“Sana ağrı veren dışında tüm dişlerin dökülsün”
Dil yabancıdır; insanın doğal gerçekliğinin yadsındığı kültürel dünya, bir ruhlar hapishanesidir; içinde toplumsal göstergelerin yem olarak kullanıldığı bir Özne kapanıdır; Baba’nın ismiyle birlikte kapısından girilen simgesel gerçeküstü dünyanın işletim sistemidir. İnsanın kendi ağzından çıkarak yaşamını yepyeni bir gerçeklikle kuşatan dil, insanlararası ilişkinin yasasını bünyesinde taşımıştır. O insanın geleceğinin garantörüdür; yaşamak, üremek onun vaatleri arasındadır. Karşılığında, arzuları evde, varolmayanların dünyasında, bir daha hiç ulaşılamayacak o cennette terk edilmesini zorunlu kılar. Bir canlı türü olarak insan doğar, özgürlüğü dille karşılaşana kadar devam eder. Bu karşılaşma büyük bir kırılma noktasıdır, çünkü simgesel dünyanın kapıları dille aralanır. Geçilmesi zorunlu olan bu kapı, bir yandan bireyi varlık dünyasına taşırken diğer yandan bir canlı olarak insanın ölmesini, arzularla çevrelenen bedenin terk edilmesini zorunlu kılar. Kapının ardında dilin dünyası vardır; insanın konuştuğu ancak kendi arzularını ifade edemediği, kendine ait olmayan ve içinde kendi de olamayan dilin yabancı evi.
Kültürün symbiotik yaşamının gereği bireysel arzuların terk edilmesi, simgesel dünyanın yasalarına uyumun sağlanması bir zorunluluktur. Dil dünyası, insanın kendi zoolojik gerçekliğini baskıladığı, derisinin altına mahkûm etmek zorunda olduğu similasyonal bir gerçeklikler dünyasıdır. Dürtüler, arzular, ihtiyaçlar ve en önemlisi özgürlük, uygarlık denilen bu toplumsal göstergeler dünyası içinde tehlikeli alanlardır; derhal terk edilmesi gerekenlerdir. Özne’ye dönüşüm dilin kastrasyonunun ardında gizlidir. Bu dünyada, bütün bedensel musluklar kısılmış, başta cinsellik olmak üzere doğal olanın kastrasyonu gerçekleştirilmiştir. Uygarlığın seyri, insanların kalabalığı, dildeki kompleksi artırmış insanı yalana mahkûm etmiştir. Dilin nevrotik dünyası, insanın umutlu geleceği ve şimdiki kâbusudur.
Buna karşın, kültürün dil yoluyla giydirip saklamaya çalıştığı ve sadece doğaya ait olan bedenin örtülemeyen gerçekleri vardı. Dil ve kültür yoluyla baskılama “uygarlığın ilerlemeci zamanıyla” doğru orantılı arttıkça, beden dil üzerinde çatlaklar oluşturmaya başladı. Dilin keskin gramerinde doğal olanın, bedensel ilkelliğe dahil olanın ayrık otları belirdi. Ciddi biçimde dil ve kültürün yasası tarafından baskılanmış olan beden/hayvan dil içerisinde gettolar oluşturdu. Bir gerilla savaşı gibi varoşlardan içeriye, doğanın kitonyen dili, bütün groteskliğiyle kültürün diline sızmıştı. Dilin Özne’nin içine hapsetmeye çalıştığı, etrafını kalın duvarlarla örmeye gayret ettiği, bedenin karanlık doğası bir ışık bularak dilin içine intikal etmişti. Kültürün eril baskısına maruz kalan arkaik bedene dair ne varsa bütün haşmetiyle ve fütursuzluğuyla dile sızıyordu. Dilin pençesinde kıvranan insan, boğulurken dilin gerillasına dönüşüyor, kültürün baskıladığı ne varsa ağzından çıkarıveriyordu; kültür tarafından lanetlenme riski taşımasına rağmen.
Bununla birlikte, dilin yasalı dünyasına karşı bir duruş sergilediği için küfre övgüler düzmek de bir o kadar risklidir. Liberal ve yayılmacı bir yapıya sahip olan dil, kendi kurmak istediği heteroseksüel kültürün yörüngesine girecek küfürleri yaygınlaştırma eğilimindedir. Kendi ideolojisine karşı başlayan bu dilsel ayaklanmayı kendi saflarına katıp sistemi yeniden üreten müstehcen dilsel öğelere dönüştürür. Küfrü seksist öğelerle süsleyip heteronormatif dışında kalan tüm eğilimleri marjinalleştirip aşağılar. Çünkü dil, kendi sistemine uygun Özne’ler üretim merkezidir; onun dünyasına dahil olanın tuzaklarla bezenmiş bu düzenden kurtulması bir hayli zor ve zahmetlidir. Bu nedenledir ki, özellikle dilin dünyasına hizmet edecek küfürlerden kaçınıp onun sistemine çomak sokup normativiteyi çoklu-özgür bir hale getirmek önemlidir.
Öte yandan yapılan kimi araştırmalar da göstermektedir ki, “küfür kelimeleri fiziksel acının üstesinden gelmemize yardım eder. Yakın zamanda yapılan bir deneyde, denekler, bok gibi bir küfrü tekrarladıklarında, nötr bir kelimeyi örneğin ateşi söylediklerindekinden çok daha fazla süre ellerini soğuk suyun içinde tutabildiler. Küfür etmek kalp atışını hızlandırır”. Dilin Özneleri baskılayan, doğayı öteleyen gramerine, bedenin, doğal olanın itirazı yine dilde dolayımlanıyor, kültürün dilini mayın tarlasına çeviriyor. Kitapta özellikle İngilizcedeki küfürlerin kültürel tarihine bir yolculuk gerçekleştirilmiş ve Eski Yunan ve Roma kökenlerine kadar inilmiş. Ancak şunu söylemem gerekir ki, hemen bütün küfürler, birlikte yaşamın, kültürel dayanışmanın tehdit edildiği isimler, edimler veya kelimelerden oluşuyor. Ve yine çok net anlaşılıyor ki, bunların büyük bir bölümü son bir kaç bin yıllık bir sürecin ürünü; yani uygarlık denilen mefhumun bireyi cendereye aldığı zamanların ötelediği, kültür dışına ittiği dilin ötekileri. Bazı küfürlerin küfür olma tarihlerini bile tespit etmek mümkündür. Bir kaç bin yıl öncesine kadar doğal kabul edilen kimi söylemlerin yakın zamanda küfre dönüştüklerini, müstehcen bir anlam yüklendiklerini örneklerle görebiliyoruz.
Kitapta özellikle son günlerde tartışılan “ aşırı oral seks” meselesinin de tarihi irdelenmiş. Örneğin kadim Roma kültüründe iki fiil bu edimin taraflarını ve biçimini ifade etmek için kullanılmış; fello (emmek, daha ziyade emen taraf için) ve irrimatio (biraz zor kullanmayı da içeren emdiren taraf için). Çok tasvip görmese de Roma kültürünün, özellikle de erkek hemcinsler arasında yaygın olduğunu söyleyebileceğimiz bir cinsel eylem biçimiydi. Oral seksin vücudun en kutsal yeri kabul edilen ağzı kirlettiğine dair bir inanç varsa da çok dikkate alınmadığını söylemek mümkündür.
Dilin engin coğrafyasında, varoşlara itilmiş kimi dilsel öğelerin zaman içerisindeki yolcuğunu takip edebilmenin mümkün olduğu, iyi kotarılmış, derli toplu, faydalı ve yazı şenlendirebilecek bir kitap : “Küfür Etmenin Kısa Tarihi” (Melissa Mohr). İyi okumalar.
İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (23 Temmuz 2015)