Umberto Eco, bir defasında kendisini ziyarete gelen misafirlerin çoğunun geniş kütüphanesini (30 bin kitap barındırıyordu) görünce kendilerini tutamayarak, “Ne çok kitap var. Bunların hepsini okudunuz mu?” diye sorduklarından şikâyetçi oldu.
Soru, Eco’nun tabandan tavana kadar dolu kitaplığının aslında bir gösteriş için olduğunu ima ediyor. Yazar Nassim Taleb bunu onaylayarak böyle bir koleksiyonu “antilibrary” olarak adlandırarak, rafların finansal imkân yettiği ölçüde “bilmediğimiz şeyler” içermesi gerektiğini savunuyor. Ayrıca okunmayan kitapların oranının da düşmesini beklememek lazım. Ne kadar çok okursan bilginin sınırları o kadar çok genişler ve fazla hiçbir şey bilmediğini anlamaya başlarsın. Eco’nun misafirlere verdiği cevap ise ilginçtir: “Hayır, bunlar ay sonuna kadar okumam gereken kitaplar. Diğerlerinin ise ofiste tutarım.”
The Guardian’da yer alan “Okumadığımız kitaplar bize neyi öğretir” başlıklı makalesine böyle bir girişle başlayan Oliver Burkeman, yazısına Umberto Eco’nun “Tez Nasıl Yazılır” isimli kitabından bahsederek devam ediyor.
Eco’nun 1977 yılında yayınladığı “Tez Nasıl Yazılır” kitabı İngilizceye daha yeni çevrildi. Kitap, her ne kadar internet ve herkesin bilgisayarının olduğu asır için güncellenmemiş olsa da, kapağının altında ister tez yaz ya da yazma, nasıl merak oluşturulur ve öğrenme nasıl öğrenilir konusunu anlatıyor.
Örneğin, Eco’nun “fotokopilerin mazereti” ifadesiyle karşılaşmadıysanız, bunun anlamı, materyalleri toplayarak artık onları özümsediğinizi düşlemeye başlarsınız. “Benim bilmediğim çok şey var,” diye yazan Eco, “çünkü ben bir metni fotokopi ettim ve onun okumuşçasına rahatladım.”
Son dönemlerde yapılan bir araştırma, bu durumun daha da kötüye gideceğini gösteriyor. Arama motorlarına erişim ile insanlar, bilmedikleri şeyleri bildiklerini düşünüyor.
Eco’nun en önemli tavsiyesi ise alçakgönüllü olmakla ilgilidir ve “herhangi birinin bize bir şeyler öğretebileceği bilgisi.”
Javanshir Gadimov – edebiyathaber.net (13 Mayıs 2021)