İşçi sınıfının safını seçen yazar özerkliğini/bağımsızlığını yitirir
Sanatta/Edebiyatta yanlılık tartışması açısından Walter Benjamin’in “Üretici Olarak Yazar”[1] adlı yazısını irdelemek ufuk açıcı olabilir. Benjamin’in bu yazısı, 27 Nisan 1934 tarihinde Paris Faşizm Araştırmaları Enstitüsü’nde yaptığı konuşmaya dayanır. Dolayısıyla, en önemli edebiyat filozoflarından biri olan Walter Benjamin’in bu yazıda geliştirdiği düşünce ve öne-sürümler, Avrupa’da faşizmin giderek egemenleştiği dönemin koşulları gözetilerek değerlendirilmelidir.
Konuşmanın girişinde “edebiyatın gücünü” önemseyen Plato’nun yetkinleşmiş bir toplumda “kamusal çıkarı” korumak amacıyla, şairlere kamusal yaşama katılmayı yasakladığını belirten Benjamin’e göre, “şairin yaşama hakkı” asıl olarak onun “özerkliği”, bir başka deyişle, “istediği gibi şiir yazma özgürlüğü” konusunda düğümlenir. Bu tümcedeki şair yerine yazar, şiir yerine de roman veya başka bir düz-yazı edebiyat ürünü koyulabilir.
Düşünürün belirlemeleri uyarınca, şairlere/yazarlara söz konusu özerklik ve/veya özgürlük verilmek istenmemekte, toplumsal durum, yazarları “etkinliklerini kimin hizmetine sunmak istedikleri konusunda karar vermeye zorlamaktadır” denilmektedir. Öte yandan, “eğlencelik edebiyat üreten burjuva yazar” böyle bir seçim yapmak zorunda bırakılmamaktadır. Aynı çevreler, böyle yazarların “itiraf etmeksizin, belli sınıfların hizmetinde çalıştığını” kanıtlamaya çalışmaktadır. Bunların yanı sıra, “daha ilerici bir yazar tipi”, söz konusu seçeneği tanımaktadır. “Proletaryanın safını seçen” ilerici bir yazar “kararını sınıf savaşımı temelinde” gerçekleştirmektedir.
Benjamin’e göre, proletaryanın safını seçen devrimci bir yazar için “özerklik”, bir başka deyişle, yazınsal etkinliğini ve konusunu seçme özgürlüğü bitmiş demektir; çünkü o artık “proletarya için sınıf savaşımında yararlı olan şeye göre etkinliğini düzenlemektedir.” Böyle yazarlar için genellikle “o bir ‘eğilim’ (vurgu Benjamin’e aittir) izlemektedir” denilir. Bu bağlamda “eğilim”, bütün tartışmanın düğümlendiği temel kavramdır. Eğilim etrafında dönen tartışma “verimsizdir ve sıkıcıdır”; çünkü böyle bir tartışma “bir yandan- öbür yandan” ikileminden kurtulamamıştır: “Bir yandan şairin/yazarın veriminden doğru eğilim talep edilmek zorundadır. Öbür yandan bu verimden nitelik beklemek haklıdır.”
Benjamin’in açımlaması uyarınca, “eğilim ile nitelik arasında nasıl bir bağıntı bulunduğu” görülmediği sürece bu “formül” yetersizdir. Söz konusu bağıntı doğal olarak “talimat” ile oluşturulabilir: “Doğru bir eğilim taşıyan bir yapıtın, başka bir nitelik taşımasına gerek yoktur” denebilir. Veya “doğru bir eğilim taşıyan bir yapıt, özü gereği diğer bütün (estetik-yazınsal) nitelikleri taşır” saptaması da yapılabilir.
Politik eğilim değil, yazınsal nitelik belirleyicidir
Bu ikinci belirleme “ilginç” olmanın ötesinde “doğrudur” da. “Bu belirlemeyi benimsiyorum; bunu yapmakla onu talimatla yaptırtmayı reddediyorum” diyen Benjamin’e göre, “bu sav ‘kanıtlanmak’ (vurgu Benjamin’indir) zorundadır.” Ayrıca, böyle bir kanıtın “faşizm araştırmalarını nasıl özendireceği” de sorulabilir. Bu sorunun yanıtı için şu açıklamalar gereklidir: Tartışmalarda “toplamcı bir biçimde” kullanılan eğilim kavramı, “politik edebiyat eleştirisinin tümüyle işe yaramaz bir aracıdır.”
Benjamin açısından önemli olan ilke şudur: Bir edebiyat ürününün eğilimi, “ancak edebiyat açısından da doğruysa, politik bakımdan doğru olabilir.” Bir başka anlatımla: “Politik bakımdan doğru bir eğilim, yazınsal bir eğilimi de kapsar.” Şu ekleme de yapılmalıdır: “Bu yazınsal eğilim, içkin ve dışkın olarak politik bakımdan her ‘doğru’ eğilimi içerir. Yapıtın niteliğini oluşturan da budur.” Bu belirlemeden şu çıkarım yapılabilir: Söz konusu nedenle, “bir yapıtın doğru politik eğilimi, onun yazınsal eğilimini kapsadığı için, yazınsal eğilimi kapsar.”
Görüleceği gibi, Walter Benjamin, politik eğilimi, estetik/yazınsal niteliğe bağımlılaştırır. Bir başka anlatımla, belirleyici olan politik eğilim değil, yazınsal niteliktir.
Benjamin sanatta yanlılık veya eğilim tartışmasında edebiyatın eğilimi ile niteliğinin “nasıl bir ilişki içinde olduğu” noktasından yola çıkmaktadır. Bu verimsiz tartışmadan çok daha verimsiz ve eski olanı “biçim-içerik ilişkisi” tartışmasıdır. Benjamin’e göre, biçim- içerik ilişkisi tartışması, “diyalektik olmayan şablonlarla yazınsal bağıntılara yaklaşma” denemesidir. Peki, aynı sorun diyalektik olarak nasıl ele alınabilir?
Benjamin’in değerlendirmesi uyarınca, bu sorunun diyalektik açıdan irdelenmesi “yapıt, roman, kitap gibi donuk ve yalıtılmış şeyler” ile yapılamaz. Diyalektik irdeleme, yapıtı “canlı toplumsal bağıntıları içine sokmak zorundadır.” Toplumsal ilişkiler veya bağıntılar ise, Benjamin’in açımlamasına göre, “üretim ilişkilerince belirlenir.” Materyalist eleştiri, “bir yapıta yaklaşırken, o yapıtın dönemin toplumsal üretim ilişkilerine karşı nasıl konumlandığını” sorar. Bir başka anlatımla: söz konusu yapıt, toplumsal ilişkilerle “anlayış birliği içinde midir; gerici midir veya toplumsal ilişkileri değiştirmeyi mi amaçlamakta mıdır; dolayısıyla ilerici midir?”
Bu ve benzeri soruları daha da belirginleştirmek için, bir edebiyat yapıtının dönemin üretim ilişkilerine karşı nasıl konumlandığı sorusu, o yazınsal yapıtın dönemin üretim ilişkileri “içinde” nasıl konumlandığı sorusuyla belirginleştirilmelidir. Bu soru, “dolaysız olarak işlevi”, diyesi, yazınsal üretimin bir dönemin üretim ilişkileri içindeki işlevini, “yapıtların yazınsal tekniğini” ortaya çıkarmayı erekler.
Benjamin’in belirlemesi uyarınca, “teknik” kavramı, “yazınsal ürünleri, toplumsal dolayısıyla da materyalist bir çözümlemeye açar”; “biçim ve içeriğin verimsiz karşıtlığını aşan diyalektik yaklaşımı” açıklar ve “eğilim ve nitelik ilişkisinin doğru belirlenmesine” ortam hazırlar. Yukarıda belirtildiği gibi, bir yapıtın “doğru” politik eğilimi, o yapıtın “yazınsal niteliğini” de kapsar; çünkü yazınsal nitelik, yapıtın yazınsal eğilimini de içerir. Bu belirleme uyarınca, söz konusu yazınsal eğilim, “yazınsal tekniğin ilerlemesine veya gerilemesine” dayanır.
İşlem yapan yazar ne demektir?
Bu bağlamda Rus yazar Sergey Tretyakov’un “işlem yapan” yazar yaklaşımını öne çıkaran Benjamin’in deyişiyle, işlem veya operasyon yapan yazar “doğru politik eğilimin ve ilerici yazınsal tekniğin her zaman ve her koşul altında” içinde bulunduğu “işlevsel bağımlılık” için somut bir örnektir. Tretyakov “işlem yapan yazar ile bilgilendiren yazarı” bir birinden ayırır. İşlem yapan yazarın görevi, bilgilendirmek değil, “savaşmaktır, izlemek değil, etken olarak müdahale etmektir.” Operasyon yapan yazar, operasyonu “kendi etkinliğine ilişkin verileri açıklamak” suretiyle yapar.
Bu nedenle, anılan Rus yazar, “tarımın tam kolektifleştirilmesi döneminde” ortaya atılan “Yazarlar kolhozlara!” parolası uyarınca, “Komünist Fener” komününe katılmıştır. Bu komünde “kitle toplantılarını duyurma, traktörler için para toplama, köylüleri kolhozlara katılmaya ikna etme, okuma salonlarını denetleme, duvar gazeteleri çıkarma, kolhoz gazetesini yönetme, Moskova gazetelerine haber gönderme, radyo ve gezici sinemaları devreye sokma” gibi etkinlikleri yürütmüştür. Tretyakov’un kolhozlarda edindiği deneyimleri yazınsallaştırdığı “Komutan” adlı kitabının “kolektif ekonominin oluşumu” sürecine önemli etkisi bu nedenledir.
Benjamin’in anlatımı uyarınca, Sergey Tretyakov örneği, “kapsamlı bir ufuktan hareketle edebiyatın biçimleri ve türlerine ilişkin görüşler”, yaşanılan zamana göre “teknik olguların yeniden düşünülmesi zorunluluğunu” açıklamaya elverişlidir. Bu yapıldığı takdirde, içinde bulunulan anın “yazınsal enerjileri açısından ipucu oluşturan anlatım biçimlerine” ulaşılabilir. Bu kapsamda “yazınsal biçimlerin güçlü bir kaynaşma/iç içe geçme süreci geçirdiği” bir dönemin başladığı göz önünde tutulmalıdır. Bu süreç, düşünme alışkanlığını belirleyen “karşıtlıkların vurucu güçlerini yitirmelerine” yol açmıştır.
Gazete, yazınsal türlerin kaynaşması veya bireşimidir
Benjamin’e göre, yazınsal biçimlerin kaynaşmasının en somut örneği “gazete”dir. Gazete, “bilimi, edebiyatı, eleştiri ve üretimi, eğitimi ve politikayı” bir biriyle ilişkisiz bir şekilde içermektedir. Gazetenin içeriği, diyesi, “malzeme”, “okurun sabırsızlığının ona zorla dayatmaya çalıştığı her türlü organizasyon biçiminin” dışında kalır. Bu sabırsızlık, “sadece bir bilgi bekleyen politikacının veya bir ipucu bekleyen vurguncunun/spekülatörün sabırsızlığı” değildir. Burada aynı zamanda “kendi çıkarlarını dile getirmeye hakkı olduğunu düşünen dışlanmışların” sabırsızlığı söz konusudur.
Okuyucuları gazeteye “bağlamak” için uğraşan yayın yönetmenleri, okuyucunun “soruları, görüşleri ve protestoları için sürekli yeni bölümler” açmak suretiyle bu sabırsızlığı araçsallaştırmaktadır. Gazetelerde “verilerin rastgele bir şekilde bütünleştirilmesi” ve okuyucunun “rastgele bir şekilde bütünleştirilmesiyle gazetenin çalışanı durumuna getirilmesi” koşut gerçekleşmektedir. Gazetede, yazılar “genişlik” kazanırken, “derinlik” yitirmektedir. Burjuva basınında sürdürülen “yazar ile okuyucu ayrımı”, Sovyet gazetelerinde ortadan kalkmaktadır. Sovyet basınında okuyucu her zaman “yazıcı” olmaya, “anlatıcı”, hatta “kural koyucu” olmaya hazırdır. Konuyu bilen insan olarak Sovyet okuyucu “yazarlığa geçiş” özelliği kazanmaktadır. “Emek dile gelmektedir” ve emeğin “sözle anlatımı, kendi gerçekleştirimi için gerekli olan becerinin bir bölümünü” oluşturmaktadır. Yazınsal yeterlilik, “artık uzmanlaştırıcı eğitimde değil, poli-teknik eğitimde kazanılmaktadır” ve bu “ortak varlık” özelliği kazanmaktadır. Kısa anlatımla, söz konusu ortak varlık, “başka türlü çözülemez karşıtlıkların üstesinden gelen yaşam koşullarının yazınsallaştırılmasıdır ve kendi kurtuluşunun hazırlandığı sözcüğün, diyesi, gazetenin, dizginsiz bir aşağılanmasıdır.”
Yaşam ve daha sonraki gelişmeler, Benjamin’in bu öne-sürümlerini ne yazık ki doğrulamamıştır.
Üretici olarak yazar, basını da kapsamalıdır
Benjamin’in belirlemesi uyarınca, “üretici olarak yazar” konusu “basını da kapsamak zorundadır”; çünkü basında, özellikle de Sovyet basının da, sözü edilen “güçlü kaynaşma süreci salt türler, yazarlar, şairler, araştırmacılar ve yayımcılar arasındaki geleneksel ayrımlar” üzerinde görülür. Ayrıca “yazar ve okur arasındaki ayrımı da bir revizyona/düzeltime tabi tutan” bu süreç açısından basın “ölçü koyucu dolayım/merci” olduğu için, “üretici olarak yazar” irdelemesi, basını da kapsamak zorundadır.
Öte yandan, söz konusu irdeleme yalnızca basınla sınırlandırılamaz; çünkü “hala sermayeye ait olan” basın, “Batı Avrupa’da henüz yazarların elinde işe yarar bir üretim aracı değildir.” Gazete, bir yandan “en önemli yazar konumunu” oluşturması, öbür yandan da sermayenin, Benjamin’in söyleyişiyle, işçi sınıfının “karşıtının elinde olması nedeniyle”, yazar “toplumsal koşullanmışlığını, kendi teknik araçlarını ve kendi politik görevine bakışını” eleştirel değerlendirebilmek için çok büyük zorluklarla boğuşmak zorundadır.
[1] Walter BENJAMIN: “Der Autor als Produzent”; aynı yazar: “Aufsaetze- Essays- Vortraege”; Gesammelte Schriften Band II-2, Theodor Adorno’nun katkısıyla yayımlayan Rolf Tiedemann/Hermann Schweppenhaeuser; Suhrkamp, Frankfurt am Main 1991, s. 683- 701.
Walter Benjamin’in yukarıdaki denemesini ve diğer yapıtlarını, “Marx, Benjamin, Adorno- Sanat ve Edebiyat” (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013) adlı kitabımda ayrıntılı irdeledim.
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – (12 Ağustos 2015)