Edebiyat Haber’in de medya destekçilerinden olduğu, Türkiye’de ifade özgürlüğünü geliştirmeye katkıda bulunmak amacıyla Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından İsveç Yayıncılar Birliği ortaklığında AB Sivil Toplum Diyaloğu başlığı altında başlatılan Yayınlama Özgürlüğü Yolunda Projesi kapsamında İzmir Kitap Fuarı’nda bir panel gerçekleştirildi. İlginin yoğun olduğu panelde konuşmacılar yayınlama özgürlüğü yolundaki engelleri ve çözüm yollarını konuştular.
Moderatörlüğünü gazeteci-editör Faruk Şüyün’ün yaptığı panelin konuşmacıları Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto, yazar Mine Söğüt ve yazar Hakan Günday’dı.
Panelin açılış konuşmasını yapan Faruk Şüyün projeye değinerek “Yayınlama özgürlüğü önündeki engellere karşı projenin amacı uzun vadeli mücadele alanını yaratmak. Bunun için uzun soluklu bir çaba gerekiyor. Bu paneller Türkiye’nin dört bir yanındaki kentlerde gerçekleşiyor” dedi.
“Yasakları fıtratımızda var sanıyorlar”
Yayınlama özgürlüğünün önündeki devlet kaynaklı engellere değinen yazar Mine Söğüt, “Sadece benim neslim değil benden sonraki nesil de yayınlama özgürlüğü önündeki engelleri konuşacak gibi gözüküyor. Bunu tartışarak geçirecekler hayatlarını çünkü yaşadığımız coğrafya, hâkimiyetlerini özgürlükleri kısıtlama üzerine kuran iktidarların elinde. Sınırı olduğu düşünüldükçe ve bir sınır çizildikçe bu hep tartışılacak. Sistemi tamamen sorgulamadığımız sürece, sistemin üzerinde kendimizi tarif ettiğimiz sürece, bu ister yayıncılık ister özel hayat olsun, sürekli duvarlara toslayacağız. İktidarların insafına kalan bir özgürlük anlayışımız olacak ya da insafsızlığı üzerinden bugünlerde olduğu gibi büyük kayıplarımız olacak. Sistem sorununu çözemediğimiz sürece bu şekilde devam edecektir. İnsanlık tarihinin ilk başından beri baktığımızda devletin devlet için var olduğunu görüyoruz. Sanırım bu yüzden özgürlük üzerine hiç bir şey tartışamıyoruz. Hele ki bizim gibi Ortadoğu ülkesinde yaşıyorsak, devletin yaratmış olduğu yasak kavramını fıtratımız zannediyoruz,” dedi.
12 Eylül 1980 darbesinin aydınlar üzerinde yarattığı tahrifata da değinen Söğüt şunları söyledi: “12 Eylül’den sonra aydınlarımız kendileriyle bir hesaplaşmaya girdiler ve bu hesaplaşmadan yenilerek çıktılar. Bir vazgeçişle birlikte yeni bir aydın etiği oluşturdular. 12 Eylül’ün bize verdiği en büyük zarar savunmasız ve dirençsiz bir aydın kesiminin oluşması. O yüzden biz bugün hala oturmuş, gittikçe yasalarla biçimlenen ve bizi şekillendirmeye çalışan bir iktidarın karşısında nasıl bir özgürlük alanı yaratabiliriz, yayınlama özgürlüğü, düşünme özgürlüğü ve hatta konuşma özgürlüğü nedir, neye bağlıdır, onu tartışıyoruz”.
“Karşı çıkmayı tekrar düşünmeliyiz”
Söğüt, “Muhaliflik duygusunun erdemini yeniden hatırlamamız gerekiyor. Karşı çıkmanın etiğini yeniden oluşturmamız ve buna bir değer vermemiz gerekiyor. Bunun için de, içimizde hesaplaşma yaşarken yasalarla şekillenen hayatlarımızın sınırlarını zorlamamız gerekiyor. Başka bir çıkış ya da yol göremiyorum. Nazım Hikmet’in bu konuyla ilgili çok güzel bir dizesi var: ‘Yolu yok Donkişot’um, yolu yok / Yel değirmenleri ile dövüşülecek,” dedi.
“Yeni demokrasi yetmedi, ileri demokrasi geldi”
Panelde hükümetin özgürlükler üzerine kurduğu baskıyı anlatan Turgay Olcayto, “Bugün yaşadığımız 12-13 yıllık bir dönem var. Başlangıçta yeni demokrasiye gidiyoruz dendi, bu yetmedi ‘ileri demokrasi’ dendi. Arkasından özellikle basına çok büyük baskılar geldi. Yalnız basınla kalmadı bu baskılar. Kahkahanın bile yasaklanamaya çalışıldığı, din temelli yaşam tarzlarının empoze edilmeye çalışıldığı bir dönem. El ele tutuşmak yasak, sinema yasak, tiyatro yasak, karikatür yasak, bale yasak, konuşmak yasak, hatta yakında aklımızdan bile geçirmek yasak olacak. Çağdaş demokrasilerde düşünce özgürlüğü çok önemlidir. Biz de bunun olmaması yaratıcılığı ortadan kaldırıyor” dedi.
“Sansürü kendimiz koymak zorunda kalıyoruz”
Otosansüre de değinen Olcayto şunları söyledi: “Yazar olduğunuz zaman bir şey yazarken kırk defa düşünüyorsunuz, kendinize bir otosansür koyuyorsunuz. Bu sansürden çok daha yaygın bir şey oldu, tamamen yerleşti artık Türkiye’de. Otosansür bugün gazetecinin sık sık kullandığı malzeme. Çünkü bir yandan patrondan korkuyor işten atar diye, öte yandan da her yazdığı haberde bu iktidara dokunur mu, iktidar beni şikâyet eder mi düşünüyor. 700 arkadaş, işlerine gelmediği için işinden oldu. Bu ortamda yayıncılığın özgür olduğunu söylemek zor, bunu en başından beri için söyleyebiliriz. Bu dönemde bile kitap toplatıyorlar. Böyle bir ortamda mücadele etmek önemli, Türkiye Yayıncılar Birliği’nin başlığı da anlamlı, hem umut hem de mücadele içeriyor. Mücadele ederek bu umudu gerçekleştirebiliriz”.
“Sadece hikayeler patronum oldu”
Yazar olmanın zorluklarını kendi yaşamı üzerinden anlatan Yazar Hakan Günday “Yazmaya başladıktan çok kısa bir süre sonra fark ettim ki bu konuda patronluk taslayabilecek yığınla mekanizma var. Bunları şöyle sayabiliriz: o dönem yürürlükte olan yasalar, o dönem yürürlükte olmayan yasalar ki buna ahlak, toplum kuralları diyebilirsiniz, tanınma, para ki dev gibi bir maddedir patronlar arasında. Hepsi sıraya girmiştir ki siz sadece hikâye anlatmak istiyorsunuzdur. Bunlardan kaçınmanın bir yolunu şöyle buldum: Kendime, anlattığım hikâyeyi patron edindim. En çok dayağı ondan yiyorsunuz ama doğru yoldan gitmenizi sağlıyor. Sadece onu memnun etmeye çalıştım”.
“Okurlar da suç ortağı olmalı”
Yazmanın yarattığı güce de değinen Günday şunları söyledi: “Yazmanın ne kadar güçlü bir şey olduğunu anlayınca tabii ki çok doğal karşıladım mevcut bütün güçlerin o iletişime girmeye çalışmasını. Çünkü o iletişime girmeniz lazım ki iletişimde verilen bilgi üzerinde oynayabilesiniz. Çünkü yazının çok ilginç bir iletişim biçimi var. Yayıncılığın özgürlüğü sadece yayıncılar açısından bakılacak bir iş değil. Okurun özellikle bunu talep etmesi lazım uyanık kalmak adına ve düşünmeye devam edebilmek adına. Bu ancak böyle bir suç ortaklığı ile sağlanır”.
edebiyathaber.net (20 Nisan 2015)