Kırk kadar kitabı yayımlanan yazar dostum yeni kitabını imzalayıp verirken, yakınıyordu da:
“Şu kitabın kapağına bakar mısın, içeriğiyle hiçbir ilgisi yok. İnsan hiç değilse yazılan arka kapak yazısını okur da ona göre bir kapak tasarımı yapar…”
Dostum, bu yakınmayı tam da adamına yapıyordu!
Buluşmamızın yemek sohbetinde bu konuyu enine boyuna konuşup durmuştuk. Kitabını evirip çevirip, arada bir de arka kapağına göz atmaktan kendimi alamıyordum. Ama dayanamayıp, yakınlığımıza sığınarak şunları söylemekten de alamamıştım kendimi:
Arka kapak yazısını da beğenmedim doğrusu, kitabın da adıyla pek bağlantısı yok, üstelik bu isim kitap içeriğini de pek yansıtmıyor… “Acı Hayatlar” biraz Halit Ziya vari olmuş.
Düşünüyorum da, masanın iki yanında da durmuş biri olarak, kitap tasarımı/ön kapak/arka kapak tasarımı/arka kapak yazıları konularında ne çok kafa yormuşumdur… Hele hele çalıştığım editörlere, tasarımcılara ne çok sözüm olmuştur…
Kitabın yapım sürecine katılan tasarımcının editörle nasıl işbirliği içinde olması gerektiğini, arka kapak yazılarından neden editörün sorumlu olduğunu kezlerce anlatmışımdır.
Bir yayınevi için hayati şeylerdir bunlar.
Günümüz basım/tasarım teknolojisi konuyu daha farklı boyutlara taşımıştır kuşkusuz. Gene de tasarımcı ile editörün işlevi pek değişmemiştir. Teknoloji yenilik, yeni düşünceler zaman kavramının kullanımına dair ufuk açıcı kolaylıklar getirmiştir.
Çizgisi ve yaratıcılığı olan iyi tasarımcı, birikimi/deneyimi olan iyi editör kitabın içi ve dışından her dem sorumludur.
Gene de, ben, kitapta özgün tasarım düşüncesine hep inanmışımdır.
Bir yayınevinin kimliği tasarımdan geçer.
Hatırlarım, Dünya Kitapları’nın kuruluş sürecinde içerik/yayın politikası kadar tasarım düşüncesiyle de uğraşıp durmuşuzdur. Dahası, küçük küçük kâğıtlara, gece gündüz demeden, her türlü düşünceyi çizgilerle aktarıp tasarımcımızla enine boyuna konuşarak bize getirip sunduğu taslak çalışmaları yayın kurulumuzda günlerce konuşup tartışarak bir yere varmaya çalışmışızdır. Özellikle de, kitabın künyesine “görsel yönetmen” adını yazdırma nedenim de, kitabın yapım sürecinde tasarımcının önemini vurgulamak içindir.
Dünya Kitapları deneyimim, aslında bir yayıncı için, her açıdan, deneysel denilebilecek bir birikimi ortaya çıkarmıştı. Matbaası, ve birçok yayını, dağıtım ağı ve kitabevleri olan bir yayın kuruluşunda yayıncılık yapmanın sağladığı avantajlar/dezavantajlarla birçok yayın dizisi oluşturup üç yüzün üzerinde kitap yayımlamıştık.
Şimdi dönüp bu kitaplara göz attığımda; her birinin tasarımının özgünlüğünü pekala savunabilirim. Birçok açıdan irdelenmeye değer kitaplardır bunlar. Yeni bir yayıncı/editör/tasarımcı için öğretici, yönlendirici olabileceklerini öne sürebilirim.
Bunu hiç de kuzguna yavrusu şahin görünür gibi almamalı. Bu işi severek, bilerek, öğrenerek, merak ederek, keşfederek, günde yirmi dört saat düşünerek yaptığımı söyleyebilirim.
Baskı makinasının, mücellitin başında durmayan, bunları görmeyenin pek yayıncı olabileceğini düşünemem. Konuyu mürekkep kokusundan geçmek olarak da almam.
İyi bir yayıncı, kitabın tüm aşamalarına katılan, bilen, gören, izleyen; o serüveni yaşayandır. Nice sonra Mas Matbaası’nda Lokman Şahin’le yan yana geldiğimde, onun da bu alandaki başarısının/özgünlüğünün buradan geçtiğini gözlediğimi söyleyebilirim.
Bir kitap tasarımcısı olarak: Sait Maden
Kurumsal kimlik için bir imaj yaratmak kadar, yayın çizginiz, yayın konularınız, estetik anlayışınız tümden kitabın tasarımıyla kendini ele verir.
Sait Maden, bu anlamda bir okul gibiydi.
Evet, o öncelikle bir şair/çevirmen/tasarımcı/ressamdı… Ama, o, aynı zamanda bir kitap yapımcısıydı. Yalnızca kitap kapağı yapan grafiker/tasarımcı değildi. Ki, öyle anılmasını da pek doğru bulmam. Evet, sayısı on bini bulan kitap kapak tasarımı yapmıştı. Ama gene sayısı binleri bulan kitap/dergi/logo tasarımları da onun yaratıcılığının içindedir. Bugün birçok yayınevimizin logosu, kitap tasarımında onun imzası vardır.
Ondaki kitaba dönük tasarım düşüncesi bir hattat inceliğinde, bir ressam yaratıcılığında, bir yazar duyarlığındaydı.
Hatırlarım; Ahmed Karahisari’yi, Mehmed Siyahkalem’i, Mimar Sinan’ı onunla ne çok konuşmuşuzdur. Onun çalışma stilini de yakından izlemiş/konuşmuş/gözlemiş biri olarak; bu konuda her aşamada ondan çok şey öğrendiğimi söylemeliyim. 1975’ten ölüm ânına kadar süren dostluğumuzun son yıllarında ise kendi kurduğu yayınevi Çekirdek Yayınları’nın her şeyinin nasıl biçimlenip var olduğunu sık sık konuşurduk. Buradaki her kitabı bir kitap tasarım örneğidir. Kapak tasarımından iç tasarımına, kullandığı yazı fontlarından kitap boyutuna kadar her bir şeyin özenle geliştirilmesi örnek bir çabadır.
Burada Sait Maden bize şunu öğretmiştir: Kitap tasarımında özgünlük tasarımcının da bir düşüncesi olmasından kaynaklanır. Tasarım salt çizgi değildir, yaratıcı düşüncedir; matematiktir, estetik bakış/duyuştur, yeniliktir, geleneğin sürekliliğidir, kendini tekrar değildir. Hele hele taklitçilik hiç değildir.
O kâğıda dokunarak çalışmayı severdi. Onun matbaa, baskı, mücellit bilgisi birçok insanın yetişmesinde etkili olmuştur. Çünkü tüm bu aşamaların nasıl katedildiğini bilirdi . Onun yanında yetişen Osman Tülü’nün bir kitap tasarımcısı olarak ortaya çıkmasını gözledikçe, Sait Maden’den ne çok şey aldığına da sevinerek bakarım.
Tasarım yalnızca özgünlük değildir
Günümüz yayın dünyasında artık kitap tasarımının başlı başına bir iş/uğraş olduğu benimsenmiş durumdadır. İşini bilen bir yayıncı iyi başka bir yayıncının yaptığına bakarak kendine çekidüzen vermeyi de bir iş edinmiştir adeta. Kuşkusuz bunda iç ve dış kitap fuarlarının çok yararı olmuştur.
Kendi payıma, Bologna Kitap Fuarı’nı gezindikten sonra, çocuk yayıncılığının nasıl başlı başına apayrı bir iş olduğunu daha iyi kavramıştım. Orada gözüme kestirdiğim iyi birkaç yayınevinin yaptığı ayarda bir yayın üretemiyorsam, yapacağım şeyin pek bir anlamı olamayacağını bugün bile düşünürüm.
Günümüzde yayıncılığın, tıpkı tiyatrodaki gibi, iki kalas bir heves olamayacağını anlamış değerli yayıncılarımız elbette var. Gelin görün ki, kabzımallıkta daha başarılı olabileceklerin bu piyasada “yayıncı” diye geçinmeleri de ayrı bir vak’a olarak burada kayda geçmelidir.
Şu bir gerçek ki, kitap tasarımı olmadan günümüzde yapılabilecek bir yayıncılığın pek tutamayacağıdır. Bunları sıklıkla, “yasal korsan yayıncı” olarak nitelendirmem, kimseyi de incitmemeli. Çünkü kitaba dair hiçbir fikri olmayan nice insanın kitap basmaya yönelmesi, kitap kirlenmesinden başka bir şeye taşımıyor bu mecraya.
İyi para kötü parayı kovalar düşüncesi ne yazık ki henüz bu alanda yer edememiştir.
Gene kitap tasarım düşüncesine dönecek olursam, burada birkaç örnek vermek isterim:
Everest Yayınları’nın kuruluş dönemindeki kitaplarının tasarımı/arka kapak yazılarıyla bugün elimde tuttuğum Alman Sonbaharı/Stig Dagerman kitabının kapak/iç tasarımı, arka kapak yazısına göz atınca arada ne kadar çok fark olduğunu hemen gözlüyorsunuz.
Değişen nedir peki?
Yayınevi/sermaye sahipliği mi?
Hayır!
Yönetim anlayışı, yayın kadrosu.
Bir başka değişim örneği de Can Yayınları’nda yaşandı bu konuda. Giden beyaz kapaklar yerine; her biri ayrı grafik tasarım öğrencisine yaptırılmış deneysel tasarım çalışmalarını çağrıştıran kapakların öne çıkması eminim ki çok eleştiri de aldı. Ama Can’da bir şey değişti; daha özenli arka kapak yazıları yazılmaya başlandı. Bu sebeple, ön kapaktansa arka kapak tasarımının daha başarılı olduğunu da söylemeliyim.
Yapı Kredi Yayınları ise, Enis Batur döneminden sonra, nihayet cesaret edip, kapak ve tasarımlarda değişime gitti. Yorulan, tekrara düşen Nahide Dikel yerine, Mehmet Ulusel’e teslim ettiğini gözlüyoruz yeni tasarımlarını.
Kitap tasarımı bir bütün.
Boyutla başlıyor; logo, ön kapak/sırt/arka kapak yazı fontları; ön kapak/arka kapak tasarımı… Yerine göre ön kapak/arka kapak görselleri… Ve elbette ki arka kapak yazısı. Kitap/yazar adı yerleşimi, varsa çevirmen adı, logo ve kimlik bilgileri…
Bir kitabı dolaylayan bu özellikler, imlediğim gibi, yayınevini ele verir.
Okur/alıcı buradan kitabın kapağını aralayıp içine göz atar, almaya karar verir ya da vazgeçer.
Yapı Kredi’nin yeni tasarımlı kitabı “cogito” dizisinden Savaş Tertipleri’ne göz atıyorum. Çok yeni/özgün bir tasarım olduğunu söyleyemem. Özellikle de arka kapak tasarımı kötü. Yerleştirilen yazar fotoğrafının (ki çözünürlüğü de yetersiz) hemen sağında yazarın yaşamöyküsü bilgisi yer alıyor, oysa aynı bilgi, kapağı açar açmaz ilk sayfada tekrar karşımıza çıkıyor. Editörün izi/yönlendiriciliği neredeyse arka kapak yazısında hiç hissedilmiyor.
Bu bilgilerin hemen altında kitaba dair bir tanıtım paragrafı, en altta da kitaptan kısa bir alıntı. Arka kapak yazısı/tasarımı için olamayacak, göze gelemeyecek denli kırılgan yazı fontu tasarımı iyice cılızlaştırıyor. Sol köşeye iğretice yerleştirilen barkot bilgileri ise rasgele yapıştırılmış bir etiketi andırıyor.
Bence, değişimin ilk adımı için bu tam bir talihsizlik! Kitabın iç tasarımı dışa göre biraz daha özenli, ama orada da sayfa üst boşluğu ile alttaki boşluk arasında bir dengesizlik var.
Kitap tasarımı yalnızca tasarımcısına bağlı kalınarak yapılacak şey değildir.
Bizde, ne yazık ki, bazı yayınevleri tamamen tasarımcıya teslim olarak; kitabını onun oyuncağı/tasarım objesi kılıyor. Bir süre sonra görüyorsunuz ki öne çıkan sadece tasarımcının kimliği… Sanırım bunda Bülent Erkmen’in çok payı var. Ama bir Erkal Yavi, yalnızca iyi bir kapak illüstratörüdür. İlhan Bilge, iyi bir iç tasarımcı. Yenilerden Savtap Yakın, gene iyi bir iç tasarımcıdır.
Can Yayınları’nın yaptığı değişim ise tamamen tasarımcıya teslim olduğunu gösteriyor. Utku Lomlu, geçmişte benzer tavrı/düzeneği nasıl Everest Yayınları’na uyguladıysa, bunu Can’da sürdürmektedir. Kitabın içeriğine göre değil, kendi tasarım anlayışına öre kapaklar tasarlamaktadır. Zaman zaman da “ürün”ün kitap-nesne değil, başka bir “nesne-ürün” olduğunu düşünüyor sanki!
Reklam sektöründen gelen tasarımcıların kitap tasarımına da el atmaları “ne olsa yaparız” zihniyetinin bir ürünü.
Oysa kitap başlı başına bir düşünce ürünü nesnedir. Ama bir sabun, parfüm, çorap değildir. Tasarımcısını bekler, denk düşmezse de alay ya da eleştiri konusu olur.
Yaratıcılık okumayı da gerektirir. Bizde tasarımcıların çoğu kitabın adına bakıyor, içerik göz ardı ediliyor. Bu anlamda kullanılan görsel de kimi kez absürde dönüşebiliyor. Andığım Savaş Tertipleri’nde de biraz öyle olmuş; “savaş” adı hemence kapağın rengisi ve savaş makinelerini yapmak fikrini vermiş tasarımcısına. Oysa “insan” göz ardı edilmiş. Kitabın içeriğinin asıl öznesi insandır çünkü…
Uzmanlaşmak dediğimiz şey de fark yaratılarak kendini gösterir. Tekrar değildir, hele hele özensizlik hiç değildir.
Sanırım kitap tasarımı konusuna gene döneceğim.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (7 Nisan 2015)