Onur Ataoğlu’nun, “Kor” adlı romanın yazarı Hasan Saraç ile gerçekleştirdiği röportaj.
KOR adlı yeni kitabınız bir Mevlana romanı olarak tanımlanıyor. Ancak kitabı okuduğumuzda hikâyenin günümüzde geçtiğini görüyoruz. Bu tercihinizin nasıl bir düşünceden kaynaklandığını bizimle paylaşır mısınız?
Haklısınız, KOR ilk bakışta Mevlana dönemine ait bir roman izlenimini veriyor. Ama öyle değil ve aslında bilinçli bir tercih bu. On üçüncü yüzyılda geçen bir hikâye yazıyor olsam Mevlana, Şems-i Tebrizi, Selahattin-i Zerkubi gibi gerçek kişileri “konuşturmam”, onlar adına kararlar vermem gerekecekti, bu da benim kişisel tercihim değildi.
Kitabın giriş sayfasındaki Mevlana şiirinde belirtildiği üzere “şimdi yeni şeyler söylemek lazım” geldiğini düşünüyorum. Mevlana’nın sözleri, şiirleri, öğretileri, evrensel olmanın ötesinde, zaman kavramına hapsolmayacak kadar güçlü. Ayrıca, KOR’un karakterleri günümüzde yaşıyor olsalar da Mevlana’nın o aziz gölgesi sekiz asır öncesinden uzanıp onları kucaklayabiliyor.
Bu bağlamda rüyaların, hayallerin, duyguların, çoğu kez etten kemikten somut varlıklardan daha etkili olabileceğine inanıyorum.
Peki, KOR romanını bir yolculuk teması etrafında şekillendirmenizin de özel bir nedeni var mı?
Zaten hayatın kendisi, inişleri çıkışlarıyla, hayalleri, umutları, pişmanlıklarıyla, başlangıç noktası olan doğumdan son durağı ölüme dek sürüp giden bir yolculuk değil mi?
Bizler bu yolculuk sürecinde yaşadıklarımızdan bir şeyler öğrenebiliyor muyuz, esas önemli olan bu. Zira hayat yolculuğu aynı zamanda içsel bir yolculuğu da beraberinde getiriyor. Bilindiği gibi Mevlana da eserlerinde bizi bu içsel yolculuğa davet ediyor. “Ben” olma sevdamızdan, egomuzun, nefsimizin prangalarından kurtulup nasıl ruhsal özgürlüğe ve huzura erebileceğimizi hissettiriyor bize.
KOR’un kahramanları da trenle Konya’ya, başka bir deyişle ‘Aşkın Merkezi Mevlana’ya’ giderken bir bakıma içsel bir yolculuğa da çıkıyor. Onların bir tünele girip özbenlik sorgulamasından nasıl geçtiklerine okurlarımın bizzat şahit olmasını istedim. Konya’da son bulan o yolculukla birlikte bu kadim şehrimizi ve Mevlana hakkında fazla bilinmeyen tarihi gerçekleri nasıl yeniden keşfedebileceklerini hayal etmeye çalıştım.
Sanki önceki kitaplarınızdan farklı bir tema var KOR‘da, bu kitap özel bir eğilimden mi doğdu, yoksa özel bir mesaj mı vermeye çalıştınız?
Aslında romanlarımın arasında ilk bakışta göründüğü kadar önemli bir fark olmadığını söylemeliyim.
Hayatımın önemli bir bölümü çeşitli ülkelere yaptığım yolculuklarla geçti. Farklı toplumları, inanç ve düşünce sistemlerini, ülke yönetim tarzlarını yakından gözlemleme fırsatım oldu. Çoğu kez birbirine zıt gibi görünen bu değer ve kavramlar yıllar içinde zihnimde ve duygu dünyamda zamanla küllenen bir sorular ve arayışlar demeti oluşturdu. Mesnevi’yi ilk okuduğumda o külün harlandığını, içimde yeniden çocukluğumda, gençliğimde olduğu gibi kıvılcımlar parladığını hissettim. İşte bu nedenle, henüz KOR romanını yazmadan yıllar önce, Mesnevi’den çıkardığım notlar üzerinde çalışmaya başlamıştım.
İlk romanım Çapraz Oyun klasik sınıflandırmalara göre fantastik ya da aksiyon-romantik, ikincisi Zaman Gezginleri – Kerim ile Sibel bilim-kurgu türüne yakın. Üçüncüsü içinse psikolojik bir zeminde gelişen aşk ve gerilim romanı diyebiliriz. Öte yandan, satır aralarına baktığımızda KOR’un karakterleri ve onların başlarından geçenlerle diğer romanlarımdan çıkarılacak anlamlar, dersler pek de farklı değil. Anlatım tarzı, kişiler ve hikâyeler farklı görünse de aslında özleri hep aynı. Derinlerde bir yerde hep o ilahi aşkın gölgesi var.
Örneğin KOR romanında bir doktora öğrencisi olan Evelyn’in ‘Bir insan, hayatı boyunca işlediği günahlarla nasıl baş edebilir?’ sorusuna Azeri Profesör Rustam Akmatova’nın verdiği cevabın bir benzerini Çapraz Oyun adlı ilk romanımda psikoloji Profesörü Mustafa Bey’den de dinleyebilirsiniz.
Söyleşi: Onur Ataoğlu – edebiyathaber.net (25 Kasım 2014)