Roma’da bir kitapçıdan Marcello Mastroianni’nin bir fotoğrafını satın aldığımda, yanımdaki dostum şaşırarak sormuştu:
“Bir kadın değil de erkek, neden?”
“O, çocukluğumun sinemasındaki imgelerden biri…”
Nedense Sophia Loren’i hiç tutmadım. Brigitte Bardot’yu da. Ama Claudia Cardinale bir idol gibi dururdu karşımda, tıpkı Marcello Mastroianni gibi…
Çocukluk sinemalarımda yönetmen yok, oyuncular ve filmlerin konuları vardı.
Ne zaman ki Onat Kutlar’ı, Sinematek’i tanıdım; yirmili yaşlarımda yönetmen sineması da dünyamda yer etti.
Gerçi, sözünü ettiğim o çağlarda sinema düşkünü bir çocuk olarak gazetelerin sinema sayfalarının, “Ses”, “Pazar”, “Hayat” gibi dergilerin okuyucusuydum. A 4 kâğıtlara yaptığım film afişlerine “Rejisör”, Senaryo”, “Foto Direktörü” ifadelerini özenle yazdığımı da hatırlarım. Bir de film şirketi adı…
Lütfi Ö. Akad, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Nejat Saydam…
Gani Turanlı, Orhan Kapkı, Kaya Ererez…
Erman Film, Erler Film, Acar Film…
Bülent Oran, Erdoğan Tünaş, Safa Önal…adları…
Ve elbette ki oyuncular; ille de başroldekiler…
Orhan Günşiray, Ayhan Işık, Eşref Kolçak, Ekrem Bora, Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın, Ediz Hun…Belgin Doruk, Türkân Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Filiz Akın…Ama benim gözdem Sevda Ferdağ, Sevinç Pekin, Birsen Menekşeli’ydi…
Erzurum’da, 1960’lı yıllarda dört sinema vardı: Doğu, Güneş, Arı ve Gürpınar sinemaları. 1950’lerdeki Saray sineması yanmıştı. Ama orada izlediğim birkaç filmi, milli piyango çekilişini hatırlıyorum.
Bu dört sinema farklı filmlerle izleyici kitlesine seslenirdi.
Ama Doğu Sineması bambaşkaydı, sürekli yabancı filmler gösterirdi. “Zorba”, “Geceyarısı Kovboyu”, “İrlandalı Kız”, “Love Story”, “Dün Bugün Yarın”, “Kasabanın Sırrı”, “Ben Hur”, “Doktor Jivago” gibi filmler belleğimde iz bırakanlardı.
Marcello Mastroianni ve Sophie Loren’li filmleri sıklıkla izlediğimizi hatırlıyorum. Alain Delon, Jean Paul Belmondo, Catherine Deneuve…ilk sıralarda yer alanlardandı.
Özellikle İtalyan, Fransız ve Amerikan filmleri…Ama o yıllarda Fellini filmini izlediğimi hatırlamıyorum.
Fellini, benim için “Amarcord”la var; öncesini de bundan sonra izlemişimdir. Ona dair okumaya başladığımda ise “Kadınlar Kenti”, “Ve Gemi Gidiyor”; öncesinde ise “Roma”, “Tatlı Hayat”…Ve sonraları da elbette “Boccaccio’70”, “Sekiz Buçuk”.
Fellini sineması öncelikle bunlarla var oldu benim için.
Gelin görün ki: “Fellini Fellini’yi Anlatıyor”u (Giovanni Grazzini, 1989 Afa Yay., Çev.: Cüneyt Akalın) okuduktan sonra; “Ben, Fellini”nin çevirmeni İlknur İgan’ı bulmuş, daha kitabın okumasını yarılamışken; bunu yeniden yayımlamak istemiştim. Kitabın Almacası da (“Ich, Fellini/Charlotte Chandler; 1996, Rowohlt) elimin altındaydı.
Üstelik, Chris Wiegand’ın “Federico Fellini/ The Complete Films” albümü de (Taschen) onun büyülü dünyasına çekeleyip durmuştu beni.
Eğer ilkgençlik yıllarımda Fellini sinemasını ve onu keşfetseydim, sinema yolunu seçip senaryolar yazıp filmler çekmeye kendimi verebilirdim.
Koşullar ve karşılaşmalardır biraz da insanın yaşam yolunu belirleyen. Ama ben de, Fellini gibi, Jung’un o teorisine inanırım: İlkörnek.
Çocukluğumda yaptıklarım, uğraş edindiklerim (resim yapmak örneğin); özellikle okumak, filmler izlemek, sinemaya ilgi…Artık filmleri bir araya getirip oyun arkadaşlarıma gösteri düzenlemem, afişler yapmam. Halkevi’nde tiyatroya soyunmam, vb.
Tüm bunlar o çocuğun bir yere gideceğinin işaretleridir.
Fellini de gelip Rossellini’yi bulduğunda, ondan etkilenir, çok şey öğrenir. Ve sinemaya adım atar. Buna benzer bir öyküyü çocukluğu ve ilkgençliği Söke ve İzmir’de geçen Feyzi Tuna’dan dinlemiştim. Sinema tutkusu onu İstanbul’a sürüklemiş, gidip Halit Refiğ’i bulmuştu…
Hep derim, bir ustası olmalı insanın.
Federico Fellini hâlâ sinemada birçok kişinin ustası.
İlk filmini çektiğinde Rosellini’nin düşüncelerini merak eder, kurgusuz haliyle ona izletir. Ondan çok şey öğrendiğini söyler. O da, kendisine; “eğer bir gün ünlü bir sinemacı olursan sen de yetenekli bir gencin elinden tut, ona yol göster” diye öğütler.
Nice sonra “Ben, Fellini”yi okumaya yönelirken; bu kez, hem Fellini filmlerini hem de onun el aldığı yönetmenlerin/etkilendiklerinin/kuşakdaşlarının filmlerini ardı ardına izlemeye başladım…
Evet, sinema hayattır; düştür, gerçekle düşün buluştuğu benzersiz bir dünyadır. Bütün sanat dallarının kesiştiği/ buluştuğu büyülü bir dünyadır hem de…
Bugün bizde bir “okul”a dönüşen sinema günlerinin anlattığı da biraz bu olsa gerek.
edebiyathaber.net (21 Nisan 2015)