‘Erkeklere benziyorum’ derdi. ‘Dolayısıyla başka bir erkeğe ihtiyacım yok. Bir rivayete göre sevmezmiş erkekler zaten böylesini. Derlermiş ki, bir evde iki erkek olmaz. İlla sessiz ve muhtaç olacak ya kadın, erkek ise güçlü ve hâkim. Böyle görmüşler böyle gitmeliymiş bazı şeyler. Ötesi ayıp, saygısızlık, edep falan…’ Bazı anneler kızlarını kimselere muhtaç olmasın diye, bazı babalar kızları hep kendi ayakları üstünde durabilsin diye büyütmüşlerdir oysa. Kimse düşünmez mi ne olacak o kızların hali? Ben söyleyeyim, hep dik durmak zorunda kalacak o kızlar. Bir kız olarak değil bir insan olarak olur da düşerlerse onları kaldıracak kimseleri olmayacak çünkü.
İşte Merve de böyle bir kızdı. Sitemle karışık sözleri, sürekli hayatla dalga geçen bir tarafı vardı. Sevmediği bir şeyi yapmaz, kimse ona istemediği bir şeyi kesinlikle yaptıramazdı. Balıkesir’de yaşarken Gazi Üniversitesi Gazetecilik bölümünü kazanıp Ankara’ya gelmişti. Ben, yani Ceren, aynı gün aynı fakülteye kaydolurken tanışmıştım onunla. Şu zamanlarda ikimiz de mezun olacaktık. Tabii ben bırakmasaydım, Merve de gitmeseydi.
Deyim yerindeyse iki kişilik dev bir ordu olmuştuk zamanla. Onunla hayatımızın sonuna dek dost kalmayı o kadar çok istiyordum ki! O değil belki ama ben onunla daha güçlüydüm her zaman. Merve ne olursa olsun güçlü kalabilenlerdi. Dışarıdan bakıldığında iki alakasız insandık. Ben saf ve romantik olandım. Etrafımdakilerce şımarık olarak tanınmış biriyken, o hep heyecanlı ve ne yapacağını bilen kişi olarak kaldı hafızlarda. Ön yargılarından arındığından şımarık biri olmadığımı sadece o bildi. Beni anlamayı denedi, tanıdığındaysa en değerli dostu olduğumu söyledi. Ben de kendimi bu yüzden hep şanslı saydım. Öyleydim de.
Hiç unutmam babası öldükten kısa bir süre sonra ‘ağladım’ demişti. ‘ Bir halk otobüsünün orta yerinde, bir kafenin en ücra köşesinde, eve girmeden hemen önce apartmanın boşluğunda ağladım. Ama eve girdiğimde annem ve ablam beni her zamankinden daha iyi gördüler.’ Bilirsiniz eskimeyen nadir şeylerdendir eski dostlar. Biz de birlikte yapabileceğimiz her şeyi yaptık eskimeyi sürdürürken. Kız kıza muhabbetler, olan bitenler, aşk ve ilişkiler… Merve hiç dikiş tutturamadı aşk meselelerinde. Kimsenin onu olduğu gibi kabul edemediğini söyleyip dururdu zaten. Yaşıtları çoluk çocuktu onun için. Bir gün derslerden fırsat buldukça yarım zamanlı çalıştığı mekâna gittim. Demetevler’de evine birkaç sokak uzaklıktaki bu yerde, garsonluk yapıyordu. Ve bence görülebilecek en güzel, en asil garsondu. Kısa bir süre için gittiği Balıkesir’den bir kaç gün evvel dönmüştü, nedense fırsat bulamamıştık görüşmeye bir türlü. O akşam her zamankinden daha kıpır kıpır, gözleri parlayarak yanıma gelip ‘aşık oldum’ deyiverdi fısıldamaya çalışan sesiyle. Ama heyecanlı yapısı buna engel olmuş küçük bir sevinç çığlığı olmuştu bu iki kelime. Mesaisi bittikten sonra öğrendim ki, derslerimize yeni yeni girmeye başlayan Psikoloji hocasıydı onu büyüleyen. Kendisinden dokuz yaş büyük ve bir başkası ile nişanlıydı. ‘Düşünebiliyor musun?’ diyordu kendisi kaldırımda çocuk gibi sekerken eve dönüyorduk ‘Beni değiştirmeye kalkmıyor, gereksiz kıskançlıkları yok, kafasında oluşturduğu sevgili kalıbını değil beni seviyor. Balıkesir’e geldi, birlikte babama gittik ve benim için ona söz bile verdi!’
Yoluna girer diye bekledik. Adam diğer kadından ayrıldı ayrılacak diye tam on bir ay geçti. Bu on bir ayın sonunda ise Merve –kendi mutluluğu için- terkedilmişti. Ve ben düşünsem aklıma gelmeyecek, duysam basmakalıp diyebileceğim bu hikâye için dostumu sonsuza dek kaybettim. Kızgınım, ben onu hep güçlü kalır sanmıştım fakat o gitti. Pişmanım, düştüğünde Merve’yi kaldıramadım. Hayatı boyunca düştüğünü gizleyecek kadar güçlü olmayı öğrenmişti çünkü. Ya ben fark edemeyecek kadar kördüm ya da kendisi artık kalkamayacak kadar yorgundu, bilmiyorum…
Kendisinden ve her şeyden vazgeçmeden önce yazdığı son satırlara bakarak bu kez ben ağlıyorum. Henüz yapmadım ama tekrar üniversiteye dönüp, o hocanın dersine girip Merve’nin yazdıklarını okumak istiyorum yüksek sesle. Sonra da suratına çarparım gözyaşlarımı Merve’nin satırlarıyla dağılmamışsa hala yüzü. Belki sınıfa döner haykırırım sonra ‘Güçsüzken güçlü gibi yapmayın’ derim. ‘Bakın bana, bakın! Ölmek için yeterince güçsüz müyüm?’
Hava harika. En sevdiğiniz şarkıya ihtiyacınız yok günün daha iyi olması için, kuş cıvıltıları, yaz başlangıcı… Böyle güzel bir günde mezun olacaktık biz de, yarım kalmasaydık eğer. Ben her şeye rağmen bir mezuniyet hediyesi vermek istedim bize, belki de çoktandır yapmış olmam gerekirdi. O son yazıyı çerçeveletip odama astım, ne zaman bir çift göz üstüne dikilse, hiç bıkmadan diyor ki;
‘İnanmak, kızın kendisine verilmiş sözlerden öte, mezarında yatan bir babaya bile, kızı hakkında söz verilip tutulmamasından çok önceki bir eylemdi.’