Edebiyatına siyaseti karıştırmayacağını dile getirirken edebiyatına siyasi çevrelerin yön verdiği yazarlardan biri oldu Milan Kundera. Kendi coğrafyasının kaderine mahkum oldu ister istemez; baharı, işgali, göçü, vatandaşlıktan çıkarılmayı gördü. Kendini siyasi ortamlarda konumlandıramasa da, siyasetten uzak olduğunu dile getirse de uzak duramadı, birkaç kez Kominist Parti’ye üye olup, ayrılıp, tekrar üye olan Kundera sonunda partiden ihraç edildi.
1968 yılında Rus İstilası sonrası Prag Müzik ve Sanatlar Akademisi’ndeki görevinden uzaklaştırılan Kundera, politik baskılara daha fazla dayanamayıp Fransa’ya göç etmek zorunda kaldı. Edebiyatın dışında sinema ve müzikle ilgilenen ve birçok ödüle layık görülen Kundera 1979 yılında yazdığı Gülüşün ve Unutuşun kitabıyla Çekoslavak hükümeti tarafından vatandaşlıktan men edildi, 1981 yılında Fransız vatandaşı oldu.
1968 yılında siyasi kaderi bir anda değişen Çekoslovakya, Kominist Parti’nin egemenliğinden bir anda Alexandr Dubcek’e geçti ve koltuklar değişti. Çekoslavakya’da liberalleşmenin temellerinin atılmaya çalışıldığı, basın özgürlüğünden, demokrasiden, çok partili bir hükümetin kurulmasından bahsedilirken bir anda Sovyet ve Varşova Paktı görüşmelerinden sonuç alınamayınca müteffik devletlerin işgaliyle Prag Baharı son buldu.
Kundera’nın 1984 yılında Fransa’da yazdığı ve ilk baskısı Fransızca olarak basılan kitabı Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Prag Baharı zamanlarını anlatıyor. 1988 yılında Philip Kaufman tarafından aynı isimle sinemaya uyarlanan romanın filminin başrollerinde Daniel Day ve Juliette Binoch oynadı. Fransızca olarak yayınlandıktan bir yıl sonra orjinali Çekce olarak yayınlanan kitap, 1986 yılında Türkçe’ye çevrilip ilk kez İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. 2015’e yılına kadar kırkın üzerinde baskı yapan Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği geçtiğimiz ay (2015 Ağustos) Can Yayınları tarafından yeniden basıldı.
Varoluşçu akımın sonuncusu olarak nitelendirilen Kundera, romanlarında Prag’tan, 80lerin siyasi süreçlerini anlatmaktan, kadınlardan ve rüyalardan vazgeçmez. Zaman atlayışlarının oldukça sık olduğu o yüzden sonunu ortasında okuduğunuz ama yine de okumaya devam ettiğiniz romanların yazarıdır. Üslubunda incelik vardır, kavramları pek görmediğiniz bir şekilde anlatır, bakış açısı kazandırır.
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği dört ana karakterin etrafında dönüyor. Prag Baharı’nın öncesinde ve sonrasında dört farklı sosyal statüde ve meslekte olan insanın hayatlarını irdeliyor, yaşlarını büyütüyor. Kimliklerin, cinsiyetlerin, benliklerin ve kişisel özgürlüklerin üzerine gidiyor.
Kundera, tek eşlilikten yana değil; insanın aklını ve bedenini baştan çıkaran hazzın peşinde dolanıp duruyor. Mutsuzluğu, kaybolma isteğini, bir yeri terk etme ihtiyacını ve geri dönebilme arzusunu anlatıyor. Sevme, bağlanma, sevecenlik, merhamet, aşk ve arzu kavramlarını, biriyle yalnız kalabilmenin zorluğunun ama hoşluğunun hayata kazandırdığından, alışkanlıklardan sürekliliğin mutluluğundan bahsediyor. Annelik, kadınlık, kız çocukluk ve erkeklik kavramlarını ve bütün kutsallıklarını çöpe atıyor.
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin İletişim Yayınları’ndan çıkan baskısında Murat Belge’nin ön sözü var. Belge 1950 sonrası Doğu Avrupa, Doğu Bloku ülkelerinin edebiyatına değiniyor. Sıradanlıktan, benzerlikten dem vururken Kundera’yı bir Doğu Avrupa yazarı olmaktan öte Doğu Avrupa sorunlarını anlatan bir dünya edebiyatı yazarı olarak nitelendiriyor. Ne Doğu bloklarında ne Batı bloklarında kendine yer bulamayıp her daim eşikte duran Kundera’nın blokların arasında olanı biteni yorumladığı bilgelik ve derinlik halini seviyor. Belge, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ndeki anlatıcının sesini John Berger’e benzetiyor. Berger’in G. romanında ve Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde iki ayrı “Don Juan” temasının işlendiğine değiniyor.
İletişim Yayınları’ndan çıkan kapağın tasarımı Ümit Kıvanç’a ait. Türkiye’nin 80lerinde yayınlanan kitabın o dönemdeki okuması elbette bugünlerden o günlere bakınca oldukça farklı. 80lerde içinde bulunduğu durumdaki temel arzularının başında özgürlük, adalet ve eşitlik gelen devrin gençleri Kundera’nın kayıtsızlığını, savruluşunu, kendine aradığı bedeni elbetteki sevdiler. Tomas’ın başka bedenlere koşması, Sabina’nın özgürlüğünden vazgeçmemesi, Tereza’nın bağlılığı ve bağımlılığı, Franz’ın bir anda ters çevirdiği oldukça düzenli hayatı herkesin kendisine dair birşeyler bulabildikleri karakterler oldu.
Devir değişiyor, insanlar varlığın dayanılmaz hafifliğinin içerisinde yaşamayı hala beceremiyorlar. Melon şapka Kundera’nın varolmanın dayanılmaz hafifliği içerisinde yaşayan Sabina’sının hem portresi hem maskesi. Bir fetiş ürünü haline geliyor Sabina ve melon şapka, Sabina iki erkeğini de melon şapka ile sınıyor ve şapka karşısındaki duruşlarına göre şekillendiriyor. Beni anlamadınız ya ben ona biraz yanıyorum diyor Sabina ama anlatıcı bu duruma daha fazla dayanamayıp Sabina’ya dibe giden yolun kapısını umulmadık bir anda açıyor. Mottoya dönüşen Sabina alalade bir hale bürünüyor.
Can Yayınları’ndan çıkan kapağın çizimi Milan Kundera’nın kendisine ait, tasarımıysa Utku Lomlu. Can Yayınları Kundera’nın çizimlerini yayınladığı son dört kitabında kullandı (Gülüşün ve Unutuşun Kitabı, Kayıtsızlık Şenliği, Gülünesi Aşklar, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği). Kitabın yeni kapağında Karenin çiziminin olması 20 yıllık okumanın değiştiğinin ya da en başından bu yana Kundera’nın Tereza mı Sabina mı gidip gelişlerinin arasında sürekliliğin mutluluğundan yana duruşunun göstergesi. Tereza ve Tomas bir yığın tesadüfün eseri yan yana gelmiştir, Karenin o tesadüflerin isim verilmiş halidir ve aidiyetin ve sürekliliğin temsiliyetidir. Tek başına geçen zamanla bir arada geçen zamanın arasındaki fark ve niteliktir Karenin.
80lerin özgürlük arayışının içerisinde bu kayıtsız gibi görünen ama dahil olmamanın mümkün olmadığı hal elbette ilgi çekici idi. Şimdiyse özgürlükten öte sadece temel yaşam hakkının arandığı günlerde Kundera’nın peşinde koştuğu hafifliğin seyri mümkün mü bilmiyorum ama dünya da yer yerinden oynarken bana bulaşmasın dediğin kargaşanın içerisinde dibe batmış bir şekilde kendini bulmak her daim mümkün. İktidarın bizim anlamadığımız ve insani olmayan bir matematiği var sonuçta ve herşey nedense kimler tarafından kimlerin kanlarıyla çizilen sınırların sonsuz güvenliği için. Yirmi yıl sonra tekrar okunduğunda ne hissetirecek Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği merak ediyorum. Kimine göre dünün kitabı olabilir ama bir insanın kendi yurdunun içerisinde kalamayıp özgürlüğü başka yerde ve geriye bakmayarak bulması biraz incitici sonuçta başımıza gelen şeylerin ürünüyüz.
Adalet Çavdar – edebiyathaber.net (9 Elül 2015)