Gelince güz, gene yollara düşme hayallerine kapılırım. Mevsimin dönüşümünü yakalamak için içimdeki sese kulak veririm. Ülkeyi bir baştan bir başa olmasa da, çizdiğim güzergâhlarda gezip görmek isterim. Gitmediğim yerler, görmediğim mekânlar, keşfetmediğim doğa duruyor ötemde.
İç karanlığından çıkıp kentin, siyasetin kirli yüzünü unutup gitmek… Belki de değişeni dönüşeni derin hissetmenin yaralayıcı yanlarını onarmak için bu mevsimi bekliyor insan.
Güz gelince, ömrün dört mevsimini düşünürüm daha çok. Dönüp bir Shakespeare, bir Çehov oyunu okurum mutlaka. Cervantes’in Don Quijote’unun sevdiğim bölümlerine göz atarım yeniden. Bir Jack London, bir John Steinbeck romanı beni bekler mutlaka.
Güz gelince artan yalnızlığımı daha çok, daha derin hissederim. Ömrümün güzüne bakarım oradan… Yurtsuzluğun, eve dönüşün imkânsızlığının hüznüne yatmasam da; gelip gelip beni yokladıklarını hissederim. Çıkıp doğduğum kente gitmek isterim. Asıl gidememenin imkânsızlığıyla burada yüzleşirim.
Gelince güz, bir telaş yerini dinginliğe bırakır bende; sevdiğim ağaçları gidip seyretmenin, gövdelerine dokunmanın, oturup duldalarında güze dönüşen hallerinin resmini çizmek isterim… Kaç ömür geçirdiklerini anlamak için gövdelerindeki kabukları saymaya veririm kendimi. Bilirim bunun da imkânsızlığını, ama gene de başarabilmeyi umut ederim.
Güz gelince yolların tenhalaşacağını umarak yola düşerim. En sapa yerlerin uğrağı kılarım aracımı; insanların kaygılarına, telaşlarına, yaşamdaki sürüklenişine yakından tanıklık deyin, gözlem deyin buna… Bilmediğim bir yol çatındaki köye ya da kasabaya uğramayı, karşıma çıkan ilk kahvehanede mola vermeyi, orada tanımadığım insanlarla söyleşmeyi severim…
Güz gelince, bütün bunları yapabileceğimi düşünerek yollara bırakır, güzle gelen iklimin büyüsüne veririm kendimi. Anlarım ki; güz, kirden pastan arınma mevsimidir aslında. Anadolu’nun kadim geleneğinde vardır bu… Güz yeni başlangıçları çağırır, dip köşe elden geçer; yeni bir mevsime de hazırlık başlar. Bir uyanıştır aslında güz, kapanışın tersine. Güzün bu serin yalnızlığı olmasa bahar uç veremez hiçbir yerde…
Ve zaman…
Bizim pek dönüp bakmadığımız ya da hayatımızın ivmesi olabilecek yanlarına kadir kıymet vermediğimiz zaman… Dışımızda bir ırmak gibi akıp duran… Oysa içimizin aylasının her bir zerresini biçimleyen, ayarını yapan…
Güz, en çok da bunu hatırlatır bana.
Ve dönüp, yola çıkmadan önce Shakespeare’den Size Nasıl Geliyorsa’yı okumaya başlıyorum . Bilenler bilir, II. Perde, VII Sahne’deki Jaques’ın o ünlü tiradını; insanın yedi döneminden söz eder Shakespeare burada. Oyuna buradan giriyorum! “Tümüyle bir sahnedir yaşam,” dememiş miydi usta…
Yola düşüyorum sevgili okurum…2.075 kilometre yapacağımı tahmin ediyorum. Dönünce, görüp ettiklerimi, okuyup yazdıklarımı da sizinle paylaşmayı umuyorum.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (30 Eylül 2014)