“Çoğu zaman bizim için, bizden önce çizilen sınırlar içinde kalırız. Ama…larımızı, birilerinin; Olmaz! Senin işin mi o! Sen de herkes gibi… Boyuna posuna bakmadan… çığlıkları karşılar. Kimi zaman da aklımızı bir yerlerde bırakır düşeriz gönlümüzün ardına… bir kez olsun denemenin o inanılmaz çekiciliği uğruna nelere katlanılmaz, neler göze alınmaz ki!” diyor Eşref Karadağ, en yeni kitaplarından “Uçuk Midilli’nin arka kapağında. Bir nevi özgürlük çağrısı yapıyor yine çocuklara.
Özgürlük, bu günlerde en çok gereksinim duyduğumuz kavramlardan biri sanırım. Kim bilir, bu kavramı, bu kavramın anlamını özümsetebilselerdi zamanında Soma’da yaşadığımız facia belki de yaşanmayacaktı. İsyan kültürü oluşabilseydi, sistemin dişlileri arasında sıkışıp kalmayacaklardı maden emekçileri, aramızda olacaklardı şimdi. Ama keşkelerin kimseye bir faydası yok artık. Yitirdiklerimizin acısıyla oturuyoruz işte bir köşede…
Uçuk Midilli, bir at çiftliğinde geçiyor. Kabına sığmayan Kahverengi Cüce, düşlerinde hep dış dünyayı yaşıyor. Çitlerin dışındaki dünyanın hayali, başka bir dünyanın var olduğu düşüncesi içini yakıp kavuruyor. Bir de yarış atlarının alaysı bakışları, tavırları iyice kamçılıyor bu sevimli Midilli’yi. Dedesi Karayele’nin açık bulduğu kapıyı fırsat bilerek, İngiltere yollarına düşmesi de artık dizginlenemez bir istek uyandırdı içinde. Hem doktorların bir daha yürüme şansı vermediği tekerlekli sandalyeye bağımlı İlker’in kendisine olan sevgisi sayesinde yürüme yolunda gösterdiği gelişim de rahatlatmıştı Kahverengi Cüce’yi. Büyük yarışın yapıldığı esnada nereden çıktığı anlaşılamadan piste daldı midilli. Rüzgâr gibi gidiyordu. Öyle ki safkan İngiliz Rüzgârgülü’nün de önünde birinciliğe koşuyordu ki, son etapta Rüzgârgülü yarış atı olmasının avantajıyla atak yaptı ve yarışı birinci bitirdi. Herkes bu midilliyi konuşuyordu. Nereden çıkmıştı, nasıl böyle koşuyordu. Kahverengi Cüce’nin talipleri çıkmıştı. Satıldı ve İngiltere’ye götürüldü. Sonunda düşlerini gerçekleştirmişti Kahverengi Cüce, İngiltere’deydi işte. Fakat ardında kalanlar için yaşam bu kadar keyifli değildi. İlker, yaşama küsmüş ve tedavinin tüm olumlu gelişmeleri silinmişti. Kahverengi Cüce arandı, bulundu, satın alındı ve tekrar çiftliğe getirildi. Hem de İlker’in doğum gününde, doğum günü hediyesi olarak! İlker’i gördüğünde midilli de o kadar çok sevindi ki “Gerçek İngiltere burası” diyerek şaha kalktı.
Eşref Karadağ, özgürlük temasını çok nitelikli şekilde işliyor kitaplarında. Daha önce “Özgürlük mü O da Ne?” adlı kitabında da farelerin özgürlük mücadelesini anlatmış, bir su gibi okutmuştu çocuklara. “Uçuk Midilli” de o kitap kadar keyifli ve bir çırpıda okunuyor. Yazarın dile olan hâkimiyeti, dili kullanma konusundaki özeni göze çarpıyor. Uçuk Midilli, keyifle okunacak, özgürlük kavramından uzaklaşmış toplumun çocuklarını özgürlüğe teşvik edecek bir kitap. La Fontaine’in, Ezop’un keyifle okuduğumuz fabllarını da anımsatıyor. Fakat anlatılan bir öykü değil, uzunca bir roman.
“Çocuklar düşlerse her şey olur, her şey” dediği kitabı “Yedinci Düş” ve suçluların peşinde soluksuz bir serüven “Alsancak Dedektifleri” de yazarın en yeni diğer kitapları.
*Uçuk Midilli, Eşref Karadağ, Top Yayıncılık, Nisan 2014.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (2 Haziran 2014)