Almanya, 2015 yılı Oscar yarışına Giulio Ricciarrelli’nin yönettiği Yalan Labirenti’yle katılacak. Film, Nazilerin İkinci Dünya Savaşı’nda işlediği suçları örtbas etmeye çalışan devlet kurumlarını gözler önüne seriyor. Filmin kahramanı Johann Radmann, 1950’li yılların Frankfurt’unda yaşayan hırslı, idealist, genç bir savcıdır. Toplama kampından kurtulan Simon Kirsch’in davasını incelemeye almasıyla yaşananları anlatan film, Alman sinemasında özellikle 2000 sonrasında sıklıkla karşımıza çakan Nazi dönemi hesaplaşma filmlerinden biri. Türkiye’de ilk gösterimini Eskişehir Film Festivali’nde yapan film, henüz vizyon şansı bulmuş değil.
Bu yıl Alman sinemasında oldukça güçlü filmler vardı. Özellikle Victoria bu yılın Oscar yarışında Almanya’yı temsil edebilecek oldukça orijinal bir yapımdı. Sebastian Schipper’ın yönetmenliğini yaptığı Victoria, Uluslararası Berlin Film Festivali’nde En İyi Görüntü Yönetimi de dâhil 3 ödül aldı. 140 dakika sürede tek kamerayla hiç kesilmeden bir gecede başlayıp biten film, izleyicilerine benzersiz bir sinema deneyimi yaşatıyor. Derinlikli bir senaryo ve iyi oyunculuklar sunan yapım, Berlin’de barda bir grup Almanyalı gençle tanışan İspanyol bir kızın banka soygunu dahil, bir gecede yaşadıklarına odaklanıyordu.
Yalan Labirenti’nn başka bir rakibiyse aynı döneme odaklanan Oliver Hirschbiegel’e ait. Yönetmen 2004’te çektiği Çöküş’le Oscar yarışında yer almıştı. Hitler’in son günlerinde sığınağında yaşananlara odaklanan film, oldukça gerçekçi görüntüler ve çarpıcı insan hikâyeleri sunuyordu. Oliver Hirschbiegel, bu kez Çöküş’ün kahramanı Hitler’e suikast düzenleyen sıradan bir marangoz olan Georg Elser’e odaklanır. Hitler’in Münih’te 8 Kasım 1939 tarihinde konuşma yapacağı Bürgerbräukeller salonuna bomba yerleştiren Elser’in, suikast girişimi 13 dakikalık bir farkla başarısız olmuştu. Hitler’e Suikast, zamanın farklı bir seyirde devam edebileceği olasılığını gündeme getiren, sıradan insanların tarihin seyrini değiştirebileceği mesajını veren başarılı bir yapım. Ancak Oscar yarışında kendine yer bulamadı.
Alman sineması bugüne kadar 18 kez Oscar’da ilk beş film arasında temsil edildi. 1945-90 arasında varlığını sürdüren Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin Oscar’a aday olan tek eseri de Polonya’da Yahudi gettosundaki hayatı yansıtan Jacob The Liar filmiydi. Film, 1975 Oscar adaylarından biriydi. Polonyalı bir Yahudi olarak savaşta annesini toplama kampında yitiren Jurek Becker’in senaryosunu yazdığı yapım, Holywood ‘un sevdiği konulardan birine sahip olduğundan aynı senaryoyla 1999’da Amerikan versiyonuyla yeniden çekildi.
Almanya ilk defa Oscar yarışını birinci bitirdiğinde ise yıl 1979’du. O yıl Volker Schlöndorff’un Nobel ödüllü alman yazar Gunter Grass’ın romanından uyarladığı Teneke Trampet, En İyi Yabancı Film dalında Oscar dahil bir çok uluslararası ödül almıştı. Film, Nazilerin iktidar olduğu yılları, büyümeyi reddeden Oskar’ın gözünden resmeder. Ailesi Oskar’a üç yaşına bastığı doğum gününde teneke bir trampet hediye eder. Oskar yeni oyuncağı trampetiyle evin bodrumuna inip önemli bir karar verir. Artık büyümeyecektir. Büyüklerin; yozlaşmış, sevimsiz dünyalarına girmek istemiyordur. Büyümek yerine trampetiyle yanlış bulduğu her olaya isyan etmek yeni merakı olmuştur. Savaşın ve faşizmin yarattığı bütün dönüşümleri büyümeyi reddeden Oskar’nı gözünden yansıtan film, unutulmaz sahnelerle etkileyici bir yapımdır.
Uzunca bir süre Oscar, Almanya’ya uğramazken 2002’de yine bir Nazi zulmü hikâyesi Oscar’ı Almanya’ya getirdi. Caroline Link’in yönettiği Afrika’nın Hiçbir Yerinde, 2. Dünya Savaşı sırasında Kenya’ya göç etmek zorunda kalan Yahudi bir ailenin yaşadıklarını anlatıyordu.
2004 ve 2005’de de Almanya’nın Oscar adayları da ilk beş film arasına kalmayı başarmışlardı. İkisi de Nazi dönemi eleştirisi veren yapımlardı. 2004’de ilk beş film arasına kalan film Hitler’in son günlerine odaklanan Çöküş, 2005’te ise Nazi döneminin pasif direniş örgütü Beyaz Gül’ün iki kardeş üyesi Sophie ve Hans Scholl’ün Münih Üniversitesi’nde öğrenciyken bildir dağıttıkları sırada yakalanıp 1943’de idam edilme süreçlerine odaklanan Sophie Scholl Son Günler filmleri oldu.
2006’da Almanya’ya şimdiye kadar gelen son Oscar’ı getiren film bütün festivallerden ödüllerle dönen Başkalarının Hayatı filmiydi. 2006 yılının en önemli filmlerinden biri olan Başkalarının Hayatı’nı Florian Henckel Von Donnersmarck, hem yazdı hem de yönetti. Tamamen Doğu Almanya’da geçen filmde, iki sanatçının aşklarının Kültür Bakanı’nın nüfuzunu kullanarak “üçüncü kişi” olma isteğiyle oluşan baskılar anlatılıyordu. Devletin yozlaşması, baskıcı rejimin yarattığı sancılar, sanatçıların Doğu Almanya’da var olma çabaları… Bütün bu olup bitenler filmde kusursuz bir oyunculukla beraber sunuluyordu. Nazi dönemi olmasa da Oscar seçicilerinin hoşuna gidecek temalardan biri olan Anti Komünizm filme egemendi.
Alman seçici kurulun bu yıl Victoria varken neden o denli güçlü bir yapım olmayan Yalan Labirenti’ni Oscar yolculuğuna çıkarması ilk bakışta çok şaşırtıcı gelse de Alman sinemasının Oscar başarısı gösteren yapımlarının neredeyse hepsinin Nazi dönemi eleştirisi veren yapımlar olduğu gerçeği hesaba katılınca, seçimin “nabza göre şerbet” örneği taşıdığını söylemek mümkün.
Rıza Oylum – edebiyathaber.net (9 Ekim 2015)