Bir yazar için yazmak korkunç bir azap olabilir mi?
2005’te Dünya Germanistler Kongresi sırasında Paris’te tanışma ve söyleşme fırsatı bulduğum ünlü yazar Günter Grass yaşamını yitirdi. Yazınsal yapıtlarıyla, entelektüel ve siyasal kişiliğiyle Almanya’nın savaş sonrası tarihinde seçkin bir yer edinen Günter Grass, yazmayı şöyle tanımlamıştır: “Yazmak korkunç bir azaptır. Kadın çelenkler önünde gerçekleşen yazar okumalarıysa daha da kötüdür”[1] Edebiyatseverler, yazdıklarıyla başta Nobel olmak üzere çeşitli ödüllere layık görülen Grass’ın bu sözlerini yadsıyabilir. Peki, yazmayı korkunç bir işkence olarak algılayan bir yazar, nasıl olur da Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen romanlar yazabilir? Bu sorunun yanıtının ipuçları, yazarın yine yazmaya ilişkin 2007’de ‘dpa’ ile yaptığı bir söyleşide dile getirdiği şu sözlerinde aranabilir: Yazmak, “tümüyle yitip gitmiş şeyleri yazınsal araçlarla yeniden oluşturabilmenin araçlarını sunar.” Edebiyat, yazarın yerinde belirlemesiyle, yitip gideni, başka olanı, imgelem gücünün ürünlerini, yazınsal araçlarla, diyesi, retorik figürlerle dilsel malzemeyi estetikleştirmek suretiyle üretilir.
Her yazar gibi, Grass da edebiyat eleştirisinden, daha doğrusu yazınsal eleştirinin niteliğinden pek hoşnut olmamıştır. Bu tavrını, kendisi gibi, Polonya doğumlu olan Almanya’nın tanınmış edebiyat eleştirmeni Marcel Reich Ranicki hakkındaki şu sözlerinde açığa vurur: “Gerçekte iki Polonyalı papamız var. Biri Roma’da, o cinsel edim konularında kendini yanılmaz saymaktadır. Oysa benim bu konuda kuşkularım var. Öbürü Frankfurt’tadır ve edebiyata ilişkin yargılarında kendini yanılmaz saymaktadır. Benim bu konuda da kuşkularım var.” (1995) Grass, “sanata ilişkin yargı” anlatımıyla, Kant’a gönderme yapmış olmalıdır. Kant “Yargı Gücünün Eleştirisi” adlı ünlü yapıtında sanatta bir yargıç gibi yargıda bulunulamayacağını, sanat yapıtları üzerinde yargıçlık yapılamayacağını felsefileştirmiştir.
Asıl adı Günter Wilhelm Grass olan ve edebiyatın dışında heykel, resim ve tasarım gibi sanat alanlarında da ürün veren bu çok-yönlü yazar, 1927’de Polonya’nın Danzig kentinde doğmuştur. 1957’de Alman edebiyat tarihinde 47’liler diye adlandırılan topluluğa katılmıştır. 1959’da yayımladığı ‘Teneke Trampet’ romanıyla dünya çapında ünlenmiştir. Daha sonra sırasıyla “Kedi ve Fare” (1961), “Köpek Yılları” (1963) yapıtlarını yayımlamıştır. Bu üç roman, yazarın doğum yeri olan kentten ötürü “Danzig üçlemesi” olarak nitelendirilir. Heykel ve resim sanatında da ürün veren Grass, “Der Butt- Pisibalığı”, “Dişi Fare” ve “Unkenrufe- Şom ağızlıların Çığlığı” romanlarıyla en önde gelen yazar olma özelliğini pekiştirmiştir. Birçokları için Grass, Almanya’nın “geçmişi ve şimdisidir”; çünkü geçmişin olumlu olumsuz yönlerinden bazılarını kişiliğinde temsil etmiş ve geçmişle eleştirel yüzleşmeyi başararak şimdileşmiştir. Grass için Almanya, kendi sözleriyle, “insanları kabuk tutmuş yaraları yalamaktan yorulmayan” ülkedir.
SS-Geçmişimi kara bir leke gibi duyumsadım
Doğduğu kent olan Danzig’in yitirilmesi ve Hitler faşizmiyle irdeleşme, sanatsal-yazınsal yaratımını politik tutumuyla bütünleştiren yazar için başlıca devindirici olmuştur. Grass Kasım 1944 henüz on yedi yaşındayken, Hitler döneminde “Waffen- SS” diye adlandırılan Nasyonal sosyalist partinin silahlı birliğinde on yedi yaşındayken görev almıştır. Bu görevi sırasında yaralanmış ve 1945 Nisan’ında Amerikalılarca tutsak alınmıştır. Yazarın tutsaklığı yaklaşık bir yıl sürmüştür. 2006’da Nasyonal sosyalist partinin silahlı birliğine üye olduğunu “Soğan Soyarken” adlı otobiyografik yapıtında duyumsatması ve bir gazetede (FAZ) ile yaptığı söyleşide dışa-vurması, Grass’ın inanırlığını olumsuz etkilemiştir. Grass aynı yıl içinde özgeçmişinin bir öğesi olan SS-üyeliğini şu sözlerle değerlendirmiştir: “Bunu hep beni ezen ve sözünü edemeyeceğim bir kara leke olarak duyumsadım.” Yazarın, Hitler’in partisinin silahlı birliği olan SS-üyeliğini uzun süre gizlemiş olması, suçluluk, en azından suç ortaklığı bilinciyle açıklanabilir.
Benim bu yazıyı yazdığım günlerde (22- 22 Nisan) aynı faşist örgütün 93 yaşındaki bir üyesi Almanya’da yargılanmaya başlamıştır. Bu yaşlı kişi, “ahlaken kendimi suçlu sayıyorum” sözleriyle, geçmişiyle eleştirel yüzleşme gereksinmesi duymuştur.
Grass’ın politik kişiliği veya sanatta yanlılık sorunu
SPD’nin söylencesel Genel Başkanı Willy Brandt’ın yakın dostu olan yazar, 1982’de SPD’ye üye olmuştur. Grass’ın politik entelektüel etkinliği, Berlin Duvarı’nın inşasından ötürü 13. 08. 1961’de Anna Seghers’e yazdığı mektuptla başlayıp, 1972 seçimlerinde olduğu gibi çeşitli seçim çalışmalarında konuşmalarını yazdığı Willy Brandt’ı açıkça desteklemesine değin uzanır. Yazar, seçim kampanyalarında edindiği izlenimleri “Bir Sümüklü Böceğin Günlüğü”nde kalıcılaştırır. Yazarın, Brandt Hükümetleri sırasında bir dış görev istediği, ancak bunu elde edemediği söylenir. Grass, Brandt’ın Aralık 1970’de Varşova’da Yahudi soykırımı nedeniyle “diz çökerek” özür dilemesini, yumuşama politikasının belirtisi olarak çeşitli yazılarında konulaştırmıştır. Kendisini “yaşama sevinci olan bir kötümser” olarak niteleyen Grass, neredeyse yaşamı boyunca Alman Sosyal Demokrat Partisi’ni desteklemiştir.
Desteklediği adaylar arasında Willy Brandt’ın dışında, Gerhard Schöreder de vardır. Günter Grass’ın ölümü üzerine, Alman Sosyal Demokrat Partisi eski genel başkanlarından ve Federal Almanya Cumhuriyeti eski başbakanlarından olan Gerhard Schröder, bu çok-yönlü yazar ile ilgili anılarını kamuoyuyla paylaşmıştır.[2] Schröder’in anlatımıyla, Almanya’ya “ayna tutan” Grass 1985’te Willy Brandt ve diğer birçok sanatçıyla birlikte, Schröder’i destekler. Grass’ın Schröder’e ilişkin şu eleştirel sözleri Schröder’in aklından hiç çıkmamıştır: “Aday daha çok şey öğrenmek zorundadır.” Grass, Schröder’e göre, “keskin bir gözlemcidir” ve “kılı kırık yaran çözümlemeler” yapar. Grass ile irdeleleşme bir meydan okumayı kabul etmedir.
2002- 2003 Irak Savaşı sırasında bu ikili görüş ayrılığına düşer. Schröder başkanlığındaki Alman Hükümeti, birçok mantıki nedenle “askeri müdahaleye” karşı çıkar. Schröder ‘Amerika ile dostluğu tehlikeye sokmak’ ile eleştirilir ve birçok sanatçı kendisine sırt çevirir. “Politik bilinci” gelişkin olan ve “Alman tarihinin kopuk yerlerini” açığa çıkaran Grass savaş suçunu paylaşmama konusunda Schröder’i cesaretlendirir. Schröder’in anlatımıyla, Grass “uyarıcı bir örnek” işlevi gören Hitler faşizmi dönemindeki konumunu açığa vurmaktan ve sorumluluk üstlenmekten kaçınmamıştır.
Bir siyasal partinin üyesi olmasına ve adaylarını desteklemek için kampanyalar yürütmesine karşın, Grass’ın Nobel Ödülünü kabulü sırasında güçlü ve erklilerin, yazarlardan ve kitaplardan korktuklarını söylemesi, onun bu tavrının yansımasıdır.
Bir yazarın bir siyasal partinin yandaşı hatta üyesi olup olmaması gerektiği edebiyatta hep tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmada parti üyeliği ve politik konularda yanlılık, birbirinden özenle ayrılmıştır. Sanat veya edebiyatta yanlılık sorunsalını özellikle “Marx-Benjamin-Adorno. Sanat ve Edebiyat” ve “Brecht-Lukacs-Bloch. Sanat ve Edebiyat” kitaplarımda bütün yönleriyle irdelemeye çalıştım. Toplumsal ve insansal konularda sömürülen, ezilen ve baskılananlardan yana tavır alan ve bu yanlı tavrı yazınsallaştıran dünyaca ünlü yazar-şair çoktur. Türkiye’de Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Oya Baydar, Ahmet Ümit, Ece Temelkuran ve daha adlarını anamadığım nice yazar-şair, güçsüzden yana tavır alan ve bu anlamda yanlılıklarını estetikleştiren yazarların başında gelir.
“Teneke Trampet” romanında tasarımladığı roman kahramanı çocuk gibi, adeta davuluyla toplumları sarsmak isteyen Grass 1992’de Berlin’de bir okuma sırasında kendi politik kişiliğini şöyle tanımlamıştır: “Demokratik eski solcular, benim gibi fosiller, ağızlarını açmaya devam etmektedir.” Yazara göre, demokrasi “kalıcı bir mülk değildir; şu sıraları onu demonte etmekle uğraşıyoruz” (2007). Yazar, Nobel Edebiyat Ödül Kurulu önünde yaptığı konuşmada özellikle demokrasinin önkoşulu olan çoğulculuğa vurgu yapmıştır. Yazarın bu kapsamdaki deyişiyle, tek bir hakikat yoktur; hakikat “sadece çoğullukta” var olabilir.
Görüleceği üzere, demokrasi sürekli yeniden tanımlanması, yeniden üretilmesi, özenle korunması ve böylece süreklileştirilmesi gereken bir süreçtir. Grass da sürüp giden bir gelişim içinde olan demokrasi, insancılık ve tolerans gibi evrensel insanlık değerlerinden yana tavır almış, bir başka deyişle, yanlı davranmıştır. 1974’te kilisesinin “kürtaja” karşı tutumundan ötürü, kiliseden çıkması, öncelikle tolerans ve insancılık ülkülerini önemsemesinin bir türevi olarak görülebilir.
Belirgin yazınsal özellikleri
Yapıtlarında geçmişle yüzleşme bağlamında ‘unutmaya karşı yazma’ ve Nasyonal-sosyalizm ve onun Federal Almanya açısından türevlerini yazınsallaştıran Grass, “Dişi Fare” romanında yaptığı gibi, “suç, sorumluluk, bireysel anımsama ve kolektif bellek” kavramlarını sorgulamıştır. Yazarın bu estetik-yazınsal tavrı, Nobel Edebiyat Komitesi’nin “sevecen, karamsar öykülerde tarihin unutulan yüzünü sergilemiştir” belirlemesinde somutlaşmıştır.
Grass, öz-yaşam öyküsünün izlerini taşıyan yapıtlarında özgürlük, çoğulcu demokrasi ve tolerans kavramlarını vurucu bir anlatımla ve düşünsel tutarlılıkla biçemselleştirmeyi bilmiştir. Başta “Teneke Trampet”teki Oskar Matrerath figürü olmak üzere, Grass’ın yarattığı kurgusal-yazınsal kahramanlar unutulmaz niteliktedir.
Yazar, 1992’de yayımlanan “Şom-ağızlıların Çığlıkları”nda Alman toplumunun kendisi ve komşularıyla uzlaşmasını, son romanı “Geniş Bir Alan”da (1995) 1848 Devrimi’nin yansımaları ve Berlin Duvarı’nın inşası ile iki Almanya’nın birleşmesi arasındaki olayları öyküler. Yazınsal yaşamı bir yarışma için yazdığı bir şiirle başlayan Grass’ın iyi bir şair olduğu pek söylenemez. Ezilen, baskılanan ve dışlanan toplumsal kesimlerle sürekli dayanışma içinde olan ve atom santrallerine karşı protesto eylemlerine katılan yazar, 1999’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür.
Grass, İsrail’i nasıl eleştirebilir?
Günter Grass’ın eleştirelliği ve açık-sözlüğü, her olay ve her toplum için geçerlidir. Örneğin, 10 Nisan 2012 günü bir Alman gazetesinde yayımlanan (Suddeutsche Zeitung) “Söylenmesi Gereken…” adlı şiirinde yer alan “kendi egemenlik alanında atom bombası ürettiği varsayılan İran halkının kökünü kazıyacak ilk darbeyi vurma hakkını kendinde gören” İsrail’i eleştirir. İsrail, yazarın kanısınca, “artan bir nükleer güce sahiptir” ve “hiçbir denetime bağlı olmadığı için” bu gücü geliştirmektedir. ‘Söylenmesi Gereken…’ hakikat işte budur. Yazar, bu hakikati dile getirmemeyi, “taşınmaz bir yüke dönüşen bir yalan” olarak algılar ve “Yahudi karşıtlığı” suçlamasını göze alır. Ayrıca, yazarın “silinmez bir leke” taşıyan “kökeni”, diyesi, Alman olması, bu hakikati dile getirmeyi yasaklamaktadır. Buna karşın, yazara göre, “atom gücü” olan İsrail’in “dünya barışını tehdit ettiği, yarın çok geç olmadan” söylenmek zorundadır. Görüleceği üzere, özgür ve özerk bir kişilik olmaya hep özen göstermiş olan Grass için eleştirilememesi gereken olgu ve olay yoktur. Özgürleşmek ve özerkleşmek isteyen insan, bilinci hiçbir şeye bağımlılaştırmamalıdır.
[1] Tırnak içinde verdiğim alıntılar ve göndermeler, (13 Nisan 2015, Süddeutsche Zeitung) adlı gazeteye aittir.
[2] http://www.bild.de/politik/inland/guenter-grass/schroeder-nachruf-grass-hat-unserem-land-den-spiegel-vorgehalten-40531740.bild.html