Başını cama yaslamış, nefesinin oluşturduğu buharla silikleşen ormanda gezintiye çıkmıştı.
Hep böyle yapardı Kaan. Ayakları ile beyninin aynı güzergâhta dolaşması rastlanır şey değildi. Şimdi karşıdaki orman onu ODTÜ yıllarına götürmüş, yanaklarından süzülen yaşlar camda yol yol iz bırakmıştı. Yüzünü camdan kaldırdığında saatin akşamı göstermek üzere olduğunu fark etti, şaşırmadı. İnsanlar hayret etme yetisini kaybetmeden yaşama sevincini yitirmiş sayılmaz diye düşündü. En son neye hayret etmişti Kaan?
Telefonda babası…
-Oğlum ağbin projeyi tamamlamış, sen ne zaman başlarsın çizimlere?
-Pazartesi başlarım.
Her zamanki gibi iştahı yok. Ama yemek söylese iyi olacak. Artık zayıflık sadece estetik sorun olmaktan çıktı, sık sık hastalanır oldu, hatta -vitamin eksikliğinden olacak- unutkanlık başladı.
Çocukluğundan beri böyle. Hep zayıf, hep yalnız, hep kederli. Gözleri çukurlarına çivili. Dünyayla arasında bir duvar. Sesi duvarın arkasından silik. Uzak. Soğuk. Aynı zamanda itaatkâr.
Kaan 28 yaşında başarılı bir mühendis. Ailesi zengin. Bu kadar zayıf olmasa yakışıklı. Düzgün bir insan Kaan. Dürüst. Çalışkan. Hatta içine kapanışı engel olmasa yardımsever bile diyebilirdik Kaan’a!
-Pizza hut, nasıl yardımcı olabiliriz?
-iyi çalışmalar, vaz geçtim.
Tost ekmeğinin ambalajını açarken titreyen parmaklar peyniri kesmek için ucundan yakaladığı bıçağın darbesiyle kanamaya başlıyor. Kan, annesinin dokuttuğu halının üzerine damlıyor, ardından gözyaşları yanağından süzülüyor. Kaan peçeteyle sardığı parmağı avucunda, iki büklüm oturmakta.
Kanepede karşıladığı sabahı, geceden tezgâh üzerinde kalan malzemelerle yaptığı tost ve meyve suyu ile canlandıran Kaan, duşta geçirdiği bir saat sonunda bir güne daha hazır.
-Efendim genel müdürümüz sizi bekliyor.
Bant sarmayı unuttuğu parmağı, patronun kapısını tıklatırken kanıyor, kan pantolonundan süzülmekte. Kaan bundan habersiz babasının karşısında, başı önünde, girecekleri ihale hakkında bilgi aktarıyor.
Neva Selçuk (15 Nisan 2015)