Edebiyat dünyamızın nev-i şahsına münasır yazarlarından İlhami Algör‘ü Fakat Müzeyyyen Bu Derin Bir Tutku, Albayım Beni Nezahat ile Evlendir ve Kalfa ile Kıralıça kitaplarıyla tanıyoruz.
Özellikle Demir Özlü’nün “anarşist bir kitap” olarak tanımladığı ve kült mertebesine ulaşmış Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku, edebiyat tarihimizin en özel yapıtları arasında yerini almıştır. Kitap geçen sene sinemaya da uyarlanmıştı ama pek olumlu tepkiler alamamıştı. İlhami Algör, geçtiğimiz aylarda İkircikli Biricik adlı yeni kitabıyla çıka geldi. İkircikli Biricik, İlhami Algör’ün diğer kitaplarından aşina olduğumuz bir dünya sunuyor okuyucularına. Algör, yeni romanında o bilindik, oyunbaz, kendine has dilini aynen koruyor. Yine dertli mi dertli, sıkıcı gerçeklikle bağını koparmış, kalbi kırık bir kahramanımızın derin iç çekişlerine tanıklık ediyoruz. İstanbul yine başrollerde, memleket meselelerine ince dokunuşlar da yerini alıyor satırlarda ve bir İlhami Algör kitabının olmazsa olmazı aşk mevzusu ise yine hikayenin baş köşesine oturuyor.
Yalnızlık ömür boyu
İkircikli Biricik, bir yalnızlık hikayesi. Kahramanımız, bize kitap boyunca ismini bağışlamayan daha doğrusu bunu çok da gerekli görmeyen, çok gerekli ise de kendisine “beyhude işlerin pir’i” diyen birisi. Kendisi aynı zamanda serbest meslek erbabı, 42 numaralı Tirebolu çayı içiyor, az biraz flörtöz, biraz da aylaklığa teşne… Bununla beraber mühim bir işi var; kendisi uzaya gönderilecekler listesi hazırlamakta. Listenin başında çamaşır mandalı var. Ailesi, bu durumdan oldukça rahatsız haliyle. Artık ondan düzenli bir iş bulmasını, evlenmesini ve çoluğa çocuğa karışmasını istiyorlar. Kahramanımızın ise böyle dertleri yok, onun “reel ile ideal çatışması” gibi büyük sorunları var. Kendisi bu dünyayla bağını koparmış, “ben dünyadan ziyade kendi kafamın içinde yaşayan biriyim…” sözünü gerçek kılıyor gün boyu. Sırtına Yusuf Atılgan’ın Bay C’sinin paltosunu geçiriyor ve tüm gün şehirde dolaşıyor. İç hatlardan bu sefer Müzeyyen’le değil, kendisiyle konuşuyor. Memleketin bozuk düzenine kızıyor, “asker doğmayanların” askere alınmalarına, yok yere ölüme gönderilmelerine kızıyor, devlet yetkililerinin bu konudaki kayıtsızlıklarına daha da öfkeleniyor. Bir vakitler memleketten sürülen Rumlara, Ermenilere üzülüyor, 542 haftadır kaybedilen yakınları için bir araya gelen Cumartesi Annelerine reva görülen adaletsizliğe kızıyor, bu memlekette adaletin hiç bir zaman adil olmadığının altını çiziyor bir kez daha ve onun bu haklı eleştirileri şu sözü hatırlatıyor ister istemez: “Yanlış Cumhuriyet doğru yaşanmaz.” Kahramanımızın bir de yarıda kalmış, kırık bir aşk öyküsü var. “Köprücük kemikleri belirgin kadınla”, vakti zamanında fırtınalı bir ilişki yaşamış. “Sen hep kendine önlemler aldın” diyor, “köprücük kemikleri belirgin kadın”, kahramanımız ise “ben kendime yasaklar koydum” diyor. Sonuç; “önümüzde barajlar var, bu su hiç durmaz”. Bu belirsizlikler kahramanımızı yalnızlık sarmalına itiyor. Geceleri, rakının da etkisiyle bir takım ruhlar, görüntüler çağırıyor sofrasına, geçmişin hayaleti peşinde, büyük ihtimal hayaletin dilinde şu söz var: “hatalarına bir nilüfer, sevgisizliğine bir kalp verdim.” Bu kilidi paslanmış tek kişilik çilingir sofrasının daimi müşterisi ise üç ayaklı bir kedi oluyor. Kahramanımız bütün dertlerini onunla paylaşıyor. Netice itibariyle yalnızlık paylaşılmıyor, pişmanlık ise hep şişe dibinde saklanıyor. Bu kaostan yeni bir hayat çıkar mı? diye de sormayı ihmal etmiyor kendisine ama bunun nasıl yapacağını bilmiyor.
Oyuna devam
İlhami Algör’ün İkircikli Biricik’de de önceki kitaplarında olduğu gibi, sokağın dilini, argoyu nefis bir şekilde harmanlıyor. Yine diğer kitaplarında olduğu gibi, hikayesini çok önemsemiyor, serbest bir bilinç akışıyla daldan dala konarak, bilinçli boşluklar bırakarak anlatıyor. Böylelikle yazar topu biraz da okuyucuya atarak ondan boşlukları tamamlamasını bekliyor, onun oynaması için alanlar bırakıyor. Zaten İlhami Algör’de bir röportajında okuyucusuna şöyle seslenmiş:” Oyunu beraber oynamamızın ne sakıncası olabilir ki.” İkircikli Biricik bu yazın en iyilerinden, hem İlhami Algör’ün oyun davetini kabul etmemek de olmaz. En nihayetinde “nedir, mesele nedir?”
Can Öktemer – edebiyathaber.net (20 Ağustos 2015)