Demir Özlü’nün Beyoğlu’sundan fragmanlar | Mısra Gökyıldız

Nisan 6, 2015

Demir Özlü’nün Beyoğlu’sundan fragmanlar | Mısra Gökyıldız

bir-beyoglu-dusuTarihi tarih kitaplarından daha iyi anlatan bir şey varsa o da edebi anlatılardır. Hayatın, geçtiği mekânlar da dâhil her alanı edebiyata konu edilebilir ve satır aralarında kalanlar bize o günlerin tarihsel arka planını verir. Bizler, anılarımızda tozlananları ancak yakınlarımıza aktararak cilalayabilirken, edebiyatın usta isimleri onları kâğıda döküp ölümsüzleştirir. Böylece biz okuyucular, yaşayan, nefes alan, her okunduğunda anılan ve anımsanan hatıralara kavuşuruz. Bu isimler anılarını ölümsüzleştirmekle kalmaz, anılarının geçtiği mekânları da ebediyete kavuştururlar. Bir tarihi yahut dönemi bizzat işaret etmeseler de, onların verdikleri ipuçları bizim için tarihleri not düşer hep. Kimilerinde artık var olmayan bir bina, kimilerinde salonlara gelmiş bir film, bazısında tarihi bir olay, kimi zamansa bilindik bir anı eserler aracılığıyla ölümsüzleşir.

Demir Özlü de ‘50’ler Kuşağı’nın Beyoğlu’sunu, Beyoğlu ve Tünel civarındaki geçirdiği yılları, “Kötü yaşanmış bir gençliğin imgesel sokaklarını, bomboş kaldırımlarını dolduran titrek görüntüler”le betimler ve ‘50’lerin Beyoğlu’sunu ölümsüzleştirir “Bir Beyoğlu Düşü” adlı kitabında. Okuyucularına ise onun izlediği yolu takip edip geriye kalanların çetelesini tutmak, zihinlerinde düşünsel bir harita oluşturmak kalır.

Demir Özlü de, hemen her İstanbul sakininin işi düştüğünde arşınlamaktan keyif aldığı gibi ‘50’lerin Beyoğlu’sunu bir aşağı bir yukarı dolaşır, kendine eve varış rotaları belirler, gençliğinin romantik buhranları bu sokaklarda bırakır. Alışkanlık edindiği gibi “büyük yapıların gölgesi altında, Galatasaray’a, oradan da, postane olarak kullanılan eski Sıvacıyan Konağı’nın önünden geçerek Taksim Alanı’na açılan caddenin yukarı başına uzan”ıp arkadaşı Paskin’le buluşmak üzere yola çıkar. Tünel sakini olan Özlü, şimdilerde pek çok insanın yaptığının aksine İstiklal’in başından sonuna gitmeyi âdet edinmemiştir. Hemen herkes gibi kendini Beyoğlu’na daha ait hissetmek ya da sükûnet bulmak için ara sokaklara sapar gideceği yere ulaşmak için. Zira o dönemlerde de bulvar özelliği gösteren Beyoğlu büyük ihtimal ara sokaklarını boğan bir dev gibi kadar insanları hipnotize edip yutmaz. Her sokağında yaşatır iyisiyle kötüsüyle Beyoğlu ruhunu. O; Beyoğlu’nun hareketli geçitlerinin, kestirmelerinin ve sırlarının ölmediği dönemlerde yolları arşınlar.

Galatasaray’la yüz yüze bakan en eskinin Sıvacıyan Konağı, dönemin postanesi, ‘71 yılında korunması gereken mimari örneği olarak işaretlenmiş ve usulsüz restorasyon iddialarıyla ‘90’ların son çeyreğine damgasını vuran şimdinin Galatasaray Müzesi, Özlü’nün Beyoğlu’na çıkış kapısıdır. Okuyucunun gözü “Kuşkusuz Lebon’da olacak” arkadaşı Paskin’i, bir dönemlik aradan sonra bir pasta firmasının isim hakkını devralmasıyla hizmet vermeye devam eden Lebon’un şimdiki nostaljik camlarında arayabilir. Çünkü Lebon hâlâ ayakta. Lakin eskiden olduğu kadar entelektüellerin uğrak mekânı değil artık. Daha çok Paris bulvarlarındaki mekânların cazibesini yakalayan turistlerin ilgisini çekiyor.

Bir an sonra, düşünde gördüğü Sainte-Marie Draperis Kilisesi’nden çıkmış da kalabalığa karışmış sandığı güzel komşusu, Özlü’yü afallatır. Özlü’nün ara sıra inip de vakit öldürdüğü bu kilise şimdiye dek özünü hiç kaybetmemiş. Şimdi bir kez daha dönüp, demir kapılarının ardından bakınca günümüzdeki Sainte-Marie Draperis Latin-Katolik Kilisesi’nin mermer merdivenleri hâlâ düşlerden çıkmış kadar güzel ve gizemli bir ayin vaat ediyor. Gezisini uzatmak adına mermer avlularından geçtiği “biraz ötedeki Olivio Pasajı’nın içindeki” kiliselerden kastı ise; bir yanı Haco Pulo Pasajı’na diğer yanı Olivio Geçidi’ne açılan, 1860’lı yıllardaki, orijinalitesi bozulmamış fakat avlusunu şu sıralar bir inşaat iskelesinin işgal ettiği Panayia İsodion Rum Ortodoks Kilisesi olmalı. Bu gibi kiliselerin günümüzdeki tek eksikleri, o dönemlerin aksine, avlularını dolduracak ve sokaklarını işlek kılacak cemaatleri. Özlü’nün “Olivo Pasajı’nda açılmış bir Türk kahvesinin donuk kırmızımtırak ışıklarına” bakarken hissettiği aidiyeti yaratan kahvenin, yolun sol kolunda kalan Mandabatmaz Kahve olduğu akıllara geliyor. Zira Olivia’daki küçücük dükkânında hizmet veren Mandabatmaz Kahve’nin tevellütü 50 yılı aşmakta. Fakat kim bilir, bu kanı belki de Mandabatmaz’ı eskinin dokusuna yakın bulan bir zihnin yarattığı illüzyondan kaynaklı.

Bu güzel komşunun yarattığı tedirginliği yatıştırmak için Balık Pazarı’ndaki “balıkları, meyveleri, sebzeleri sergilemiş satıcılar, karpit lambaları altında bir projektör ışığında boğulan tezgahlar [ve] alışveriş eden kalabalık”tan medet uman Özlü, bugünlerde burada, özellikle haftasonları ve maç günleri çevre meyhane ve barlara akın eden kalabalıktan boğulacak raddeye gelebilir. Bu betimlemeler bugün için yalnızca Tarihi Kadıköy Çarşısı’ndaki esnaf hareketliliğiyle örtüşebilir. Alışveriş etmekten ziyade burayı yalnızca ana arter olarak kullanan insanlar ve turist kafileleri, Balık Pazarı’nda şimdilerde farklı bir hareketlilik yaratıyor. Balık Pazarı’nda kalmış bir-iki balıkçı tezgâhı, pazar tezgahlarından ziyade midye-kokoreç kokuları, ucuz hediyelik eşya tezgahları, imitasyon çanta, gözlük ve saatler arasında gözden kayboluyor.

Rotanın belki de en şaşırtıcı duraklarından biri Özlü’nün, köşesindeki Neş’e Meyhanesi’nde bir kadeh atmayı planladığı, “Balık Pazarı’ndan sola, dar bir geçide kıvrılacak” olduğu, “köhnemiş iki katlı yapılar arasında meyhanelerin sıralandığı Krepen Pasajı”. Şimdilerde işlekliğini yitirmiş ve kendisinin de kaybolup dönüştürülmesinden korkulan Aslıhan Pasajı’nın mazisinde Krepen Pasajı yatıyor. Sağlı sollu sahaflar ve aralara serpiştirilmiş elektrikçi, fotokopici, plakçıdan müteşekkil bu yapının mazisi çok katmanlı. Tıpkı bitişiğindeki Avrupa Pasajı’nın bir kardeşi gibi, içerisini iplikçilerle terzilere mesken olan Crespin, bir süre sonra kunduracıların hâkimiyetine girmiş. Fakat Beyoğlu bir derin soluk daha çekmiş içine. Ve bu soluk pasajı yeniden tazelemiş, dönüştürmüş, başka bir ruh vermiş. Şimdilerde Çiçek Pasajı’nın eskilerinden sayılan meyhaneler ilkin Krepen’de gözlerini açmış. Avrupa Pasajı üvey, Çiçek ise öz kardeş olmuş Krepen’e. Belki de karanlık akıbetiyle geldiği son Aslıhan durağını ise bir başka edebiyatçıdan, Cevat Çapan’dan dinlemek daha yerinde:

Taksim Meydanı_1950'lerin sonu“Fena halde Londra’ya benzeyen

Kalabalık bir kentmiş

Cehennem

Oysa küçük bir Venedik’ti

Krepen Pasajı

Tedavülden kaldırılmadan önce

Hileyle ve cebren.”

Daha sonrasında, Özlü’nün “Narmanlı Yurdu’nun yanından Asmalımescit’e doğru kıvrıldığı” yolda, sonradan açılacağını söylediği buluşma evleri (randevu evleri) şu dönem için görünür değil. “Beyoğlu’nun yalnız insanları, Hıristiyan kadınlar, Macarlarla Yahudiler” yerine ekseri işyerlerinin, avukatlık bürolarının ve çeşitli eğlence mekânlarının mesken tuttuğu hanlar ve apartmanlar, içerisinde olan bitenleri tüm şeffaflığıyla yansıtmıyor olsa da, onun anlattığı türden bir intiba uyandırmamakta Demir Özlü’nün rotasını izleyenlere.

“Oradan sola kıvrılıp, Tünel Geçiti’nin arka kapısı önüne geliyordum. Demir kapılar gecenin karanlığında kapanmışlardı. Sola kıvrılıp, oturduğum apartmanın önünden geçtim, biraz ötedeki köşeyi tutan Fischer Lokantası’nın buğulu, sigara dumanı tüten havası içine daldım, bakırla kaplı barda birkaç bardak bira içmek için,” diyerek General Yazgan Sokak civarında bitirdiği günün ertesine; “Tünel geçidinin alacalı aydınlığında, Sokrates’in temizleyici dükkânı ile Kohen Kardeşlerin kitabevlerinin önünden geçerek” başlar Özlü. Sağlı sollu restoranlarla kaplı Tünel Geçidi’nin içerisinde Sokrates’in Temizleyici dükkanının esamesi artık okunmasa da Tünel tarafından içeri girince sol kolda kalan eksantrik bir dükkan herkesin gözüne çarpmıştır. Close Up moda dergileriyle kaplı vitrinin ardında, tozlu raflarda duran deri ciltli kitapları görünce ‘ne menem’ yer olduğu anlaşılır Kohen Kardeşler’in kitapçı dükkânının. Ne tuhaftır ki dokunsanız dağılacak İngilizce ve Fransızca ders kitaplarının yanı başında duran kuşe kâğıtlı moda dergileri, dükkana esrarengiz bir hava katar. Özlü’nün gençliğindeki vitrinin ona ne sunduğunu bilemesek de, şu an daha ilgi çekici göründüğünü söylemek yerinde olur dükkânın. “Bir Beyoğlu Düşü” rotasını en ilginç kılacak duraklardan biri, henüz yitirilmeden görülmesi gereken bu dükkândır.

Güneşli bir sonbahar günü yolunu uzata uzata tadını çıkarır Demir Özlü; “tenha Beyoğlu’nun kendine özgü tadını: Sevişme sonrası tatlar gibi” bulur. Kaldırımlar yıkanmıştır. Şimdiki gibi küçük belediye kamyonetlerinin altına monte edilmiş otomatik fırçalarla değil, dükkan sahiplerince yıkanıyordur belki de. “Kurtuluş’a ya da Şişli’ye giden tek vagonlu kırmızı tramvaylardan başka, taksiler de, çok seyrek geçiyorlardı[r].” Nostaljik tramvayın peşine takılan maceracı sokak çocuklarını ve akıllı telefonlarıyla önünde anı fotoğrafları çektiren yerli ve yabancı turistler o dönemler Özlü’nün gözüne çarpamaz elbette. Onlarla karşılaşacak olan bizleriz. Tramvayın, yolcuyu gerçekten bir yerden bir yere taşıdığı zamanlardır bu zamanlar. Şişli’ye veya Kurtuluş’a gitmek için Tünel’den bir tramvaya binmenizin yeterli olduğu Pera çağı. Şimdiyse bu mesafeler belki saatler alır.

Fakat “Şimdiden Nisuaz Pastanesi’nde oturanlar vardı[r], aralarında güzel profesyoneller de.” Niko Kiriçis’in, kalburüstü edebiyatçıların uğrak yeri olan pastanesinde belli ki genç Özlü’nün gözü kalır. Şimdi çiğ yeşil renkte banka kampanyalarıyla kaplı devasa pencereleri, o dönemler genç edebiyatçıların ideallerini şekillendiren buluşmalara sahne olmaktadır belli ki. Her yazar adayı, Ayhan Işık Sokak’tan yana bir bakış atıyordu muhakkak. “Baylan’da oturanlarsa görülmüyorlardı. Salonu arkadaydı pastanenin.“ Luvr Apartmanı’nın ön cephesindeki pastanenin derinliklerinde, Özlü ve çevresi edebiyat kazanını kendilerinden bir önceki kuşak gibi kaynatmaktan hoşlanmakta, bir sonraki kuşağı ise kendilerine hayran bırakmaktadırlar. Baylan, şimdi İstanbul’un diğer yakasında kusursuz biçimde bu nostaljiyi sürdürse de, kendine hayran bırakacak bir tayfa oturmuyor taburelerinde ya da arkasındaki kış bahçesinde. Luvr’daki bu eski gündüz barının yerinde ise şimdi dev bir kıyafet zincirinin İstiklal şubesi arz-ı endam etmekte.

Hayatının rutinleşmesinden ötürü düşlerinden uzaklaştığı fikrine kapılan Özlü, hemen her günkü rotasını gözden geçirip çıkış noktası arıyor gibidir kendine. “Kaldırımı izleyerek Tünel Alanı’na… Oradan sola dönerek, Narmanlı Yurdu’nun önünden geçiyor, Galatasaray’a kadar pastanelerin, mağazaların, altlarında geçitleri barındıran hanların önlerinden geçerek, daracık girişinde sıra sıra düğmeci dükkanlarının yer aldığı Hacopulos Geçiti’nin taş döşeli avlusuna” giriyor. “Bir ruh dinginliği” veriyor bu avlu ona. Herkes için çok tanıdık, tıpkı yaşamını İstiklal ve çevresinde geçirenlerin ağzından şimdi bile dökülebilecek sözlerdeki şeytan, ayrıntıda saklı. Haco Pulo Geçidi, Özlü’ye verdiği ruh dinginliğini bugünün ziyaretçileriyle de paylaşıyor paylaşmasına ama çay ocağı taburelerinin mantarlar gibi göbeğine yığıldığı geçit, hareketli saatlerde girişi ve çıkışı imkânsızlaşan bir kuyuya dönüşmekte. Şimdilerde bu göbeğin etrafını çepeçevre saran dükkânlar düğmeciler değil, çağ ocağından bozma kahveler. Geçidin Beyoğlu girişi bu manzarayı sunar, Meşrutiyet çıkışı ise yeni yeni açılan tasarım dükkânları ve kitapçısıyla sakinleşmekte.

Sinema önlerini böcekler gibi dolduran “sıkıcı bir pazar günü kalabalığı”nın Demir Özlü’yü, metni yazdığı sıralarda özlemini çektiği Beyoğlu’ndan soyutladığı sezilir satırlardan. Şimdi tekrar düşünse, o kalabalık buluşma noktalarını ve gişe kuyruklarını tekrar görebilmek isterdi; “Atlas Sineması’nın önü”nde, Sine Pop’a dönüştürülmesine rağmen Demirören AVM’nin inşaatı sırasında hasar görüp kullanıma kapatılan, aynı zamanda eski Emek Sineması’nın da ortak meskeni “Ar Sineması’nın sokağı”, Bordeaux Apartmanı’nın mimarisinde bir AVM inşa edebilmek için eski yerindeki binanın yıkıldığı “Saray Sineması”… Beyoğlu’yla ilişkisini bir dargın bir barışık sürdürürken şimdilerde aslından katbekat uzaklaşmış ve girişindeki heykellerden ibaret kalmış, eskiden “duvarlarında aynaların asılı olduğu Alkazar, hepsi…”

Mısra Gökyıldız – edebiyathaber.net (6 Nisan 2015)

Yorum yapın