“Kimileri kitap okumayı sadece bir kaçış olarak görür: ‘Gerçek’ dünyadan hayali bir dünyaya, kitapların dünyasına bir kaçış. Oysa kitaplar çok daha fazlasıdır. Onlar, tamamıyla insan olmamızın bir yoludur.”
1996 yılında yazdığı “Boges’e Mektup” başlıklı kısa metninde böyle demiş Susan Sontag. Aklınıza gelebilecek her konu ve her kavram üzerine yazıları, denemeleri, romanları, kitapları olan bir yazar, eleştirmen, film yapımcısı, öğretmen ve aktivist. Üç yaşında okumayı öğrenen, 15 yaşında Berkeley Üniversitesi’ne kabul edilen bir dahi. Çeşitli söyleşilerinde günde bir kitap bitirdiği zamanlar olduğunu belirtmiş. İlk etkilendiği kitap Sefiller. On üç yaşında Thomas Mann, James Joyce, Kafka ve Gide okuyan bir çocuk!
Susan Sontag’ı, fotoğrafla ilgilenmeye başladığım yıllarda Fotoğraf Üzerine isimli kitabı ile keşfetmiştim. Sontag okumalarım, yine fotoğrafla ilgili olduğu için önce Başkalarının Acısına Bakmak, sonrasında Metafor Olarak Hastalık ve diğer kitapları ile devam etti. Geçtiğimiz yıl ülkemizde Agora Kitaplığı’nda yayınlanan günlüklerinin ilk kitabı Yeniden Doğan’dan sonra günlüklerin devamını beklerken, Ekim 2014’te Sel Yayınları tarafından kendisi ile yapılan bir söyleşi kitabı raflarda yerini aldı: Susan Sontag: Bilincin Kapısını Aralamak.
Susan Sontag 1974-1977 yılları arasında kanser tedavisi gördü. Bu dönemde yaşadıklarını ve birçok hastalığa dair düşüncelerini Metafor Olarak Hastalık kitabında anlattı. Hem hastalar hem de doktorlar için yol gösterici, ufuk açıcı olan bir kitabın yayınlanmasından bir süre sonra, Rolling Stone Dergisi kurucu editörlerinden Jonathan Cott, 1978 yılında kendisi ile iki kez bir araya gelerek uzun bir söyleşi gerçekleştiriyor. Söyleşinin bir bölümü 1979 yılında Rolling Stone Dergisi’nde yayınlanıyor. Susan Sontag: Bilincin Kapısını Aralamak bu söyleşinin tamamını içeriyor.
Söyleşide ağırlıklı olarak Sontag’ın Fotoğraf Üzerine, Başkalarının Acısına Bakmak ve Metafor Olarak Hastalık isimli kitapları, dolayısıyla fotoğraf, görsel dil ve medya, başta kanser ve AİDS olmak üzere çeşitli hastalıklar, savaş, şiddet ve insanlık durumlarına dair düşünceleri yer alıyor.
Fotoğraf Üzerine isimli kitabını okumasam fotoğrafa bu kadar tutku ile bağlanabilir miydim emin değilim. Kitap, ilk okuduğum günden beri defalarca baktığım başucu kitaplarımdan biri oldu. Öyle ki, bence fotoğrafın kutsal kitabı ve bu kitabı okumayan fotoğrafçıların fotoğrafçılığına soru işaretleri ile bakarım. Fotoğraf Üzerine, fotoğrafçılara oldukça sert eleştiriler getirmesinin yanı sıra onları ortaya çıkardıkları işlerin olası sonuçları ile yüzleşmeye zorlayan, yaşamın farklı pencerelerden görünen gerçekleri ile karşı karşıya getiren bir kitap. Bu nedenle kitabın yayınlandığı dönemde bazı eleştirmenler Susan Sontag’a “Sen fotoğrafçı değilsin ki!” diyerek tepki gösteriyorlar. Söyleşide Sontag bu konuya değiniyor ve bu eleştirmenlere şu şekilde cevap veriyor:
“Çok doğru bir tespit ve çok kötü bir eleştiri. Bu kitabı yalnızca fotoğrafçı olmayan ve parasını fotoğraf çekerek kazanmayan biri yazabilirdi. Benim işim ‘bakmak’ ve fotoğraflardan keyif almak; fotoğraf çekseydim Fotoğraf Üzerine’yi asla yazamazdım.”
Söyleşi, yazmak eylemi ve yazarlık konusunda Sontag’ın düşüncelerini ve uyguladığı yöntemleri de içeriyor. Fotoğraftan görsel sanatların farklı dallarına, cinsellikten aşka, edebiyattan savaşa, hastalıklardan en basit insani duygulara kadar her konuda güçlü yazılara imza atan Sontag’ın başarısının temelini, söyleşide yer alan şu cümlesi ile ilişkilendirebileceğimizi düşünüyorum:
“Düşünmenin, hissetmenin bir hali olduğunu düşünüyorum, nitekim hissetmek de düşünmenin bir hali.”
Söyleşiyi gerçekleştiren Jonathan Cott öğrencilik yıllarından itibaren Susan Sontag’ı hayranlıkla izlemiş. Bu nedenle söyleşiye çok hakim ve soru sormanın yanı sıra zaman zaman Sontag ve çalışmalarına dair düşünce ve duygularını da Sontag’la paylaşıyor. Bu da söyleşiyi zenginleştiriyor. Örneğin Cott, Sontag’ın aşağıdaki cümlesini ilk okuduğunda çok duygulandığını belirterek paylaşıyor, ona katılmamak mümkün mü?
“Sakince sevebilmek, tereddütsüzce güvenebilmek, kendinle dalga geçmeden umut edebilmek, cesur davranabilmek ve enerjin tükenmeksizin zor işler başarabilmek kolay değildir.”
Susan Sontag yıllarca mücadele ettiği kansere yenik düşerek 2004 yılında maalesef aramızdan ayrıldı. İnsanın vahşetinin, savaşların ve şiddetin en yakın tanıklarından biriydi, yorulmaz bir aktivistti, savaş sırasında Bosna’ya giderek zarar gören insanlara destek oldu. Güzel bir dünya düşüne dair umudunu hiç yitirmedi ve yaşamını bu düşün gerçekleşmesine dair her türlü eylemin parçası olarak geçirdi. Söyleşide yer alan şu cümleleri insanlığa bıraktığı vasiyet gibi:
“Belki biraz Don Kişot’ça bir fikir, ama serbest çalışan ve bütün işi sanrılarla, sahtelikle ve demagojiyle savaşmak olan insanlar olmalı. Bu insanlar işleri zorlaştırmalılar. Çünkü halihazırda, her şeyin basitleştirilmesine doğru kaçınılmaz bir gidiş var.”
Bu kapsamlı söyleşi, 1978 yılında söylenenlerin halen geçerliliğini koruması ile Susan Sontag’ın dehasını okuyucuya şaşırtıcı ve keyifli bir şekilde belgelerken, okuyucunun yaşamla ve kendisi ile yüzleşmesini sağlayan düşünsel bir yolculuk sunuyor.
Kitabın çevirmeni Zeynep Heyzen’den dipnot: Aslıhan Tuna ve Adnan Algın olmasa bu yapıt bu şekilde okuyucuyla buluşamazdı. Benim için maddi ve manevi katkılarının yeri doldurulamaz.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (25 Aralık 2014)