25 Nisan Cumartesi günü Kadıköy Şehremaneti Kütüphanesi’nde gerçekleştirilen Sabahattin Ali Anma Etkinliği’ne katılanlar, tamamı birbirinden değerli konuşmacılar sayesinde akademik boyutta incelemelere dayanan, sosyolojik, tarihî ve edebî özelliklerle iç içe, bir o kadar da renkli bir sohbete tanık oldular.
Moderatör Sevengül Sönmez, Sabahattin Ali’nin dünya edebiyatında yer edinmiş bir yazar olduğunu hatırlatarak onun uzun yıllar boyu yok sayıldıktan sonra tekrar ön plana çıkmasının edebiyat sosyolojisi açısından kayda değer bir durum olduğunun altını çizdi. Fransa ve A.B.D’de hakkında doktora tezleri yazılmaya başlanan, akademik platformlarda adı geçen bir kişilik olan Sabahattin Ali’nin düşünceleri, bakış açısı ve diliyle tüm zamanların yazarı olduğu gerçeğini dile getirdi. “Yazarın çok okunmasının ardında faili meçhul bir cinayete kurban gitmesine karşılık gerçekleşen bir özür olduğunu düşünüyorum.” şeklinde bir gerçeği de dillendiren Sevengül Sönmez, Sabahattin Ali’nin ölümünü Türkiye’de karanlığın başlangıcı olarak değerlendirdi. Program, moderatör Sevengül Sönmez’in yeri geldikçe verdiği bilgiler ve paylaştığı anektodlarla renk kazandı.
Ünlü yazarın bu derece okunmasında emeği geçenlerin konuşmacı olarak katıldığı programda ilk konuşmacı, zor dönemlerde bile Sabahattin Ali hikâyelerini konuşanlardan biri olarak bilinen değerli edebiyatçı ve yazar Selim İleri’ydi.
Sabahattin Ali’nin bunca okunmasında büyük katkısı olan ve dolayısıyla konuya son derece hâkim olan Selim İleri, onun kitaplarından yoksun yaşayan bir nesil olduklarını belirterek; “Yazarın ‘öldürüm’ tarihini yazmaktan ürken bir dönemin insanlarıyız.” cümlesiyle ne yazık ki acı bir gerçeği daha dile getiriyordu. Sait Faik Abasıyanık ve Sabahattin Ali’nin hem toplumsal hem de bireysel yazarlar olduklarının altını çizerek dönemlerinde her ikisinin de hayranlarının farklı olduğunu söyleyen Selim İleri “Ben, Sabahattin Ali’nin hikâye ve romanlarını okuyup ezberlemiştim.” cümlesiyle yazara olan hayranlığını itiraf ediyordu. “Yaşamım Boyunca Unutamadığım Sabahattin Ali” adlı konuşmasında yazarlık yaşamının ikinci yazısının Mehmed Fuat tarafından “Yeni Dergi”de yayınlanan “Sabahattin Ali Hikâyeleri” (1967) olduğunu ve bu yazının kendisine uğur getirdiğine inandığını söyleyen Selim İleri, “Sırça Köşk” adlı öykü-masalın yazarın yaşamının sonuna giden yolu açan metin olduğunu dile getirdi.
“İçimizdeki Şeytan”ın Türkiye’nin karanlık dönemini yansıtması ve kahramanlarının yaşayan kişilerden esinlenerek oluşturulması, yazarın eserde soğukkanlı, nesnel bir yaklaşım sergilemesi gibi unsurların üzerinde durdu. Ünlü yazarın “Sabahattin Ali bu romanda Dostoyevski’nin ‘Ecinniler’i kadar önemli meseleler üzerinde durmuştur.” tespiti kayda değerdi.
Selim İleri, yazarın “Kürk Mantolu Madonna” dışındaki eserlerinin de çok satanlar listesinde bulunması gerektiğini söyleyerek şiirlerinin, Marko Paşa’daki yazılarının ve özellikle sadece “Hep Genç Kalacağım”daki mektuplarının bile onu kanıtlamaya yetecek kadar değerli olduklarını belirtti.
Sabahattin Ali’nin “Köstence Güzellik Kraliçesi” adlı öyküsünün izdüşümlerinin “Kürk Mantolu Madonna”da görüldüğü tespiti yine farklıydı. Aynı şekilde “Sabahattin Ali’nin kimliğini sanki ikiye bölünmüş şekilde hem Raif’te hem de Maria Puder’de görüyorum.” şeklinde değişik bir görüşü de ileri sürüyordu Selim İleri… “Sabahattin Ali’nin görkemli bir edebiyatı var. Eserleri bu toplumun çığlıkları olarak okunmalı.” diyerek konuşmasının sonunda yazarın ünlü “Melankoli” şiirini okuyan İleri, “Bu şiiri yazabildiği için ve çağdaş edebiyatın günümüze ait sorunlarını yazabilen yazarı olduğu için bir okuru olarak ona şükran duyuyorum.” sözleriyle büyük alkış aldı.
Günün ikinci konuşmacısı Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali mütevazılıği ve yer yer esprileriyle renk kattığı anılarıyla bir yaşanmışlığı âdeta canlandırdı ve yazarın belki de hiç bilinmeyen kimi yönlerine ışık tuttu. 1948’de sadece “Sırça Köşk” toplatılmışken tüm yayıncılık dünyasının uzak durduğu Sabahattin Ali eserlerinin, 1965 yılında ilk defa Varlık Yayınları tarafından yayınlandığını söyleyen Filiz Ali; “Çünkü annem, babamın yakın dostu olan Yaşar Nabi Nayır’a bir mektup yazarak bu konu hakkında serzenişte bulunmuştu.” sözleriyle döneme ait gerçekleri dile getiriyordu.
“Sabahattin Ali ve Müzik” konulu konuşmasında müzisyen olmasında babasının müziğe duyduğu ilginin yerinin büyük olduğunu söyleyerek çocukluk anılarını paylaşan ve müziğin Sabahattin Ali kitaplarında büyük yer tuttuğunu hatırlatan Filiz Ali, yazarın eserlerinden okuduğu bölümlerle bu konuya ışık tuttu.
Babasının Sinop Cezaevi’ndeyken Ayşe Sıtkı’yla karşılıklı yazıştığı mektupların her birinin birer sanat eseri olduğunu belirterek “Bu mektuplardan birinde ise edebiyat tarihçileri de dahil hepimiz “Kürk Mantolu Madonna’daki Maria Puder’in gerçek olduğunu öğrendik.” sözleriyle babasının Ayşe Sıtkı’ya, Almanya’da bir “fraulein”a âşık olduğunu itiraf ettiğini söyleyerek bizleri bir gerçekle daha karşı karşıya bırakıyordu.
Bu arada dinleyiciler, ilgilerini çeken önemli bir başka noktayı daha öğreniyorlar: Sabahattin Ali “Kürk Mantolu Madonna”nın adını ilk önce kahramanı Raif Efendi’yi göz önüne alarak “Lüzumsuz Adam’’ koymayı düşünür fakat dilinde pelteklik olduğu için adını telaffuzda güçlük çekeceğini düşünerek vazgeçer. Eserine koyduğu isim olan “Kürk Mantolu Madonna” tabloların, Meryem heykellerinin adıdır, aslında çok da orjinal bir isim değildir. Sabahattin Ali bu isimde yaptığı seçim değişikliğini Yaşar Nabi Nayır’a anlatmıştır. Daha sonra Sait Faik bir eserine isim koymakta zorlanınca Yaşar Nabi, Sabahattin Ali’nin de izniyle “Lüzumsuz Adam’’ adını Sait Faik’in bu eserine verir. Bu anektottan da tahmin edileceği üzere “Kürk Mantolu Madonna’’nın kaderi adıyla birlikte değişir.
Söz, yazar Behçet Çelik’e geçtiğinde konuklar, “Sabahattin Ali Öykülerinde Anlatıcı’’ başlıklı konuşmasında Sabahattin Ali’yi bu kez bir öykücünün gözlemleriyle dinlemeye başladı. Behçet Çelik, ünlü yazarın eserlerindeki köy gerçeğini şehir insanı ile köy insanının karşılaşmaları üzerinden dile getirmesindeki farkın üzerinde durdu. Ayrıca yazarın okuru sarsmasının ve farklı insanların da yaşamlarının farkına varılmasını sağlayan bir yönü olduğu konusundaki gözlemini paylaştı.
Asuman Kafaoğlu Büke ise yazarın “Kuyucaklı Yusuf’’ romanındaki “Yusuf’’ karakteri hakkındaki yorumlarıyla etkinliğe renk kattı. Kuyucaklı Yusuf’un evcilleştirilmemiş doğasının eserdeki öneminin altını çizerek onun yabani doğası ve toplumsal kurallara aykırılığı yönlerinden edebiyat tarihindeki pek çok kahraman ile benzerlik gösterdiğini belirtti. “Devletin vatandaşı sömürmesi, yoksulun sorunları, bu eseri öne çıkartan unsurlardandır.” diyerek eseri “klasik bir Anadolu romanı’’ olarak nitelendirdi. ‘’Anadolu’da Romantik Bir Kahraman’’başlıklı bu konuşmasında kırsal manzara betimlemelerinin de romanı romantizme yakın tuttuğunu hatırlatan Büke, Sabahattin Ali’de doğa sevgisinin en iyi görüldüğü romanının “Kuyucaklı Yusuf’’ olduğunu dile getirdi.
Bu arada moderatör Sevengül Sönmez, şu anda “100 Temel Eser’’ içinde yer alan bu romanın yayınlandığı dönemde toplatılmasının gerekçesinin aile içi ilişkiler ve Yusuf’un askere gidememesiyle ilintili olarak halkı askerlikten soğutmak olduğunun üzerinde duruyor ve açılan davada bilirkişi olarak Reşat Nuri Güntekin’in roman sanatının savunulması içerikli bir rapor hazırlamış olduğu bilgisini paylaşıyor. Sevengül Sönmez konuklara ağaç çeşitlerinin tek tek anlatıldığı bir başka romanın olmadığı bilgisini de veriyor.
Ünlü edebiyatçı ve şair Atilla Birkiye “İçimizdeki Şeytan ve İçimizdeki Aşk’’ başlıklı konuşmasında yazarın “İçimizdeki Şeytan’’ adlı eserini inceleyerek Sabahattin Ali eserlerindeki “tesadüf’’ meselesi üzerinde durdu. “Şeytan’’ unsurunun bir metafor olması gerektiğini söyleyen Birkiye, romanın ana teması olan aşk üzerinden ilk bakışta aşk, parasızlık vb farklı alt temaları bulunduğunu da belirtti. Macide ve Ömer üzerinden eserin psikolojik yönü üzerinde duran Atilla Birkiye bu iki kahramanın içlerindekinin “şeytan’’ değil “aşk’’ olduğunun altını çizerek konuşmasını sonlandırdı. Dinleyiciler, arada yaptığı okumalarıyla “İçimizdeki Şeytan’’ı ünlü şairin sesinden dinleyerek ve esere farklı bir gözle bakılmasını sağlayan yorumlarıyla hemhâl olarak âdeta eseri bir kez daha sindirme imkânı buldular. Atilla Birkiye, romandan yaptığı alıntılar ve özgün tespitleriyle dinleyenleri esere tekrar hayran bırakmayı başarıyordu.
Etkinliğin son konuşmacısı Tamer Kütükçü, yazarın “Kürk Mantolu Madonna’’ adlı eserine yapmış olduğu yorumlarıyla programın lezzetine son noktayı koydu. Dinleyenlerde hayranlık uyandıran son derece özgün ve içten yorumlardan oluşan konuşmasında eseri hak ettiği boyutta bir kez daha inceliyordu.
“Kürk Mantolu Madonna’da Aşkın Temsili’’ konulu konuşmasında romandaki “aşk’’ itkisinin önemi üzerinde duran araştırmacı-yazar; “Âdeta deneyimlenmiş bir aşk hikâyesi ile karşı karşıyayız.’’ diyerek saptadığı gerçeği seslendiriyordu. “Kürk Mantolu Madonna’’yı “heyecanın diri tutulduğu, hayatı sorgulatan, yaşamla iç içe bir metin…” olarak niteleyen Kütükçü, eserin o dönem için sofistike sayılabilecek, hayatın kıyıda köşede kalmış yönlerini ortaya sermesinin önemine değindi. Okuru yaşanmışlığın içine çekerek anlatılması âdeta zaruri olan bir aşkı anlatan bu eseri, “Aşk, ancak onu yaşayan kişinin anlamlandıracağı bir duygudur. Bu romanda aşkı kayıt altına alma isteği var. Burada anlatılan hayalî bir aşk değil.’’ sözleriyle “Belki de eserdeki gerçekten yaşanmışlığın getirdiği duygu yoğunluğu okuyucuyu etkilediği için çok sattırıyor.’’ savını bir kez daha düşünmemize neden oluyor.
Raif ile Maria Puder arasındaki aşkı “İzole olmayan, ara patikaları olan, oradan buradan beslenen, ne tam arkadaşlık ne platonik ne de adı konulmuş bir aşk bu, ara bölgede… Dostluğa hattâ kardeşliğe varan bir yanı var bu aşkın. Ve bu durum aşka ket vurmuyor aksine daha da besliyor.’’ şeklinde değerlendiren Tamer Kütükçü romanın sonunu hatırlatarak; “Bizler aşkı savunsak da nihaî sözü hayat söylüyor.’’ yorumunda bulunuyor. “Ancak, siz kendinizi aşkın deneyimlerine açık tutarsanız o sizi besleyen, geliştiren, hayatınıza zenginlik katan bir ögeye dönüşüyor ve sonuçta bu durumda acı vermiyor. Kardeşliğin, dostluğun, cinselliğin, … tamamının olduğu bu aşka mutlaka bir isim verecek olursak ‘insani aşk’ dememiz doğru olur.’’ sözleriyle derin yorumunu tamamlayan Tamer Kütükçü bu etkileyici konuşmasıyla büyük alkış alıyor ve dinleyenleri “Kürk Mantolu Madonna’’ya çekerek eseri bir kez daha okuma arzusu uyandırıyordu.
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (27 Nisan 2015)