“Bir dolunayı bıçaklamak gibidir bir çocuğu öldürmek. Kocaman ışıltılı bir dolunayın hunharca bıçaklandığı bir ülkede, sarsıntıların ardı arkası gelmezken ve ruhunuz ayak bileği burkulması gibi derinden sızlarken sığınılacak bir şeyler ararsınız hep. Size iyi gelecek, paylaştığınız ve içinizi hafifletecek bir şeyler…” diyor Feride Cihan Göktan.
Ben hep edebiyata sığınırım böyle durumlarda. Çoğu zaman şiire, isyanım köpürdüğü zaman içimde. Yine isyanımın köpürdüğü bir dönemi yaşıyorum. Ve televizyonda haberleri izlemiyorum artık, gazeteleri de okumuyorum. Beynimin kıvrımlarında sadece bir soru: “Nasıl bir dönüşüme girdik?”
Toplumsal olarak kendimizden, benliğimizden vazgeçiyoruz gibi bir hava esiyor. Hipnotize olmuş durumdayız sanki. Bir kabullenmişlik, sinmişlik… Küçücük çocuklar anne-babalarının kalıplarına giriyorlar/girmek zorunda bırakılıyorlar. Bugünkü anne-babalardan gelecekte de birer tane olsun diye!
Oysa çocuk dediğimiz de bir bireydir. Ve Yaşar Kemal’in dediği gibi “En az bizim kadar ciddi adamlardır çocuklar.” Kendine özgü bir dünyaları, o dünyanın içinde bir yaşamları, hayalleri, beklentileri ve istekleri vardır. Çocuklarımızı kendi kalıplarımıza sokmaya çalışırken onları öldürüyoruz aslında.
Iva Prochazkova’nın ON8 Kitap tarafından yayımlanan “Çıplaklar”ını okurken bugünümüzde yaşanan değişimi düşünmeden edemedim. Kitapta, “yaşın ilerledikçe giyinmeye başlarsın” diyor Slyvia’nın babası, kızına yetişkin olmanın anlamını anlatırken. Ve biliyoruz ki bu sözün anlamı bizim coğrafyamızda çok daha derinlik ve farklılık taşıyor. Berlinli beş gencin çocukluktan yetişkinliğe geçişteki kendini bulma hikayelerini okuyoruz bu kitapta. Slyvia, Filip, Robin, Niklas ve Evita. 18 yaşına girmenin arifesindeki beş gencin birbiriyle kesişen hayatları. “Kendin olmak, bazen kendini bulmaktan geçer. Bulanık bir nehirde, yakınlaşamadığın bedenlerde, yaşama pamuk ipliğiyle bağlı bir dostun varlığında, özüne erişemediğin bir rüyadan uyandığında ya da kendine çizdiğin sınırların ötesine baktığında…” (Arka kapaktan)
Bu ülkede hiçbir zaman kendimiz olamadık biz. Kendimiz olmamıza izin vermediler. Kendi gibi olmak isteyenlere de başka başka adresler gösterdiler, acılar yaşattılar.
Kuruluştan bugüne bir bakın isterseniz bu toprakların tarihine. Her dönem birileri bir yönlendirmeye kalkışmış. Ve her dönem bu ülkenin insanları hiç sayılmış. Çıplaklıkları yaşatılmamış. Gençlikleri yaşatılmamış. Sürgünler, cezaevleri, işkenceler, darağaçları… Sen misin çıplak olmak isteyen diyerek saldırmışlar, sindirmişler, kırmışlar.
“Çıplaklar”, bambaşka diyarlarda bambaşka bir konuyu işliyor gibi görünse de benliğin üzerindeki baskılardan dolayı yakın tarihimizde ve bugünümüzde yaşadığımız acıların nedenini de gözler önüne seriyor diyebiliriz!
“Çıplaklar” bir gençlik kitabından da öte…
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (9 Ekim 2014)