“Her şeyi bırakıp buraya kapansam, her gün Gebze’ye gidip gelsem, tarih denen şeyle ilgili, boş ve sonu olmayan milyonlarca kelimelik yazı için masaya otursam. Dünyayı adam etmek için değil, yalnızca ne olduğunu söylemek için yapsam bunu.”
Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık romanını bitirdiğimde Sessiz Ev romanındaki karakterlerden Faruk’a ait bu sözler geldi aklıma. Kafamda Bir Tuhaflık’ta Orhan Pamuk 1969’dan 2012’ye roman kahramanı Mevlut’un ekseninde İstanbul’un ve dolayısıyla Türkiye’nin sosyal, kültürel, ekonomik, kentsel dönüşümünü bir tarih kitabında rastlanacak ayrıntılarla, aralara diğer roman kişilerinin kendi anlatımlarını da katarak bize aktarırken tam da bunu yapıyor çünkü. Dünyanın ne olduğunu söylüyor bize.
Roman Mevlut’un amca oğlu Süleyman’ın yardımıyla karısı Rahiya’yı kaçırmasıyla başlıyor. Mevlut diğer amca oğlu Korkut’un düğününde görüp vurulduğu ve adının Rahiya olduğunu sandığı bu kıza üç yıl boyunca aşk mektupları yazar. Mevlut’a onu kaçırmasında yardım eden Süleyman’sa onun aslında Rahiya’ya değil kız kardeşi Samiha’ya aşık olduğunu anladığı halde Mevlut’u bu konuda uyarmaz. Çünkü kendisi Samiha ile evlenmek istemektedir. Sonuçta Mevlut Rahiya’yı kaçırır, onunla evlenir ve mutlu olur. Kahramanımızın hayatı algılayışını gösteren çok önemli bir durumdur bu. Mevlut yaptığı bozacılık, nohut-pilav satıcılığı, dondurmacılık gibi çeşitli işlerden 70’li yıllarda katıldığı eylemlere, boza satarken yolunun düştüğü evlerdeki insanlarla iletişiminden, korkunç bir hızla değişen sokaklardaki varoluşuna kadar pek çok şeyi çevresindeki diğer insanlardan bambaşka, kendine özgü bir şekilde yaşamaktadır. O, sağcısından solcusuna, dincisinden laiğine insanların giderek kendi özlerinden uzaklaştığı daha şekilci, maddeye bağımlı hale geldiği dünyada kendi iç sesini koruyabilmiş bir azınlığın mensubudur.
Roman boyunca adeta sahneye çıkar gibi aralarda bizimle konuşan roman kişilerinin arasında yoktur Mevlut. Kişiler Mevlut’un ya da kendilerinin başına gelenleri, olan olayları anlatırlar daha çok bize. Romanın diğer kısımlarında ise yazar Mevlut’un iç dünyasını sunar satır aralarında.
“Bütün bu şeyleri yaşarken kalbinde ve midesinde hissettiği yalnızlık ve kederi şimdi hiç hatırlamadığı için on beş yıl önce ne kadar da mutlu olduğunu içtenlikle düşündü. Tuhaf bir pişmanlık duydu, sanki hayatını boşa yaşamış gibi. Oysa çok mutluydu Rahiya ile.”
Evet Mevlut yanlışlıkla tanıştığı Rahiya ile mutlu olur. Aslında aşık olduğu kızı kaçırmadığını fark etmiş ama etmemiş gibi yapmıştır. Belki de onunla mutlu olacağına dair bir iç görüyle kabullenmiştir başına gelen bu durumu. Ve bu kabulleniş de mutluluğunun anahtarı olmuştur. Kaldı ki seneler sonra Rahiya’nın doğurmak istemediği bebeğini kendi kendine düşürmeye çalışırken ölmesinin ardından Samiha ile evlenen Mevlut ilk karısıyla yakaladığı mutluluğu, aslında ilk anda görüp vurulduğu kadınla yani Samiha ile yakalayamayacaktır.
Rahiya ilk çocuklarına hamileyken erkek isimleri düşünür Mevlut. Ama çocukları kız olduğunda bunu da büyük bir mutlulukla kabul eder. Onun kabul edemediği daha çok çevresinde dönüşüp duran hayattır. Zabıtalara kaptırdığı arabasını almaya gittiği belediyede kendisine ait olmayan arabayı alabilecekken reddeder bunu. Duygularıyla bağını hiç koparmaz. Geçici bir süre çalıştığı büfede dönen dolapları görüp susarken bile kendisiyle bir mücadele içindedir.
Romanın ana izleklerinden biri de resmi görüş-şahsi görüş ve dilin niyeti-kalbin niyeti ikilemleri. Yabancısı olunan ortamlarda dillendirilen resmi görüş ile ancak güven duyulan ortamlarda ortaya konulan şahsi görüş çok da yabancısı olduğumuz bir ikilem değil. Kalbin niyeti ile dilin niyeti ise resmi görüş-şahsi görüş ikileminin bireysel hayattaki yansıması gibi. Romanda bunların toplumdaki dönüşümlerle insanların hayatına nasıl yansıyıp değiştiği de şu satırlarda aktarılıyor:
“Mevlut arkadaşının bu sözünü de inandırıcı bulmadı ve o günkü sohbetleri boyunca birbirlerine yalnızca resmi görüşlerini söylediklerini kederle düşündü. Oysa yirmi altı yıl önce Kısmet satarken arkadaşlıklarını başlatan şey, şahsi görüşlerini birbirlerine söyleyeceklerine duydukları inançtı.”
Alberto Manguel “Sizi hiç tanımayan herhangi bir yazarın bir kitabının bir sayfasında, bir paragraf mutlaka sizi anlatmaktadır. O birkaç satırla karşılaşınca ‘işte bu benim hikâyem’ dersiniz. Bazı şanslı insanlar bu paragrafları bulur, okur ve hafızalarına kazırlar.” diyor bir söyleşisinde. Kafamda Bir Tuhaflık’ta bu bölüm benim için son sayfada yer alıyor.
2012’ye gelinmiş gecekondular çok katlı apartmanlara dönüşmüş, pek çok şey değişmiştir. Ancak Mevlut boza satmaya devam etmekte yakın çevresindekilerden farklı olmasına sebep olan o tuhaflığı ancak böyle sokaklarda kendi içine yolculuklar yaparak korumaktadır.
Bir gece Feriköy sokaklarında yürürken bir binaya girer ve dairedeki evin hanımı şöyle söyler Mevlut’e:
“Hiç vazgeçme bozacı. Bu kuleler, betonlar arasında kim alır deme. Sen hep geç sokaklardan.”
Buna karşılık Mevlut’un cevabı “Ben kıyamete kadar boza satacağım” olur.
Eminim Kafamda Bir Tuhaflık’ta siz de kendi hikâyenizden bir şeyler bulacaksınız. Çünkü Orhan Pamuk gerçekten bakmayı bilenler için dünyayı anlatmaktan çok daha fazlasını söylüyor.
Eylem Hatice Bayar – edebiyathaber.net (12 Mart 2015)