“Sorumluluğunu taşıyabileceğin düşüncelerin insanı ol.”
23 Haziran 1901 günü Hüseyin Fikri Efendi ve Nesime Hanım’ın bir erkek çocuğu olur. İstanbul’un Şehzadepaşı semtinde doğan evlatlarına Ahmet Hamdi adını koyarlar. Ahmet Hamdi, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını kadı olan babasının görevi nedeniyle Anadolu’yu dolaşarak geçirir. 13 yaşındayken annesini kaybeder, üniversite çağına geldiğinde İstanbul’a döner ve 1923 yılında Edebiyat Fakültesi’nden mezun olur.
Erzurum, Konya ve Ankara’da lise hocalığı yapan genç edebiyatçı, yıllar sonra bu anılarını Bursa ve İstanbul’u da içine alan Beş Şehir (1946) adlı bir denemede toplayacaktır.
“Roman yaşamın peşindedir.”
Ahmet Hamdi, Edebiyat Fakültesi’nde öğrencisi olduğu ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı’dan çok etkilenir. Ama ilk eserlerinde Yahya Kemal’den çok Ahmet Haşim’in izleri olduğunu iddia edenler de vardır. Haşim gibi o da küçük yaşta kaybettiği annesinin yokluğundan duyduğu acıyı ve kendisini avutacak bir sevginin özlemini dile getirmiştir birçok eserinde.
Batı edebiyatından ilk olarak Fransız şair, yazar Paul Valéry ve Fransız romancı Marcel Proust ile ilgilense de daha sonraki yıllarda ilgi alanını adım adım genişletecektir. Yaşadığım Gibi adlı denemesinde ünlü Rus yazar Dostoyevski’den şöyle söz eder: “Dostoyevski’yi ise yeni yeni tadıyordum. Muazzam bir şeydi bu. Her an dünyam değişiyordu. İnsan ıstırabıyla temasın sıcaklığı her sahifede sanki kabuğumu çatlatacak şekilde beni genişletiyordu. Düşüncem adeta birkaç gece içinde boy atan o mucizeli nebatlara benziyordu. Ciltten cilde atladıkça ufkum başkalaşıyor, insanlığa ve hakikatlerine kavuştuğumu sanıyordum.”
“Hiç kimse değişime karşı değildir, yeter ki ucu kendisine dokunmasın.”
Selam Olsun
Selam olsun bizden güzel dünyaya
Bahçelerde hâlâ güller açar mı?
Selam olsun sonsuz güneşe, aya
Işıklar, gölgeler suda oynar mı?
İlk şiirleri Hayat dergisinde yayınlanan Tanpınar, sanatçı kişiliğini, belki de en güçlü ifadesiyle bir hayranına yazdığı mektupta açıklar:
“Şiirlerimin anahtarlarını roman ve hikâyelerim verir. Mamafih roman anlayışım şiir anlayışımdan fazla ayrılmaz… Şu farkla ki şiirde kendimin, hikâye ve romanlarımda kendimle beraber mümkün olduğu kadar hayatımın ve insanların peşindeyim. Ve başkalarına ait zamanın peşinde“.
1939 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne Profesör olarak atanan Tanpınar’ın ilk romanı Mahur Beste 1944’te Ülkü Dergisi’nde yayınlanır. Ancak bir kitap olarak okurlarıyla buluşabilmesi için otuz yıldan uzun bir zaman geçecektir. Tanzimat sonrasında toplum hayatımızın her yönüne yansıyan değişim ve başkalaşımın yansıtıldığı bir romandır Mahur Beste. Okurlarına “Siz kâinatın etrafınızda dönmesini istiyorsunuz. Düşünmüyorsunuz ki hayat sizi mahrekinin (yörüngesinin) dışına atmış. Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür” diye seslenen usta yazar, bu romanıyla diğer eserlerinin yolunu açmış, yazarlığını kararlı bir eksene oturtmuştur.
Tanpınar’ın hayattayken basıldığını görebildiği iki eserden ilki olan Huzur 1948 yılında Cumhuriyet Gazetesinde tefrika edildikten sonra büyük değişikliklerle kitap haline getirilip 1949’da yayımlanır. Selim İleri, Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu (2015) adlı çalışmasında Huzur adlı eseri yazarın başyapıtı olarak tanımlar. Aynı kitapta yazarı da şöyle anlatır okurlarına:
“Büyük bir romancı olan Tanpınar, hayattayken yalnızca iki romanını, Huzur’la, Saatleri Araştırma Enstitüsü’nü kitap olarak yayınlayabilmiştir. Ne var ki, ölümünden epey sonra, önceleri kavranamamış yüksek değeri anlaşılınca, öteki romanları da okura kazandırılabilmiştir.”
“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı da insandır.”
Tanpınar’ın en ünlü eserlerinden biri olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün büyüsüne kapılabilmek için on yıllarca beklemek zorunda kaldı Türk okurları. Dünya edebiyat çevreleri de bu gecikmeden nasibini aldı elbette.
Selim İleri, yine aynı çalışmasında bu eserden şöyle bir bölümü alıntılamıştır: “Hakikaten buradaki hayat, asıl kapının dışında bir hayattı. Ve onu yaşayanlar, o şekilde, yani hiç içeriye girmeyi düşünmeden yahut da bir ayakları daima eşikte, yaşıyorlardı. Hiçbir mukavemetleri yok muydu? Yoksa hakikaten her şeye yabancı, her şeye kayıtsız mıydılar? Hayır; burada her şey biraz afyon, biraz uyku ilacıydı.”
Dünyanın önde gelen yayınevlerinden Penguin, bu eseri The Time Regulation Institute adıyla ancak 2014 yılında, yazarın ölümünden yarım asır sonra yayınlayabildi. Penguin Books, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı okurlarına şu sözlerle tanıtır:
“Ahmet Hamdi Tanpınar, yirminci yüzyılın en önemli Türk romancılarından biri kabul edilmektedir. Aynı zamanda bir şair, kısa öykü ve deneme yazarı, edebiyat tarihçisi ve profesör olan Tanpınar, eserlerinde Avrupai bir edebi sesle Yakın Doğu’nun Osmanlı duyarlılıklarını birleştirerek benzersiz bir kültürel evren yaratmıştır.”
Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı eseri, Türkiye’de daha çok Orhan Pamuk’un birçok eserini İngilizceye aktaran çevirmen olarak tanınan Maureen Freely ve İstanbul’da yaşayan Amerikalı bir çevirmen olan Alexander Dawe birlikte tercüme ettiler. Bir söyleşisinde Dawe şöyle bahseder eserin sahibinden:
“Onun duyarlılığını, alçakgönüllülüğünü, hayvan severliğini, acılarını ve hayal kırıklıklarını biliyoruz. İngilizcede ‘kutlanmamış kahramanlar’ deriz bu insanlara. İyi ki bu yeni ilgi sayesinde değerli bir yazarı daha yakından tanıyoruz.”
“Mukavemet ve tahammül gücü olmayanın hamle gücü de olmaz.”
1942-1946 yılları arasında TBMM’de CHP milletvekili olarak görev yapan Tanpınar, bir sonraki seçimlerde yeniden aday gösterilmedi. Bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’nda orta öğretim müfettişliği yapan Tanpınar, iki yıl sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat tarihi hocalığına, ardından Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ndeki görevine döndü.
Okumaya, düşünmeye, yazmaya devam etti elbette.
Ama bir şeyler değişmişti. Herkesin görmezden geldiği bazı hakikatleri dile getirmenin bir bedeli olacaktı elbette. Artık yazdıklarını kimse okumuyor, romanlarını kimse basmıyordu. Görmek istemeyen gözler, duymak istemeyen insancıklar sarmıştı etrafını. Hayattayken unutulmuş, git gide yalnızlaşmış, tek başına kalmıştı usta yazar. Derdini ancak günlüğüyle paylaşabiliyordu fırsat buldukça. Yine böyle kederli bir anında “sükût suikastına maruz kaldım” diye yazmıştır önünde duran deftere.
Aradan yıllar geçer, usta yazar çoktan ölmüştür ama yeniden hatırlanır günün birinde.
İstanbul’da, Gülhane Park girişindeki Alay Köşkü “İstanbul Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi” olarak kullanıma açılır. Adına edebiyat festivalleri düzenlenmeye başlanır, hatta ‘geç keşfettik özür dileriz’ diye dert yanar bazı yeni hayranları. Ama o kaybolan günleri, yok olan hayalleri artık geri getiremez, kırılan gönülleri onaramaz hiç kimse. Tanpınar, zamanın geriye doğru işlemediğini biliyordu zaten. Hatta ‘Ne içindeyim zamanın’ diye bir de şiir yazmıştı yıllar önce.
Ne içindeyim zamanın
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Ahmet Hamdi Tanpınar 24 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Vefakâr dostları onu hocası Yahya Kemal Beyatlı’nın edebi istirahatgâhı olan Aşiyan Mezarlığı’nda sonsuzluğa uğurladı.
Mezar taşına da şöyle yazdılar:
“Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında…”
Hasan Saraç – edebiyathaber.net (22 Eylül 2015)