Gerard Genette’nin “İçkin Yazar, İçkin Okur”[1] adlı denemesi, daha önce irdelediğim Amerikalı edebiyat bilimci Booth’un geliştirdiği ‘içkin yazar’ kavramını açımlaması ve boyutlandırması bakımından yararlı olabilir. Genette’in anılan denemesindeki açımlaması uyarınca, yukarıdaki kavramlara ilişkin tartışma, asıl olarak ‘dışkın anlatıcı’ ve ‘içkin yazar’ ayrımıyla ilgilidir. Her anlatıda/öyküde ‘gerçek yazar’ ve ‘içkin yazar’ vardır. ‘İçkin yazar’, okuyucunun, okuduğu metne dayanarak oluşturduğu yazar imgesidir. ‘İçkin yazar’ yetkesi/etmeni temel alındığında, Genette’in söyleyişiyle, şu “tümel şemayı” ortaya çıkaran üç yetke olduğu görülür: “Gerçek yazar-içkin yazar-anlatı/anlatıcı-hedef (okur)-içkin okur-gerçek okur”.
İçkin Yazar, yazarın metindeki imgesi değil midir?
Yukarıdaki şemalaştırma uyarınca, ‘içkin yazar’, “anlatıcı ve gerçek yazar arasında gerekli ve meşru bir yetke/etmendir[2]” Aslında değildir; çünkü “kurgusal bir anlatı, kurgusal olarak anlatıcısı tarafından, gerçekteyse (gerçek) yazar tarafından üretilir.” Kurgusal anlatıcı ve gerçek yazar arasında “üçüncü bir etmen” yer almaz. Her türlü “metinsel başarım”, “seçilen düzeye göre”, kurgusal anlatıcıya veya gerçek yazara “mal edilir.” Örneğin, Thomas Mann’ın “Jozef ve Kardeşleri” adlı roman dörtlemesinin “biçemi”, ya sadece “kurgusal olarak doğası gereği bu sahte İncil dilini konuştuğu varsayılan tanrısal anlatıcıya” ya da Nobel Edebiyat Ödüllü, “Alman dilinin yazarı” Th. Mann’a mal edilebilir. ‘Etranger’ (Yabancı) adlı yapıtın biçemi, “kurguda Meursault’un kendini ifade ettiği tarz”, gerçekteyse yazarın, diyesi, Fransız dilinin yazarı Albert Camus’nün “onu konuşturttuğu tarzdır.” Görüleceği gibi, burada üçüncü bir etmenin etkinliğine yer yoktur ve gerçek yazarı “asıl sorumluluklarından kurtarmak” söz konusu olmamalıdır.
Bir önceki yazıda irdelediğim Booth’un ‘içkin yazar’ kavramının “yazarın metindeki imgesi” anlamı taşıdığını ve kendi “okuma deneyimiyle” örtüştüğünü belirten Genette’e göre, yazınsal yapıtta, örneğin, ‘Jozef ve Kardeşleri’nde “işitilen ses”, gerçek yazar olan Thomas Mann’ın sesi değil, “kurgusal anlatıcının sesidir.” Dolayısıyla, okuyucu veya yazın-kuramsal deyişle, alımlayıcı, kurgusal anlatıcının “dışkın” imgesinin arkasındaki kurgunun içerdiği yazarın “içkin imgesini” duyumsar. Bu içkin imge, her zaman metnin okuyucuya duyumsattığı yazarın imgesidir. Bu imge, “bulgulanan yazar” imgesidir; diyesi, okuyucunun “metinden çıkarımladığı”, metnin duyumsattığı yazarın bir imgesidir.
Yazarın başarımı ve okuyucunun yeterliliği birbirini tümler
Bir imge, kendisini ortaya çıkaran örnek imgeden ayrılan özellikler taşıdığı takdirde, bir başka deyişle, “sadakatsiz olduğu”, “doğru olmadığı” takdirde imge olarak adlandırılmayı hak eder. Bu bakımdan ‘içkin yazar’ imgesinin “doğrulaştırılması”, diyesi, doğruya veya gerçeğe uygun duruma getirilmesi, bu imgenin “üretimi ve alımlayımı” ile bağlantılı olan “iki etmene” bağlıdır. Genette, söz konusu iki etmeni şöyle açımlar:
- Birinci etmen, “okuyucunun yeterliliğidir.” Yetersiz ya da duyarsız bir okur, metni temel alarak yazarla “hiçbir biçimde örtüşmeyen bir imge oluşturabilir.” Örneğin, Albert Camus’nün “dağınık, düşüncesi belirsiz” bir yazar olduğunu veya Daniel Defoe’nün “yirmi sekiz yılı yalnız başına bir adada geçirdiğini” söyleyebilir. Bu tür “bireysel yanlış çıkarımları” önleyebilmek için, “yetkin bir yeterlilik” Söz konusu yetkin yeterlilik, okuyucunun “en alt düzeyde bir kavrayışa” sahip olması anlamındadır.
- Bir diğer etmen, “gerçek yazarın başarım gücüdür.” Bu bağlamda sorulması gereken soru şudur: Bir yazar, ürettiği yazınsal metinde gerçek imgesine “sadık olmayan öz imgesini” nasıl üretebilir? Genette’in deyişiyle, ‘içkin yazar’ kavramının savunucuları bu bağlamda “iki olanak” olduğunu savlar. Bunlardan biri, yazınsal yaşamın psiko-patolojisi anlamında ‘bilinç-dışı bir kişiliğin istem-dışı dışavurumudur’ (vurgu, Genette’indir). Bu öne-sürüm iki örnekle açıklanabilir: Birinci örnek, Proust’un belirlemesinde görülebilir: Bir kitap, “alışkanlıklarımızda, toplumda, yaşamımızda açığa-vurduğumuz ben’den ‘başka bir ben’in’ (vurgu, Genette’indir) ürünüdür.” İkinci örnek, bilinen ‘Marksist’ çözümlemedir. Bu çözümleme uyarınca, Balzac, ‘Comedie humaine’ adlı yapıtında istemeden “yaşamı boyunca savunduğu politik ve toplumsal görüşlerden tümüyle farklı” görüşler geliştirmiştir. Bilindiği gibi, politik bakımdan bir “meşrutiyetçi” olan Balzac, yapıtlarında “feodal” Fransa’ya en ağır eleştirileri yöneltmiştir. Balzac’ın yapıtlarında kurguladığı yazınsal figürler, “feodalizme ve kapitalizme karşı kararlı savaşçılardır.” Lukacs, bu konuyu ayrıntılı irdelemiştir.[3] Genette’in değerlendirimiyle, varsayalım ki, Balzac gerçek yaşamında bilinçli olarak edimselleştirdiği ‘muhafazakâr’ görüşlerinin tersine, ideolojik bir çelişki gibi görülen ve Engels tarafından “gerçekçiliğin zaferi/utkusu” olarak nitelendirilen görüşleri yapıtlarında serimlemiştir. Buradan şu çıkarım yapılabilir: Yetkin okuyucunun oluşturduğu imge, yazarın kendisine ilişkin ortaya koyduğu tasarımdan “daha sadakatlidir”, diyesi, daha gerçekçidir. Proust’un deyişiyle, yetkin okuyucunun oluşturduğu imge, “bilincin ‘yüzeysel’ ben’inden daha hakikidir.” Bu bakımdan ‘içkin yazar’, “otantik gerçek yazardır.”
- İkinci hipotez, “bilinçli bir simülasyon/benzetim hipotezidir.” Bu hipotez uyarınca, gerçek yazar, yapıtında “gerçeklikte olan kişiliğinden başka bir kişiliği varmış” gibi izlenim veya yanılsama yaratır. Bu noktada bir ayrımlaştırma yapmak gerekir; çünkü ‘Doktor Faustus’ örneğinde olduğu gibi, dışkın veya içkin anlatıcıya dayanan anlatılar/öyküler değerlendirmenin dışında tutulabilir. Her türlü simülasyon veya öyleymiş gibi gösterme, yazar imgesiyle değil, “anlatıcı figürü” ile ya da Balzac’ın imlediği “yetkin olmayan” okuyucu ile ilgilidir. Yetkin olmayan okuyucu, ‘Doktor Faustus’ romanındaki figürlerden biri olan “Zeitblom ile Thomas Mann’ı bir birine karıştırır.” Burada bir “dışkın ve içkin anlatıcı ve kurgusal bir yazar” ve bu kurgusal yazarın gerisindeki içkin yazar vardır. Söz konusu içkin yazarı, gerçek yazardan “ayırmak” olanaksızdır. Görüleceği üzere, burada da “içkin yazar = gerçek yazardır.”
Gerçek yazar, dışkın anlatıcı değil midir?
Daha ilginç ve “daha ince” olanı, “dış(kın) anlatıcı” durumudur; çünkü burada “anonim”, anonim olmasından ötürü de içkin olan “yazar-anlatıcı” söz konusudur. Genette’in deyişiyle, bu içkin yazar-anlatıcının “kişiliği gerçekte/aslında ‘gerçek’ yazarın kişiliğinden başka bir kişiliktir.” Değişim, “ironi biçiminde” gerçekleşir. ‘Tom Jones’ın “naif anlatıcısı” bu ironik değişime örnek gösterilebilir. Söz konusu ironiler, “bütün ironiler gibi anlaşılmak için vardır” ve bunları herkes anlamasa bile ‘seçkin çevreler’ anlar. Açımlamadan da anlaşılacağı üzere, burada iki içkin yetke ya da makam vardır: Bunlardan biri, “dış(kın) anlatıcıdır”; öbürüyse, okuyucunun “ironiyi anlayarak metinden çıkarımladığı” yazarın diğer imgesidir. Dolayısıyla, burada “içkin yazar=gerçek yazar ve dış(kın) içkin yazar” formülü geçerlidir.
Sıralanan nedenlerle, Genette’e göre, içkin yazar ‘genel olarak’ (vurgu, Genette’e aittir) “bir tür gölge makam/yetkedir.” Bu gölge yetke, “karşılıklı olarak birbirini dışlayan iki ayrımlaştırmayla oluşturulmaktadır”:
Birincisi, içkin yazar, “anlatıcı değildir.”
İkincisi, içkin yazar, “gerçek yazar değildir.”
Bu bağlamda birincisinde “gerçek yazarın” söz konusu olduğu; ikincisindeyse, “anlatıcının” söz konusu olduğu açıktır. Söz konusu nedenle, burada “ne anlatıcı, ne de gerçek yazar olan” üçüncü bir makam/etmen için yer yoktur.
Genette, bu ilkenin “istisnalarının” olabileceğini ve söz konusu istisnaların, “hiper-metinsellik” olarak adlandırdığı alanda bol miktarda bulunduğunu kabul eder. Hiper-metinsel yapıt, tek bir yazarın imzasını taşır; ancak birçok yazarın “zorunlu katkısını” yansıtır. Öte yandan, “doğru olmayan yazar odaklı bir imge türetmek için”, hiper-metinsel durumlar da yetersiz kalabilir. Okur, her durumda “yazınsal tür uzlaşımı” gereği, “ara-yazar ile ilgili ilişkiyi” doğru algılamalıdır. Örneğin, okuyucu “bir parodide parodik metnin gerisinde parodileştirileni ve onun yazarını” belirlemek zorundadır. ‘Chapelain decoiffe’ adlı yapıtın okuyucusu, bu yapıtta “hem alt-metin olan ‘Le Cid’i ve böylece alt-metinsel yazar olan Corneille’i” alımlamalı, hem de onun “parodiktik dönüşümünü ve böylece bir parodikçiyi” tanımalıdır. Yine ‘Virgil travesti’ adlı yapıtın okuru, bu yapıtta hem Virgil’i, “hem de onun travestisörünü” görmelidir. Aynı şekilde “bir pastişin” okuru, “öykünülen yazarı” belirlemeli ve böylece pastişte “öykünenin ve kendisine öykünülenin çift varlığını” algılamalıdır. Bütün bu durumlarda yazarın “çifte varlığı”, okur tarafından açık biçimde algılanır ve bu algılama sonucunda “çift ‘içkin yazar’ yalın olarak “çift gerçek yazara” denk düşer.
Peki, bu konuda hiç ayrıksı durum veya durumlar olamaz mı? Genette’e göre, yalnızca “sahteleştirme” ürünü olan ve yazarın gerçek-dışı imgesini duyumsatan, diyesi, okuyucuyu “aldatan” metinler, ayrıksı örnek olabilir. Genette bu tür metinleri “Apokryph” olarak adlandırır. Dinsel ve politik bakımdan resmi görüş tarafından ayrıksı, sapkın veya kabul edilemez şeklinde ulamlanan metinler, “Apokryph” kapsamında değerlendirilebilir. Bu metinlerde okurdan, yazarın ikinci sürümünü/versiyonunu belirlemesi beklenmez. Örneğin, “Rimbaud’nun kusursuz bir sahteleştirilmesi” söz konusu olduğunda, okurdan “tek bir yazarı”, diyesi, Rimbaud’yu algılaması beklenir. Bu durumlarda metin tek bir yazar içerir. Söz konusu yazar, Rimbaud’ur; ancak gerçek yazar, herhangi bir kişi olabilir. Dolayısıyla, bu tür metinlerde içkin yazarla gerçek yazar örtüşmez.
Genette’in anlatımıyla, gündelik Fransızcada “ırkçı bir sözcük” olan ‘negre’ ile anlatılan bir başka “aldatma durumu” daha vardır. Sinema ve politika alanında ünlü bir kişinin “para karşılığı bilinmeyen bir kimseye yazdırttığı”, ancak kendi adını verdiği kitaplar, bu tür metinler arasında sayılır. Bu tür metinlerde okuyucudan her iki yazarı da algılaması beklenilmez. Ondan beklenen sadece “sahte yazarı”, diyesi, kitabı para karşılığında başkasına yazdırtmasına karşın, ona kendi adını veren kişiyi belirlemesidir. Dolayısıyla burada da içkin yazar ile gerçek yazar örtüşmez.
Anlatı, gerçek yazarı dışlar, ‘içkin yazarı’ içler
Genette ‘içkin yazar’ kavramını hem “büyük ölçüde” olumlamadığını, hem de “olumlu” bulduğunu dile getirir. Bu düşünürün anlatımıyla, bu bağlamda her şey, “bu kavrama verilen konuma” bağlıdır. Her metin gibi, yazınsal metnin “anlatıcıya ilişkin noktasal/yerel ve küresel belirtileri” yoluyla yazara ilişkin bir ‘tasavvur/tasarım’ yaratması, önemsenmelidir. Bu anlamıyla içkin yazar kavramını verimli bulan Genette, Bronzwaer’in şu belirlemesini aktarır: “Anlatı kuramı alanı, gerçek yazarı dışlar; içkin yazarıysa içler.” Bu belirleme uyarınca, ‘içkin yazar’, bir metnin, yazar hakkında okuyucuya “ilettiği her şeydir.” Bunu her okuyucu gibi, yazın-bilimci de önemsemelidir. Ancak “yazara ilişkin bu tasavvuru/tasarımı” temel alarak, “anlatısal bir yetke” oluşturmak, Genette’e göre kabul edilemez. Genette’in gerekçelendirimiyle, “zorunlu olmadıkça yetkeleri” çoğaltmamak gerekir ve burada böyle bir “zorunluluk” da yoktur. Anlatıda veya öyküde, daha kesin anlatımla, öykünün “arkasında ve öncesinde her zaman anlatan bir kimse”, diyesi, anlatıcı vardır. Anlatıcının ötesindeyse, “yazan bir kimse”, diyesi, “her şeyden sorumlu olan” yazar vardır.
Yazar ne tür bir okuyucu topluluğunu hedefler
Okuyucuya gelince: Genette’in deyişiyle, okuyucu da “az veya çok metne içkindir.” Okuyucu, “dışkın anlatımda anlatının hedeflediği kişilerle” örtüşür ve metinde “okuyucuyu içeren ve niteleyen her türlü küçük belirtilerden” oluşur. İçkin anlatıcıda anlatının hedeflediği kişiler, “okuyucuyu gizler” ve “hiçbir noktasal (veya yerel) belirti”, okuyucuyu imlemez. Buna karşın, ‘içkin okuyucu’ okunmak isteyen her metnin gerektirdiği “dilsel ve anlatısal yeterlilik” sayesinde “evrensel” kalır. Buradaki “bakışımsızlık, anlatısal iletişimin doğrusallığına” dayanır. Bir başka anlatımla, bir metnin yazarı, “hedeflediği anda henüz olmayan, belki de hiç olmayacak olan bir okuyucuyu” hedefler. Okuyucunun kafasında “gerçek yazara ilişkin bir tasavvur” olan ‘içkin okuyucunun’ tersine, ‘içkin okuyucu’, “gerçek yazarın kafasında ‘olası’ bir okuyucuya ilişkin bir tasavvurdur.” Dolayısıyla, bir yazar “gerçek bir okuyucu topluluğunu” hedeflemez.
Öte yandan, bu, “kurgusal bir kişi gerçek bir okuyucu topluluğunu” hedeflemediği için değil, “hiçbir yazar, yazı yoluyla gerçek okuyucuyu” hedeflemediği için, “olanaksız da değildir.” Bir mektup bile yöneldiği “gerçek ve belirgin” kişiye ulaşmak ve onun tarafından okunmak koşuluyla, ilgili kişiye yönelmiş olur. Mektup, yöneldiği kişiye ulaşana değin, bu kişi “ne denli gerçek” kişi olursa olsun, okuyucu olarak “gizil/virtüel” kalır. Bu nedenle, Genette’in anlatımıyla, içkin okuyucu kavramı yerine, “gizil okuyucu” kavramı yeğlenebilir. ‘İçkin okuyucu’ yerine ‘gizil okuyucu’ kavramı koyulunca, ‘içkin yazar’ için ‘bulgulanan yazar’ anlamında tüme varım yöntemiyle ve dışsal etkiyle ‘ortaya çıkarılan yazar’ anlatımı kullanılabilir.
Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (3 Haziran 2015)
[1] Gerard Genette: “Implizierter Autor, implizierter Leser?”; içinde: Fotis Jannitis vd. (yayımlayanlar): “Texte zur Theorie zur Autorschaft- Yazarlığa İlişkin Metinler”; Reclam, Stuttgart 2012, s. 33-46
[2] Almanca “makam”, “başvurulan yer” gibi anlamlar taşıyan “Instanz” kavramını, bağlama uyarak “yetke” veya “etmen” olarak Türkçeleştirdim.
[3] Györgi Lukacs’ın konuya ilişkin denemelerini, “Brecht-Lukacs-Bloch. Sanat ve Edebiyat” (İş Bankası Kültür Yayınları, 2014) adlı kitabımda ayrıntılı olarak irdelemeye çalıştım.