Sıklıkla söylediğimdir bu; edebiyat ödülleri edebiyata kan taşıdığı sürece etkileyici ve yararlıdır. Bunu da şöyle anlamak gerek; yeni yazarların önünü açmak. Bir diğer kıyıdaki anlamı ise edebiyattaki yetkinlikleriyle birlikte getirdikleri açılım, kazandırdıkları birikim göz önünde tutularak bir tür “onur”landırma ödülü.
Gelgelelim bizde ödüller üzerine çok söz edildi, “ödül enflasyonu” dendi; “adam kayırmaca”, “okunmuyor”, “seçici kurul yetersiz”, “eş dost işi” gibisinden yakıştırmalarda da bulunuldu.
Birçok ödül almış, ödül seçici kurullarında görev yapmış biri olarak bu konuda ilginç gözlemlerim olmuştur. Bunları sizlere aktarmak yerine, ödül neye yarar/ne olmalıdır bunu paylaşmak isterim.
Ödül, birini yazar yapmaz. Ama yazarlığının önünü açabilir, o da şu koşulda: ödüllenen çabasını alıp bir yerlere taşıma sadakatini göstermişse/ gösterebiliyorsa.
Bakın seçici kurullar unutulur, ödül gerekçelerini kimse hatırlamaz, verilen plaketler eskir, yalnızca yazarın yazdığı kalır. Bu anlamda ödüller arenası zamanla unutulanlar barınağına da dönüşebilir. Bugün ödül alıp da adı sanı hatırlanmayan nice kişi bilirim. Gene yapıtı ödüllendirildiği için uğuru bağlanan yazarlar da bilirim. Bundan sonra tek satır yazmamışlardır. Ama alıp başını gidenler de…
Evet, ödülle yazar olunmasa da; bununla aralanan kapı ona yol işaretlerini gösterir.
Ödül mü, ödün mü?
Gene de, bizdeki ödüllerin zamanla ödüne dönüştüğü ya da ödül adı ile verilme biçiminin çok örtüşmediği zamanlara tanık olmuşuzdur. Bunlardan en çok tartışılanları kuşkusuz Orhan Kemal Roman Armağanı, Sait Faik Hikâye Armağanı ve Yunus Nadi ödülleridir. Bence, öncelikle ödül statüleri/yöntemleri değişmelidir. Ödül verici/koyucu kişi/kurumlar bu ödülle asıl yapmak istediklerini açıklayıcı/yenileştirici bilgiler sunmalıdırlar. Verilen ödül gerekçeleri seçici kurul üyelerinin okuma/değerlendirme raporlarıyla açıklanmalıdır. Yani, “verdik, oldu, size ne” demekle bir ödül, ödül olmaz, anlamını da bulmaz. Örneğin; birçok okur gibi ben de merak ederim geçen yıl ki Orhan Kemal Roman Armağanı seçici kurulunun Hamdi Koç’u Çıplak ve Yalnız romanıyla ödüle değer bulma gerekçesini.
Evet, amaç yeni bir Orhan Kemal yaratmak ya da ödülü onun gibi olan yazara vermek değildir. Ama bu romanı diğerlerinden ayıran, ödülün anlamına denk düşen yanı nedir ki ödüllendirildi…
Tümüyle bunu bir yana koysak da, ödül kurumunun işlerliğinde yanlışlıklar var, bence! Bir ödül niçin oluşturulur, ne adına/neden verilir; amaçlanan nedir? Bir adı yaşatmak mıdır amaç, yoksa edebiyatın gelişimine katkı mıdır ya da bazı yazarları taçlandırmak, bazılarının önünü açmak mıdır düşünülen…
Bu sorular uzayabilir. Bana göre ödüllerin artık ayrışması gerekir. Bunu da güvenilir kurumlar, yetkin seçici kurullarla yapabiliriz ancak. Okumayan, izlemeyen, işi angarya gören seçici kurul ne denli bir ödülü yaşatmaya yetmezse ; ödülü bir araç kılan anlayış da ödüle de, ödüllenene de bir şey katmaz.
Halide Edip Adıvar’ın, Reşat Nuri Güntekin’in, Yakup Kadri Karaosmanoğlu‘nun, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, Behçet Necatigil’in, Ahmet Muhip Dıranas’ın seçici kurul üyeliği yaptığı zamanlara bakalım bir de şimdiye. İyi kötü her dönemin edebiyat ortamının da kendine göre “akil insan”ları vardır. Ama bunları bir biçimde yayın ve edebiyat ortamına yansıtmak gerek. ödüller de bunun bir parçasıdır.
Ödül bir arayış değildir
Yıllar önce, Yayıncılar Birliği’nin danışmanlığını yaptığımda, o günkü yönetim kurulu başkanı Aygören Dirim’e yayıncılık ödülü koyma önerisi götürmüştüm. Bunun nasıl olabileceğini de bir raporla açıklamış, yayın sektörü için gerekliliğini de orada vurgulamıştım. Yılın yayınevinden başlayıp editörüne, matbaasına, tasarımcısına kadar bir dizi kişi/yayınevi/kurum bu ödülle sektörel anlamda değerlendirilecekti. O günlerde yayıncıların yapamadığını bir süre sonra reklamcılar yapacak, kendi sektörel kimliklerini pekiştirecek kristal elma ödülünü oluşturarak reklamcılıkta çaba gösterenleri her yıl ödüllendirecekti.
Bir başka adım da 1990’larda edebiyat eleştirmenleri derneği kurma hazırlıkları yaptığımızda yönetmeliğe “ödül” maddesi koymaktı. Burada da amaçlanan, yılın öykü/şiir/roman /deneme/ eleştiri dallarında “en iyi”lerini ödüllendirmekti. Dernek girişimi kalınca, ödül de hayata geçirilemedi.
Demem o ki, artık her önüne gelen yazar/konu adına ödül vermek yerine gerçekten edebiyata kan taşıyacak, iyi yazarları/yapıtları taçlandıracak ödüller gerek.
Seçici kurul üyelikleri netameli bir konu. Bunu bir mesleğe dönüştürmekse, edebiyatta iktidarda olmakla eş tutulur oldu kanımca. Bu iş sorumluluk istediği ölçüde zaman da alan bir şey. Bana göre, sanıldığınca da kolay değil. Ödülün güvenirliği asıl buradan geçiyor.
Akademi Edebiyat Ödülleri yeniden oluşturulurken, yaptığımız ilk toplantıların birinde ön koşulum şu olmuştu; seçici kurul üyeliklerinin sürekli değişimi.
Evet, ödüllendirmenin güvenirliğini sağlamak için bu şart. Biliyorum ki ödüller daha çok tartışılacak.
Sıklıkla yaptığımız bir şeydir, eğitimin bozukluğundan söz etmek. Ama eğitenlerin nasıl eğitildikleri hiç tartışma gündemine gelmez; onların yeterlilikleri/yetersizlikleri üzerine söz edilmez.
Galiba edebiyat ödüllerinde asıl tartışmayı buradan başlatmak gerekir, bir de artık her önüne gelenin bir ödül verme/kurma alışkanlığından neden vazgeçmesi gerektiğini anlatmak… Öyle ki, neredeyse yakın zamanda edebiyat tarihinin soykütüğünü tümden ödüller hanesinde göreceğiz. Bu da ister istemez ödüllere güveni azalttığı gibi, seçici kurulların da ciddiyetini ortadan kaldırıyor.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (2 Aralık 2014)