalıyor:
Kürk Mantolu Madonna’yı iki kez okudum. İlki; Sabahattin Ali edebiyatını öğrenmek için, Kuyucaklı Yusuf’tan sonra idi… Romanı melankolik bir aşk öyküsü olarak bulmuş, Sabahattin Ali’nin romanda yaşama dair deneme derinliğindeki bölümlerinin edebiyata yeni imkânlar yaratma çabasının başarılı örneği diye saymıştım.
Kürk Mantolu Madonna’yı ikinci okuyuşum ise; aşk olarak tarif etmeyi karşılık görmeden kullanmamakla bana öğreten yıkımın ardından, edebiyata okurken anlamayarak ihanet etmeyeceğimi düşündüğüm bir zamandı. Sabahattin Ali’nin yarattığı Alman ressam Maria Puder’in güzelliği, güzelliğinden kaynaklı yaşadığı terk edilişleriyle bunun yarattığı korkuları, en çok da Puder’in naifliği ile Raif Efendi’nin Türk tipi diyebileceğimiz çekingen, derin ve sessiz aşk acısını bir kez daha okumanın en iyi terapi olacağını düşünmüştüm… Tanrı’nın kozmik eğlence anlayışının ürünü olmasından başka ihtimalin bulunmadığı bir şekilde benim üzüntüme neden olan gerçek hayat hikâyesindeki kahraman Maria Puder’e hem fiziksel hem de sanatsal özellikleriyle reenkarnasyona inandıracak denli benziyordu. O nedenle de, romanı ikinci kez, üstelik de edebi kıstaslar için değil, sadece Maria Puder ile Raif Efendi’nin hem saf hem de çaresiz ilişkilerinin kirletilmiş sevgi kavramına dair iyileştiriciliğinden faydalanmak için okurken,(romanı önceden bildiğim için ilk okuduğumda bu tür bir özelliği olabilir diye düşünmüştüm çünkü) melankolinin dehlizlerinde daha önce başarmam birkaç yılımı aldığı gibi çıkış yolu aramaya yeniden koyulacağımdan korkmuştum.
Kürk Mantolu Madonna’yı ikinci kez okumak, Maria Puder’in güzel kadınların yaşadığı ama kimseye de anlatamadıkları o terk edilme hissinin kontrolünde nasıl seçimler yaptığını… Raif Efendi’nin de mecburiyetlerin erkeklerin ömürlerinde nasıl bir kahırlı dönüşüme neden olduğunu; sokakta gördüğüm erkek yüzlerinin çizgilerinde neden sahip olamamanın derinliğinin hüzünle yarıştığını daha iyi anlatmıştı… Korkum da boşa çıkmıştı. Çünkü insan, eğer durduramıyorsa zamanı, aşk yaralarının iyileşmesine mahkûmdu… Belki de, Kürk Mantolu Madonna bana gerçek aşkın karşılıklı ve olabildiğince hesapsız yaşanması gerektiğini Maria Puder ve Raif Efendi’nin aşka dürüstlükleriyle hatırlattığı için iyi hissetmiştim.
Benim için Kürk Mantolu Madonna’yı ikinci kez okumanın gerekçesi, edebilikten çok kalbi bir ihtiyaç iken, çok satanlar listesine Sabahattin Ali’nin adını Kürk Mantolu ile kazıyanların amacı neydi? Sanmıyorum ki edebiyat okuru yapmak için öğretmenlerin ilk önerdiği kitaplardan olduğu ve 17 milyon öğrencimiz bulunduğu için Kürk Mantolu çok satanlar listesinden inmesin… Öyleyse romana olan ve Sabahattin Ali edebiyatına olmadığı konusunda kuşku götürmeyen o sel gücündeki ilginin nedeni; saf aşka duyulan ihtiyaç olmasın sakın!
Bugün, iletişim araçları gelişip, iletişimin mesafesi kalmayıp, hızı da ışıkla yarışır hale gelince ilişkilerde ve aşkta yollar çatallandı. Eskinin zor kurulan ama değeri de o kadar yüksek olan ilişkilerinin yerinde, bugün nasılsa milyarlarcasını yeniden ve çok hızlı kurabilme vaadi taşıyan sosyal medyanın ve iletişim teknolojilerinin gaddarlığı kaynaklı bir samimiyetsizlik ve değersizlik ikliminde yaşıyoruz. İletişimin herkesin özel hayatına bir pencere açıp, dünya üzerindeki tüm sınırları yok etme gücünün tanrısına da, eski zamanların “çağdışı” insanları gibi ilişkilerimizi kurban veriyoruz. Öyle ya, hem dostluk hem de sevgili ilişkilerinin bir yenisi mekânda ve zamanda yakınlık imkânını sunan iletişim teknolojileriyle kağıt mendil gibi ihtiyaç halinde buruşturup atabilme özgürlüğünü yaşarken; her şey biraz sanal, biraz plastik ve yapayken, sadakat, sevgi için emek ve anlayışa çıkan hoşgörü, günümüzün enayilik hastalığının tipik belirtileri oluverdi… Hal böyleyken de gittikçe dokunmatikleşen yaşamlarımızın yaşam kurulduğundan beri hem tene hem ruha dokunmaya programlı hayatımızın yerini alması, aşkın ömrünün kelebeğin bir günlük yaşamını ölümsüzleştirecek denli kısaltmasının tamamını değilse de önemli bölümünü açıklıyor…
Ne ki insan ne denli aç gözlü olsa da, önceliği kendinde olmayanadır. Kürk Mantolu Madonna’ya dair bu müthiş ilginin altında yatanın da, pekala Türk edebiyatının en naif ve içten, sadeliğin ihtişamıyla yazılmış, okurunu yormayan aşk hikayesini sosyal medyanın bir fenomen haline getirmesi olduğunu söylemek mümkün. İlişkilerin çabuklaştığı kadar güçsüzleşip değersizleşmesine yol açan iletişim kültürünün/araçlarının aşka dair Kürk Mantolu Madonna’ya karşı yarattığı ilgi, biraz da kendini temize çıkartma çabası gibi duruyor. Ama sebebi ne olursa olsun, çoğunluğu para ve ün kazanmaya hesabına dayalı mühendislik çalışmasının ürünü olan çok satanlar listesi arasında belki Kürk Mantolu Madonna ile başlayarak okur olma serüvenine katılmayı isteyeceklere de fırsat sunması açısından romana olan ilgi yabana atılacak gibi değil… Ve mademki Kürk Mantolu’nun aşka ilişkin bakış açısının deniz feneri marifetinde bu bol ışıklı sanal gerçeklikte yolunu yitirmişlere yol göstermesi de arzulanıyorsa romana olan ilgiyle; Raif Efendi’nin şu sözleri iş görür fazlasıyla:
“Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyor. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, ruhumuzla yaşamaya başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor. Ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu…”
Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (1 Ekim 2013)