Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak her toplumda görülen bir davranış türü müdür bilmiyorum fakat bizde çok yaygın olduğu bilinen bir gerçek. Fikir sahibi olduğumuzu düşündüğümüz bir konuda da yargıyı hemen yapıştırırız. Ne de olsa böyle bir hak doğmuştur değil mi? Hiç tanımadığımız insanlar için bile sergileriz bu davranışı. Güzel bir dostluk kurmuşsak sonunda bir de itiraf ederiz karşımızdakine “en başta seni hiç sevmemiştim” diye.
Tüm bunları “Ben ve Sen”i okurken düşündüm. Ben ve Sen “biz” olabilirse ne kadar güzeldir aslında, değil mi? Hikâyemiz bir İtalyan ve bir Faslı çocuğun birbirini tanıma ve anlama hikâyesidir. Bir nevi “biz” olmalarının hikâyesidir. Kısaca değinelim konuya: “Kütüphaneci Marina, büyük bir kentin yakınlarındaki küçük bir kasabanın kütüphanesinde çalışıyordu. Kütüphanedeki tüm işlerini bitirdikten sonra bir düşünce üzerinde yoğunlaşan Marina, düşüncesini proje haline getirip kütüphaneye gelen çocuklarla paylaşıyordu.
Çocuklara yeni kapılar açması, yeni şeyler keşfetmelerini sağlaması bakımından çok önemli projelerdi bunlar. Yaz tatili öncesi belirleyip tatilde bir ön çalışma fırsatını da sunuyordu çocuklara. Ve o yılın proje konusu bir yaşamöyküsü yazmaktı. İşte bu proje konusu Faslı Azize ve İtalyan Beata’yı buluşturacak projeydi. “Biz” olmaya yönlendiren projeydi.
Toplumsal olarak saflara ayrılmış durumdayız. Ben diyoruz, o diyoruz. Biz diyoruz fakat hemen ardından onlar diyoruz. Son dönemin egemen dili haline geldi bu konuşma tarzı. Yöneten, yönetilen herkes aynı. Herhangi bir konuda refleks gösterirken genel insani değerlere göre değil fikriyatımıza göre şekil alıyoruz. Sonuç ise “biz” olamayan yetmiş dört milyon insan.
Burada yer alan birçok yazımda dile getirmiştim. Şimdi yineliyorum. Çocuk kitaplarını yetişkinlerin okumasında yarar var. Yitirdiğimiz insanlığı bu kitaplarda bulabiliyoruz çünkü. Amasız, şartsız, koşulsuz, saf, temiz, duru duygular yer alıyor bu kitaplarda. Dünyanın pisliğine bulaşmamış, pırıl pırıl ve çok güzel.
Bir proje kapsamında bir araya gelen Aziza ve Beata’nın “biz”e yürüyen öyküsüdür “Ben ve Sen.” Giusi Quarenghi yazdı, Giuditta Gaviraghi resimledi. Nilüfer Uğur Dalay’ın dilimize kazandırdığı bu kitabı yayımladığı her kitapla çocuklara sosyal bir duyarlılık kazandırmayı hedefleyen Günışığı Kitaplığı çocuklarla buluşturuyor.
Her insan bir öyküdür ve bu öykünün paha biçilmez bir değeri vardır.”
“Olmak ve Sahip Olmak”
Günışığı Kitaplığı demişken yayınevi kimliği ile bütünleşmiş olan bir hizmetinden de söz edelim. 27’nci kitaba ulaşan “Çıtı Çıtır Felsefe” dizisi başta eğitim sistemimiz olmak üzere Türkiye toplumu için değer biçilemez bir hizmettir. Geleceği inşa ettiğimiz bugünlerde çocukları eşsiz kitaplarla buluşturuyorlar. Ve dizinin son kitabı “Olmak ve Sahip Olmak”.
“Hangimiz bütün hayatımız boyunca tek bir karakter özelliğini seçebiliriz ki? Bugün olduğumuz gibi yarın da olabilir miyiz acaba? Peki, gelecek yıl? Ya sonraki yıllar? Hiç birimiz düz bir çizgi misali hep aynı şekilde yıllarımızı geçiremeyiz. İçinde yaşadığımız toplumda, sistemde böyle kalabilmek de pek olası değil sanırım. Sinir sistemlerimizin harap olduğunu da düşününce…”
İşte bu kitap nasıl biri olmak ve nelere sahip olmak istediği üzerine kafa yoran çocuklar için. Anne babaları da okusunlar, birlikte konuşsunlar. Sıkışınca “felsefe yapma” diyenlere inat felsefe yapalım, soralım, sorgulayalım!
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (18 Şubat 2015)