Sadece iki gün, “çaplı çapsız” bütün yazarlar yazmama sabrı gösterseler büyük olasılıkla, ekonomik gücünün olmadığını iddia eden çoğu yayım aracının tutumlarının değişeceğini görme şansımız yüksek.
Edebiyat sitesi olan Notosoloji için Duygu Bayar Ekren, dokuz yazara “Yazarlar nasıl geçiniyor?” diye sormuş. Bu sayede önemli bir konu gündeme getirilmiş oldu. Dileriz, fikir beyanlarının ardı arkası kesilmeyip, öncelikle ortada bir sorun olduğu konusunda mutabık kalınır. Yanıtlara bakıldığında, üzerinde konuşulup, tartışılması ve çaresine bakılması gereken bir konu, kişisel bir meseleymiş gibi bir izlenim uyanıyor. Hatta zengin değilseniz şöyle yapın diye bir tavsiye de var. Genel saldırı alışkanlığını aksatmadan Onur Caymaz’ın konu ile ilgili kayda değer tespitlerinin olduğunu söyleyeyim. Örgütlenmek ve ortak hareket etmek gibi bir öneri yok lakin.
Kişinin mesleğini çeşitli nedenlerle ciddiye almaması anlaşılabilir ki bugünün yazma eylemini, kişisel tatmin aracı olarak görmek dışında çok fazla anlam yüklemeyenlerdenim. Yazının ya da herhangi metnin toplumsal olanı etkilememesi, eyleme geçirmemesi sadece bir yerde yayımlanmış olması onun ciddiye alınabilmesi için yeterli midir değil midir ayrı bir tartışma konusu. Zaten bu şekil bir üst tavırla, “yön gösteren örnekleri” aramaya gerek yok. “Her yazı kıymetlidir” ile ilerleyecek bu yazı, koşulsuz.
Başka ülkelerde bu işler nasıl oluyor diye bakmak gerek. Kitap fuarları döneminde birçok yazarın, birçok ülkede çok iyi şartlarda ağırlandığını biliyoruz. Telif haklarında nasıllardır varın siz düşünün. Bunun dışında yaratma sürece, hazırlık süreci gibi yazarın inzivaya çekileceği birkaç aylık dönemler için de bütçeler ayrılıyor. Bütün profesyonel olmayan duygularla bizde karşılığı “haybeden gelen para” oluyor bunun adı. Düşünün artık, o kadar, mevzuumuza saygı duymuyoruz.
Orda burada yazan, kitabı çıkmış birçok yazarın tecrübesidir: Ara sıra e-postalar gelir. Sitemizde (gazetemizde, dergimizde…) sizin de yazılarını görmek isteriz, desteğini bekleriz şeklinde. Destek derken! Nezaket kuralları çerçevesinde telif verip, vermediğini sorarsınız. Nedense ilk e-postada bu konuya girilmemiştir bile. Alacağınız yanıtın içeriği aşağı yukarı aynıdır: Kendi yağımızda kavruluyoruz. Ekonomik olarak o güce daha erişemedik. Erişeceğimiz takdirde tabiî ki de hayhay (…) Ve o ekonomik seviyeye hiç gelinmeyeceğini adınız kadar iyi bilirsiniz.
Gene birçok yazar için telif konusuna girmek sıkıntıdır. Ayrı bir tür olarak kabul etmiyorsak kendimizi yazar insanlar olarak çoğu insan gibi bizlerde parayla geçinen insanlarız. Her şey değildir para ama çok şeydir. Durum bu kadar çok açıkken telif ücretini sormaya utanıp sıkılan bir huya itilmişiz. Ürettiği saate yabacılaşan işçiden yoktur farkımız. Ürettiğin, emek verdiğin bir şeyin nasıl olur da bir değeri olmaz? Yüksek sesle düşününce kimin ayıbı çıkıyor ortaya?
Herhangi konuda uzmanlık alanı gelişmeden herkesin her şey hakkında yazabileceği bir ülke Türkiye. (kendim de dâhil) Bu şımarıklığın herkesi bir şekilde yazar yaptığı da doğru. Elini sallasa bir yazara denk geleceğini bilen haber siteleri, edebiyat siteleri dev kadro yazarları ile çok rahatlar. Telifler konuşulmuyor. Yazarın kendisi dahi –eğer çok tanınmamışsa- en azından bir süreliğine yani tanına kadar telif isteyemeyeceğini düşünüyor. Oysa biliyorsunuz, ortalamaların ülkesidir Türkiye. Çoğu insanın ancak öldükten yıllar sonra kıymeti bilenecek. En çok satan kitaplara baktığınızda (kimi isimleri tenzih ederek söylüyorum) edebiyat beğeni çıtasının hangi seviyelerde takıldığını da biliyoruz.
Edebiyatın herhangi türünde metinler çıkaran kimi edebiyatçılar ise köşe yazarlığı yapıyor. Siyaset dilinin, edebi bakış açısından faydalanacağı çok husus var. Keza nüansları yakalayan edebiyatçı, politika için bulunmaz nimet. Telif alıyorlar mıdır peki? Sanmıyorum.
Hak, hukuk, emek konusunda çığır açan sloganlarla konuşmayı seven, misyonuna “sol” neşriyat olma payesi veren çoğu yayın aracının ise bu konulardaki kötü ünü bildiğiniz üzere. İyi niyetlerin lime lime sömürüldüğü yerlerde, kimsenin gıkı da çıkamıyor ne yazık.
Pratikte neler oluyor peki… Bu durumlardan herkes şikâyetçi iken karşılıksız yazılmaya devam ediniliyor. Sadece iki gün, “çaplı çapsız bütün yazarlar yazmama sabrı gösterseler büyük olasılıkla, ekonomik gücünün olmadığını iddia eden çoğu yayım aracının tutumlarının değişeceğini görme şansımız yüksek.
Mademki çoğu yazarın ikinci bir mesleği var, aç kalmadan yazmama lüksleri de var demektir. Telifsiz yazmama konusunda inat edilebilir. “İsim yapmak” uğruna piyasanın kurallarını gene kendimizin belirlediğinin farkına varalım ve gerisi tabii ki de önemli kişisel hikâyeler.
Filiz Gazi – edebiyathaber.net (24 Şubat 2014)