Sözü dolandırmadan söyleyeyim, John Steinbeck demek benim için Amerika’nın keşfi demektir!
İnci, Al Midilli’yi okuduğumda ilkokul, Yukarı Mahalle, Sardalye Sokağı’nı okuduğumda ortaokul, Cennet Yolu, Gazap Üzümleri, Bitmeyen Kavga’yla buluştuğumda ise lisedeydim.
Steinbeck okuması benim için başlayan ve süren bir yolculuktu. Bugün kitaplığımda Türkçeye çevrilmiş tüm kitaplarının eksiksiz olması, ona dair birkaç defter doldurmam, çizdiğim haritalar bunun bir nişanesi.
Okumadığım, Türkçede de yeni bir kitabıyla, Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında ile buluşmam; gene Steinbeck okumamı depreştirdi. Mektuplarına göz attım, yazılarını bir araya getiren kitabını (Amerika ve Amerikalılar) gözden geçirdim. Paris Rewiew’de yapılmış uzun söyleşisinde çizdiğim satırlara döndüm:
“Öykü yazan kişi, öyküye bildiklerinin ve duyumsadıklarının en iyisini katmak zorundadır. Kağıda dökülen sözcükler hem aptallığı hem içtensizliği cezalandırır. Bir yazar sözcüklerin karşısında huşu duyar çünkü sözcükler acımasız ya da sevgi dolu olabilirler ve gözlerinizin önünde anlamlarını değiştirebilirler. Buzdolabındaki tereyağına sindiği gibi onlara da tat ve koku siner. Kısa bir süre için durumu kurtaran içtenliksiz yazarlar elbette vardır ancak uzun sürmez-uzun sürmez.”
“Elbette yazar yaşamı yeniden düzenler, zaman aralıklarını kısaltır, olayları belirginleştirir, onlara baş, orta ve son bulur. Yaşamımızda sahneler var kuşkusuz –gün içinde sabah, öğle ve gece; insan yaşamında, doğmak, büyümek ve ölmek. Bunlar perdenin açılması ve kapanmasıdır ancak öykü sürer ve hiçbir şey sona ermez.”
Bir hatırlama imi yakalamaktansa, benim yazarım Steinbeck’in bilinmeyen yanlarını keşfedebileceğimi düşündüğüm bu kitabına adım için ısınma okumalarıydı benimkisi.
Yerin ve yerel bilginin ne anlama gelebildiğini bize en iyi anlatabilen yazarlardandır o.
Romanlarına yansıyan bu dünyaların arka planını merak ederken, daha çok, neyi/nasıl yaşayıp yazdığını düşünmüşümdür hep.
Bu kitabının girişindeki ilk satır da bu anlamda dikkate değerdi. Bana çarpıcı gelen şu cümlesiydi:
“Daha da önemlisi yirmi beş senedir ülkeyi hissetmemiştim. Kısacası bilmediğim bir konuda yazıp duruyordum ve bana öyle geliyor ki yazar denen birinde bu bayağı suça girer. Araya giren yirmi beş yıl, anılarımı bozulmaya uğratmıştı.”
İtirafın ötesinde kendine dönük bir sorguydu. Bu ivmeden yola çıkarak yaşadığı “devasa ülke”yi yeniden keşfe çıkmaya karar verir.
Kendini gezgin kılma yolunu/yordamını oluştururken; 34 eyalette kat edeceği on beş bin küsur kilometre yolun hazırlıklarını anlatır ilkten.
Mükellef bir karavan ve yol arkadaşı, köpeği Charley. Karavanına Don Kişot’un atı Rocinante adını verir/yazdırır. Bu karavanı yol için donatması ise başlı başına bir serüvendir.
Burada altı çizilesi düşüncelerini de dillendirir, Steinbeck:
“Otuz yıllık meslek hayatımda hiçbir olayı sıcağı sıcağına yazmadığımı da iyice öğrenmiştim. Mayalanması gerekir. İyice bir yerini bulması için bir arkadaşımın deyimiyle ‘samana bırakmak’ gerekir.”
Sizin gezginliğiniz nereye?
Bu yolculuğunda Steinbeck henüz 58 yaşındadır, kendisini ürküten Nobel Edebiyat Ödülü’nü henüz almamıştır.
O üç aylık yolculuk hazırlığı, bunu gerçekleştirme düşü/düşüncesine kendimi daha yakın kılmak için, önüme, daha önceden çizdiğim bir ABD haritasıyla, bir de atlas açtım. Dileğim, Steinbeck’in anlattığı bu yolculuğu harita üzerinden de işaretlerle izlemekti. Öyle de yaptım.
Doğrusu, anlatının daha başlarında Steinbeck’e dair aradıklarımı bulmam beni kitabın ruhuna daha da yakın kıldı. Bir ânda onunla yola çıkıyormuşum havasına kapıldım. Aynı yaşlarda benzer şeyleri düşündüğümüzü düşündüm. Trakya’dan başlayıp Anadolu’yu adım adım gezme düşüm depreşti. Arabayla… Hatta geçen bahar bunun ayrıntılı planını yapıp, ilk adımımı da atmıştım.
İkinci adımı ise atamamış, birçok şeyi ertelemeyi gerektirdiği için durmuştum. Bırakıp gidememe… Neyi? Alışkanlıklarımızı, bağlılıklarımızı mı? Yoksa ülkenin durumu mu hemence kabuğumuza çekilmeye zorluyordu bizi? E belki de her şeyin istediğimiz gibi olmasını isteme hastalığımız, gidemememizin başlıca nedeni. Anadolu bir uçtan bir uca topu topu 1500 km. Batı’dan Doğu’ya düz bir hatta gitmek değildi derdim elbette. Bir tür sarmal yolculuk, bölgeler arası.
Steinbeck, okuma süresince, günlerce beni haritalarda yolcu kıldı. Bir yandan Amerika’yı, ötede de Anadolu’yu geziniyordum adeta. Görmediğim kent sayısı dörtte bir. O görmediğim yirmiye yakın kentin yakın-uzak konumlarına bakıp plan yaptırmıştı Steinbeck ilkten. Ama bölge bölge gezip yazmak fikri daha sıcaktı benim için.
Steinbeck’in yolculuğuna dura düşüne katılıyordum adeta. Roman yazmak gibi gelmişti bana.
Yalnızca yapacağı şeyi düşünen biridir o. Araya başka şeyler katmaz, kapanıp ya da yola düşüp onu gerçekleştirir. Yarın ne olacağını ise pek düşünmez. Karşılaşmaları onu sorgulamaya, hatta köken arayışına bile yöneltir kimi kez. Yerel dünya gerçeğini kavramaktır derdi. Büyük Okyanus’un kıyısındaki yurdu Salinas’a vardığında ise her şey başkalaşmıştır artık onun için. Ne yazdığı yer, ne yaşadığı zaman vardır. Değişim/dönüşüm bir ahtapot gibi sarmıştır her yanı.
Okurun yazarı
Steinbeck, anlatımıyla okuru/nu avucunun içine alabilen bir yazar. Yalındır, öyle bir atmosfer çizer ki; siz de orada bir yerdesinizdir, durup bakan/gören/izleyen, hatta hisseden… Ve insanlar… Onlara bakışı, anlatımı, diyaloglarda yansıttıkları anlatıcı yanının bütün özelliklerini içerir.
Amerika’yı bir baştan bir başa gezme yolculuğunu anlatırken de o romancı tutumunu elden bırakmaz; gözlem/atmosfer yaratma, diyalog ustalığı ön plandadır.
Bir yazarı okunur kılan ne varsa Steinbeck bunları anlatısına taşır. Etkileyiciliği de bundandır bence. Ne anlattığını, bunu nasıl anlatması gerektiğini bilen biridir o.
Kitabın 40. sayfasına gelmeden, önüme Amerika’nın eyaletler haritasını açıp onun anlatımının seyrini oradan takip etmeye başladım. Steinbeck, sizi, anlattığı dünyaya öyle yakın kılar, sizde öyle merak uyandırır ki; ardına takılır gidersiniz. Üstelik bunların bir olay, dramatik bir durum olması da gerekmiyor.
Donna kasırgasına tutulan iskeledeki teknesine varış, bunu dalgalardan kurtarış öyküsü var ki; siz de onunla soluk soluğa kalıyorsunuz. Ve bu yolculuğun yol arkadaşı Charley… Köpeğe dokunamayan ben, bir ânda böyle bir yol arkadaşı hayal etmeye başladım.
Yol notları/gözlemleri tanımaya anlamaya dönüktür Steinbeck’in. Onu yola düşüren de bu olsa gerek. yoksa bir serüven yaşamak için onca yolu kat etmemiştir. Amerika’daki değişimi/dönüşümü gözlemiştir bu süreçte. Altını çizdiği gibi âdetler, tavırlar, efsaneler, eğilimler değişimden paylarını almıştır.
Öyle ki, bir yerde şunu da yazacaktır: “Ülkemi biraz fazla ihmal etmişim. Ben yokken medeniyet büyük adımlarla ilerlemiş.”
Steinbeck, bir yerde de size yolculuk yapma düşüncesinin ne olduğu, neleri içerdiği, nasıl yapılabileceğinin bilgisini verip deneyimini aktarır. Yolda, köpeğiyle bir başına yol alırken düşündükleri, gözledikleri bir bir yansır bu anlatısına.
“…gözlem yapmak üzere çıktığım yolculuğumda mümkün olduğunca, görecek, işitecek, koklayacak çok daha fazla şeyin olduğu arka yollardan gittim ve gündüz düşlerini besleyerek insanın benliğini şişiren o geniş, trafik yarıklarından uzak durdum,” der. Gene de, o, bizi kendine, bir yere yakın kılan düşüncelerden, duygulardan söz eder.
Gitmeyi tercih ederek köksüzleşmeyi de nasıl seçtiğimizin yüzleşmelerine değin götürür bize Steinbeck:
“En değer verdiğimiz duygularımızdan biri köklere sahip olmaktır, bir toprağa ya da bir topluluğa kök salarak büyümektir.”
Zamansız yazar
Bir, “ zamanı geçmeyen” yazarlar vardır, bir de “zamanı gelen”. Her dem okunanla, arada bir okunan demek istemiyorum. Her kuşağın bir biçimde okuduğu, beslendiği yazarlar. Bir de zamansız yazarlar vardır; Kafka gibi, Beckett gibi.
Steinbeck ise zamanı geçmeyen yazardır.
Bugün, ABD’de John Steinbeck ne kadar okunuyor/ilgi görüyor bilemiyorum; ama 1950’lerin Türkiyesi’nde okurumuzun buluşup tanıştığı yazarımızın o günden beri sürekli okunduğunu söyleyebilirim.
Bunun nedeninin sosyolojik/kültürel çözümlemesini yapacak değilim. Ama bir şey var ki; Amerikan edebiyatının benim gözümde “dört as”ı (Faulkner, Steinbeck, Hemingway, Jack London) okurumuzca kabul görmüş yazarlardır. Hayata ve insana dair anlattıklarıyla her dönem etkileyici olmuşlardır. Siz, bunlardan birini okuyarak, anlayarak bir ülkeyi daha yakından tanımaya da adım atabilirsiniz.
Benim gözümde Steinbeck böyle biri. Okuyun yolculuk izlenimlerini, eminim ki Amerika’yı tanıma duygunuz kadar kendi yurdunuzda da bir gezgin olma düşlerine kapılacaksınızdır.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (20 Ocak 2015)