Romanlar biri eve gelmedi mi başlar, der anlatıcı. Bu roman da öyle. Ağaçların Özel Hayatı; evin kadını, Julián’nın eşi, Daniela’nın annesi olan Veronica’nın bir gece eve gelmesi gerektiği saatte eve gelmemesiyle başlar. Ama farkla: diğer romanlar, gelmeyenin peşinden giden, gelmeyeni getirmek için harekete geçen kahramanın eyleme geçişiyle başlar. Olayı aydınlatmak, eksikleri tamamlamak için çabalar, romanlarda bu çaba anlatılır. Ama bu romanda öyle bir yol izlemez. Tersine gelmeme üzerinden, gelmemeyi bir avantaja dönüştürerek yazılmaya devam eder.
Romanın kahramanlarından Julián, bir öğretmendir. Yazar da sayılabilir. Pazar eklerinde yazar. Bunların yanında hikâyeler biriktirir. Ama sanki işi biriktirmek değil de dağıtmakmış gibi biriktirdiği onca sayfadan, bir şeyler çıkara çıkara elinde 40 sayfalık yazılar kalır.
Julián, tıpkı yazdığı metinleri azalttığı gibi (200 sayfadan 40 sayfaya) kendi geçmişini de azaltır. Ailesiyle büyük bir sorun yaşamamış olmasına karşın ailesiyle görüşmeyen Julián, geçmişinde elle tutulacak bir şey bulamaz. Kitapta belirtmese de asıl kızdığı şey budur. Çünkü yazmak için geçmişine dair bir anısı yoktur. Ailesinden bir ölü bile yoktur. Ailesinden birisinin ölmesinin acısını kullanamamıştır o yüzden. Ne arkadaş çevresinde ne de yazdıklarında. Bu yüzden Julián, yazdıklarına ve de hayallerine olmayan şeyler ekler.
Madem geçmişinde isteği pek bir şey yoktur o zaman geleceğe istenilen şeyler yüklemek gerek. Gelecekte istediği şeylerin yapamayacağının da farkında olan Julián, geleceği hayal eder sadece. İyi ihtimallerle yaşanmışçasına gelecek kurar. Bu geleceği kurarken de çok eli açık davranamaz. Çünkü eli açık davranması için yeteri kadar malzemesi yoktur. Bu yüzden geçmişten aklında kalan bir iki anıyı kullanır. Bunlardan en önemlisi köprüdür. Romanda asıl görevi üstlenen şey köprüdür. Bu romanda bizi hareket geçiren, bize iz sürdürten tek durum da budur.
Köprü iki yakayı birbirine bağlayan bağdır. Bu yaka ile öbür yakayı, baba ile oğlu, geçmiş ile geleceği. Hatta baba ile üvey kızı ve İki sevgiliyi de.
Julián, bugün ile yarın arasında bulunan bir gecede yaşar. İki gün arasındaki bir gecede. Yani bir köprüde. O gece eşi gelmemiştir. Geldi mi de bitecektir roman. Ama gelene kadar ya da gelmeyeceğine ikna olana kadar devam etmek zorundadır. Geçmiş ile gelecek arasındaki bu gecede roman yazılmaya devam eder.
“Bakışını akıntıya sabitle: köprü ilerliyor, biz ilerliyoruz, su sabit, akmıyor,” “başta zorlanıyorsun ama sonra gözün alışıyor,” “şimdi hızını kaybediyor, şimdi suyun üzerinde, bir teknede ilerleyen sensin.” diye yazılır romanda. Evet, su akıp geçen zaman, köprü yaşadığım yer, o yerin üzerinde yaşayanlar biziz, su sabit aslında, zaman sabit, biz akıp geçiyoruz, akıntının istediği yönde hem de. Her ne kadar biz akıntı olduğu görmezsek de. Aslında bu da hayata çok sıkı bağlanma çabamızın gözümüzü yanıltmasından geliyor.
Şimdi eşi eve gelmediğine göre artık zamana odaklanabilir, sadece gözlerini değil bütün duyu organlarını zaman sabitleyebilir. Sabitleyip gerçekleri görebilir. Ama eşi gelirse göremez. Çünkü o zaman zihnini ve eylemlerini sınırlandıran şeyler ortaya çıkacaktır. Eşi resim çizecektir, kendisi okumaya koyulacak, sonra bunları bir kenara bırakıp sevişecekler. Sevişirlerken kâh samimi kâh anı kurtarmak ya da anın ruhuna uygun olsun diye sözler sarf edilecektir. Hayat her zaman olduğu gibi monoton bir şekilde akacak, onlar hiçbir şeyin farkında olmadan peşinde sürükleyecektir onları. O yüzden şu an çok değerli. Bir çıkış yolu. Bir köprüdür. Gözlerini zamana sabitlemiş, ana, geleceğe ve de geçmişe odaklandığı o köprüde durmaktadır. Bu anda olmazsa eğer bir daha bütün bunlara odaklanacak bir zaman(köprü) bulamayacaktır.
Julián, uydurma konusunda ustadır. Belki de bu ustalığı geçmişinde bir şeyin olmamasından gelir. Geçmişinde bir masal bile yoktur, o yüzden üvey kızı Daniela için masal uydurur: Ağaçların Özel hayatı. Roman adını bu uydurma masaldan alır.
Uydurma konusunda bunlarla da yetinmez Julián. Geçmiş uydurur, gelecek uydurur. Mademki bir yazar olarak geçmişinden alıp kullanacağı bir malzemesi yok, o zaman varmış gibi göstermek için uydurması gerekir. O da yapması gereken tek şeyi yapar: Uydurur.Ve böylece uydurma konusunda usta olan bir kahramanı anlatan bir roman çıkar ortaya.
Ağaçların Özel Hayatı, Alejandro Zambra’nın Bonzai ve Eve Dönmenin Yolları’ndan sonra Türkçeye çevrilen üçüncü romanı. Novella ya da novelette de diyebileceğimiz bir türden. Öyküsel bir dil kullanmış ama şiirden de pek kaçtığı söylenemez: Julián silinip giden bir leke.
Gerek kurgusuyla gerekse de diliyle, dili kullanışıyla insanı romana bağlamayı başaran bir yazar Alejandro Zambra. Sadece bu kitabını okumakla da bunu söyleyebiliriz.
Takyedin Çiftsüren – edebiyathaber.net (7 Ağustos 2015)