Bir yolculuk veya küçük bir rastlantı beyninizde o an içinde bulunduğunuz ortamdan çok daha farklı bir şimşek çakmasına neden olabiliyor kimi zaman. Almanya’ya yaptığım gezinin son günü Heidelberg’de bizlere verilen bir bilgi, hiç aklımda yokken “Bir divan şairi olarak Goethe’’yi farklı bir boyutta önüme seriyordu. İstanbul’a dönüşümün ertesi günü ünlü şairin, “Garplı Müellifin Şark Divanı’’ olarak tanıtıldığı “Doğu – Batı Divanı’’ adlı eserini arama çalışmalarına başlamıştım bile.
Aşkın, çaldığı kapıdan şiirle birlikte içeri girmesi Goethe için ömrünün sonbaharında gerçekleşir. Thomas Mann’a göre gerçek aşk Goethe’ nin kapısını altmış beş yaşındayken çıktığı bir gezide çalar. O dönemde romantik Alman şairleri arasında rağbet gören Ren, Main ve Neckar nehirleri güzergâhında şiirsel bir gezi gerçekleştiren Goethe, banker arkadaşı Jacob von Willemer’in eşi Marianne ile tanışır ve bu aşk ünlü yazarın hem Batı hem de Doğu edebiyatı üzerinde derin ve farklı izler bırakmasına neden olur.
Jacob von Willemer, on dört yaşındayken annesinden iki yüz gulden karşılığında evlatlık aldığı Marianne’e yıllar sonra tek taraflı âşık olur ve bir şekilde evlenmeyi başarır. Marianne hem güzel ve çekici bir kadındır hem de yazdığı lirik şiirlerden de anlaşıldığı üzere ince bir ruha sahiptir. Henüz ilk karşılaşmalarında kendisi Goethe’den etkilendiği gibi o da ünlü yazarı derinden etkiler. Bundan sonra Goethe, hayatının en romantik şiirlerini, yeteneği elli yıla yakın zamandan beri keşfedilmemiş bu kadın şair için yazacaktır. Marianne von Willemer’in Goethe üzerinde bıraktığı poetik etkiyle ünlü şair, günde birkaç şiir birden yazmaya başlar ve 1819 yılında ilk baskısı yapılan “Doğu Batı Divanı’’nın ilk yüz şiirini çok kısa bir sürede tamamlar. İşin ilginç yanı, divandaki birçok şiirin Goethe’ ye değil de Marianne von Willemer’a ait olduğunun anlaşılması elli yılı bulmuştur.
Goethe bu derin aşkı yaşarken yazdığı divanın “Züleyha Kitabı’’ bölümünde ve aynı adlı şiirinde; “Daha da kısa tutmak isterdim bu kitabı elbet./ Diğerleri gibi kısa olsun diye./ Ancak, sayfayı ve sözü nasıl kısaltacaksın ki,/ Uzaklara sürüklediğinde aşk çılgınlığı seni?’’ dizeleriyle bir destanla eş değer tutulacak kadar uzun soluklu aşkını dile getirir.
Ünlü şair, “Yusuf ile Züleyha’’ hikâyesinde Züleyha’nın evli olmasından dolayı Marianne’i Züleyha’ya benzeterek “Davet (Einladung)’’ adlı şiirinde “Adın ebedî Züleyha olsun derim.’’ dizesiyle sevgilisine bu adı verdiğini dile getiriyor: “…Züleyha’nın Yusuf’a hayran olması,/ Hüner değildir./ O gençti, gençlik gözde olur./ O güzeldi; derler ki: Züleyha da güzeldi,/ Birbirlerini büyülercesine mesut edebilirlerdi./ Fakat o kadar zamandır özlediğim sen,/ Ateşli genç bakışlarını bana gönderirsin,/ Beni şimdi sever, sonra mesut edersin./ İşte bunu övmelidir şiirlerim,/ Adın ebedî Züleyha olsun derim…’’
Bu aşk sayesinde âdetâ ikinci ergenlik dönemini yaşadığını itiraf eden şair, dünyaya farklı bir gözle bakmaya başlamıştır: “Dünyayı temâşâ etmek pek hoştur,/ Lâkin harikulâdedir şairlerin âlemi;/ Rengârenk, açık veya gümüşî kırlar,/ Diyorlar ki gece gündüz ışıklar parlar./ Bugün her şey muhteşem; hep böyle kalsa keşke!/ Bugün hepten aşkın gözüyle görüyorum âlemi.’’ ( Dünyayı temâşâ )
Dünya edebiyatının en seçkin eserlerinden “Doğu – Batı Divanı’’, Goethe’nin “Faust’’la birlikte zirvedeki eserlerinden sayılıyor. Bu konuda birbiriyle özdeşleşen bu iki eserden “Faust’’un dünya çapındaki şöhretine ve hakkında yapılmış onca araştırmaya karşın, “Doğu Batı Divanı’’ iki yüz yılı aşkın süredir özellikle Türk edebiyat dünyasının dikkatini çekmeyi başaramamış şanssız bir eser… Oysa “Faust’’a nazaran Doğu Edebiyatı geleneğine çok daha yakın bu rehber niteliğindeki kitap, Hafız, Şeyh Sadi, Nizamî ve Mevlana gibi klasik İslam şairleriyle birlikte birçok Müslüman şair, devlet adamına nazire yapmak amacıyla kaleme alınmıştır. Bu şahsiyetleri Batı’ya tanıtma amacı güden eser, bu açıdan da büyük önem taşıyor.
Johann Wolfgang von Goethe, bu eseriyle diğer Batılı şair ve yazarların arasından sivriliyor. Çünkü Doğu’ya ve Doğu kültürüne ilgi duyan pek çok Batılı aydının aksine o, Doğu’ya çok farklı bir ruhsal boyutta yaklaşıyor. Bu farklılığı oluşturan en büyük unsur ise aşk… “Doğu Batı Divanı’’ mutluluk, haz, sevgi, hasret, vuslat, acı gibi duyguların karmasından oluşuyor, diyebiliriz. Sevdiği kadına onca isim arasından “Züleyha’’ adını vermesi, şairin kendisini bu aşka ve Şark kültürüne ne denli yakın hissettiğinin de en somut göstergesi: “Doğu’nun Batı’dan ayrılması gibi/ Sen de sevgilinden mi ayrıldın?/ Gönül bütün çölleri dolaşır;/ Her yerde yolunu kendi bulur,/ Âşığa Bağdat uzak değildir.’’ (Doğu’nun Batı’dan ayrılması)
Şairin “Doğu – Batı Divanı’’ gibi dev bir eseri ortaya çıkartmasının dayanaklarından biri de hiç kuşkusuz çocukluk yıllarında annesi ve büyükannesinden dinlediği “Binbir Gece Masalları’’… Henüz küçük bir çocukken oluşturduğu hayal dünyası, onun ileri yaşlarında da bir uçan halıya binerek mistik Şark semalarında yolculuk etmesinin başta gelen nedenlerinden biridir.
Goethe’nin doğa bilimlerine olan ilgisi, bu konuda yaptığı araştırmalar ve çıkardığı yayınlar ise onu “Doğu – Batı Divanı’’nın en özel şiirine götüren yol olur. Hafızasını güçlü tutmak amacıyla her gün Heidelberg Şatosu’nun bahçesinde çıktığı yürüyüş sırasında buradaki ginkgo biloba ağacından bir yaprak yiyen Goethe, belki de yaşamının en anlamlı şiirini işte bu yaprak üzerine yazar.
Ünlü yazarın “Doğu – Batı Divanı’’nı yazdığı sırada bu ağacın yapraklarını izleyerek etkilenmesi, eserine ve elbette daha sonra da Almanya’da bu ağaca özel bir anlam yüklenmesini sağlamış. Bir sap üzerinde uzanan ve Çin yelpazesine benzeyen sadece iki yapraklı bir yonca düşünelim…(Bu arada itiraf ediyorum ki ben, adını çok duyduğum halde ginkgo biloba ağacının yaprağıyla ilk kez grup rehberimizin cep telefonundan gösterdiği fotoğraf sayesinde tanıştım.) İşte Goethe bu mazmunun etkisinde kalarak sevgilisi Züleyha’ya seslenen “Ginkgo Biloba Ağacı’’ adlı bir şiir yazar. Şiir, tıpkı Goethe ile sevdiği kadın gibi aslında bir bütünden ve aynı özden gelen fakat bir türlü bir arada olamayarak ikiye ayrılan bu iki yaprağın Goethe’ye çağrıştırdığı müthiş anlam üzerinedir. Bir sonbahar günü Marianne’i son kez Heidelberg Şatosu’nun bahçesinde gören ünlü yazar, birkaç gün sonra şiiriyle birlikte ginkgo biloba ağacının yaprağını ona gönderecektir:
Doğudan bahçeme emanet/ Şu ağacın yaprağı,/ Tadımlık, gizli bir mânâ verir,/ Bilgeyi işte böyle sevindirir./ Canlı bir varlık mıdır bu?/ İçten kendi kendini bölmüş./ Yoksa onlar iki güzîde midir,/ Ki insan onları bir olarak bilir?/ Böyle sorulara cevap vermek için,/ Galiba doğru anlamı buldum:/ Hissetmiyor musun şiirlerimde,/ Tek ve çift olduğumu benim?
Uzak Doğu öğretilerinde de tıpkı lotus çiçeği gibi özel bir yeri ve anlamı olan, uzun ömürlü ve inanılmaz dayanıklı bu ağacın yaprağının şiirden de açıkça anlaşıldığı gibi bir ve iki, tek ve çift, hasret ve vuslat gibi derin anlamlı zıtlıklardan oluşan simgeleri bulunmaktadır. Aslında geniş anlamıyla şair, ’’Şu ağacın yaprağı,/ Tadımlık, gizli bir mânâ verir.’’ dizeleriyle bu yaprağın, hem evrenin hem beşerî hem de ilahî aşkın simgesi olduğunu ima eder.
Ünlü şairin kimi dizelerinde beşerî aşkı, Doğu tasavvufundaki o muhteşem ilahî aşkla iç içe ele aldığını görüp de hayran kalmamak imkânsız: “Güneş geliyor! Muhteşem bir görüntü!/ Hilâl onu kucaklıyor./ Kim böylesine bir çifti birleştirebilir?/ Nasıl izah edilir bu muammâ, nasıl?’’ (Züleyha)
Marianne ve Züleyha ilişkisi nedeniyle burada sadece “Züleyha Kitabı’’ bölümünü ele aldığımız eser, elbette yalnızca bu bölümden ve aşk temasından oluşmuyor. “Şarkılar Kitabı, Hafız Kitabı, Aşk Kitabı, Murâkabe Kitabı, Sıkıntı Kitabı, Sâki Kitabı, Mecazlar Kitabı, Persler Kitabı, Cennet Kitabı gibi birbirinden ilginç bölümler ve şiirlerle tamamlanıyor.
Eser, şiir çevirisindeki sanatıyla dikkat çeken mütercim Senail Özkan’ın değerli yorum ve açıklamalarıyla anlam buluyor. Kitabın neredeyse kendi içinde ayrı bir kitap olacak özellikteki “Giriş’’ bölümü büyük bir araştırmanın sonucu olarak ulaşılmış nitelikli bilgiler içermekte… Ötüken Yayınları’na ait 530 sayfadan oluşan bu dev eser, ayrıca şiirlerin Türkçe tercümeleri dışında orijinal Almancalarıyla birlikte yer almaları bakımından da değer taşıyor.
“Zirâ hayat aşktır, / Hayatın hayatı ise ruhtur.’’ dizelerini kaleme alan derin ruhlu bu Doğu âşığı şairler şairinin, dipsiz bir kuyu misali okudukça bitmeyecek, susadıkça kanılmayacak cinsten divanı evrene, ulûhiyete ve aşka ithaf edilmiş en büyük eserlerden biri… Bir ruh ve yaşam rehberi olarak kütüphanelerde değil, her daim gönüllerde saklanacak bir kitap…
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (1 Eylül 2015)
“Goethe ve ginkgo biloba yaprağı | Selva Trak Ulupınar” üzerine bir yorum